Dünyanın sonunu kimler getiriyor?
Alınması gereken önlemler yerine devasa bütçelerin başkaca alanlara harcanması ve doğanın insan hayatının gerçek anlamda korunabileceği bir önceliğe sahip olmayışı sistemsel bir tercih meselesi.
Bugün dünyada kafamızı nereye çevirsek bir felaketle karşılaştığımız günlerden geçiyoruz. Belki dünyada yaygınlaşan felaket haberleri ile Türkiye’de de daha önce yaşanmadığı ölçüde büyük felaketlerin yaşanması ve dünyadaki süreçle Türkiye’nin de benzeşmesi pek çoğumuzun dikkatini çekiyor. Türkiye’de Ege ve Akdeniz kıyıları yanıyor, 10 gün sonra Yunanistan ve Portekiz gibi ülkelerde de devasa yangınlar çıkıyor. Almanya’da sel felaketi sonucunda 190 kişi yaşamını yitiriyor, ülkemizde ise Kastamonu ve çevresinde de yaşanan sellerden kaynaklı 82 kişi hayatını kaybediyor. Yaşanan onca olaya bakıp kendimize “Dünyanın sonu mu geliyor?” sorusunu belki de daha sık sorduğumuz bugünlerin arkasında yatan epey önemli gerçekliklere bakmakta fayda var.
DOĞALLIKTAN ANORMALLİĞE
Öncelikle bugün açısından yaşanan felaketlerin doğal bir boyutu olduğu gerçeğini göz ardı etmeden yaşananların neden bu denli trajedi boyutuna ulaştığının cevabını aramak hepimiz için zor olur. Bugün yaşanan seller, yangınlar ve başkaca afetler aslında doğalında doğada veya yaşam alanlarında gözlemleyebileceğimiz felaketler. Fakat bugünkü trajediyi yaratan gerçeklik iki şekilde önümüze çıkarak bu doğallığı aşan bir hale bürünüyor. Bu gerçekliklerden ilki dünyada iklim ile ilişki olan doğal afetlerin doğallığının giderek şekil değiştirmesi durumu. Bu durumu yaratan anahtar kelime ise iklim krizi. İklim krizi dediğimiz olgunun özellikle son 20 senedir gündemde epey yer tuttuğu bir aralık içerisinde; iklim krizinin gündelik hayata olan en büyük yansımalarının doğalı aşan bir kriz hali yaratması olduğu gerçeği ile yüzleşiyoruz. Normalde mevsimlerin ve doğal afetlerin genel düsturu içerisinde normal olarak kavrayabileceğimiz sıcaklık, yağış miktarı gibi kavramlar iklim krizinin etkisi ile tahammül edilebilecek boyutları aşan bir seviyeye ulaşmış durumda. “Son 100 senenin en yüksek yağış miktarı” ve “son 50 senenin en sıcak temmuz ayı” gibi kalıplar dünyada durup dururken ortaya çıkan haberler değil yalnızca. Aslında bu kalıplar yaşanan afetlerin trajedi boyutuna dönüşmesine yol açan mevsimsel garipliklerin ana nedenleri. Bu nedenler de dünyada tesadüf eseri veya şanssızlık sonucu karşı karşıya kaldığımız durumlar değiller. Aksine iklim krizi insanlığın uzun yıllardır içerisinde bulunduğu üretim koşullarının bir sonucu olarak karşımızda tüm gerçekliğiyle duruyor.
ÜRETİM KOŞULLARI KRİZİ BÜYÜTÜYOR
İklim krizi üretim koşullarının bir sonucu çünkü dünyada sanayi devrimi ile başlayan ve kapitalizmin giderek geliştiği koşullarda üretim hacmi devamlı olarak büyümesine rağmen; üretimin doğa ve iklim üzerinde yarattığı olumsuz etkilere bir çözüm bulunmadı. Bu çözümsüzlüğün temel nedeni ise üretimin mevcut ve gelişen hallerinin merkezine doğayı, iklimi ve insanı koyan değil; sadece ve sadece kârı koyan ölçüde biçimlenmesi oluşturuyor. Bu açıdan baktığımızda kapitalistlerin bitmek bilmeyen kâr hırsı ve daha kârlı üretim için doğanın ve iklimin her açıdan göz ardı edildiği, önlemsiz üretim koşulları dünyamızda bugünkü normallik dışı doğallığı oluşturan temel noktalardan birini yarattı. Bu üretim koşulları değişmeden kapitalizmin kendi döngüsü içerisinde geliştiği ölçüde de “çevreci” olduğu söylenen teknolojiler ve üretim metotları olduğu iddia edilse de dünyanın içerisine düştüğü kriz halinde bir iyileşme gözlenemiyor. İyileşme bir yana her sene üretimden kaynaklı kirliliğin etkileri büyüyerek daha büyük felaketlere yol açıyor. Bunun temel sebebi çevreci denilen üretim metotlarının hala kapitalistler için kar döngüsü içerisinde vahşi ve kirlilik yaratan metotlara göre daha az kâr getiriyor oluşundan başka bir şey değil. Yani bugün açısından bizi anormalliğe götüren iklimsel değişimleri yaratan üretim ilişkileri ve onun temsilcileri değişmeden bu koşullarda dünyayı iyileştirecek ve koruyacak bir yapının oluşmayacağını söyleyebiliriz.
ÖNLEMSİZLİK BİR TERCİH
Trajedileri yaratan gerçekliğin ikinci boyutu ise yaşanan veya yaşanacak olması muhtemel yeni trajedilerin karşısına dünyada etkili bir çözüm yolu veya yöntemi konulamaması. Daha da ileriye götürecek olursak dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun iklim krizinden etkileneceği açık olan alanlar başta olmak üzere afetlere yönelik hazırlıkların sonucunun birer ihmaller zincirine dönüşmesi gerçekliği. Bu dönüşümün altında yatan temel nedeni de yaşanan felaketlere öncesinde önlem alınabilme koşullarının mevcut kapitalizm yarattığı yönetim düzeni içerisinde karsız ve rantsız oluşu oluşturuyor. Sellerden etkilenen ve onlarca insanın öldüğü Almanya ve Türkiye örneğine baktığımızda ortaklaştığını gördüğümüz şey bizlere neden önlem alınmadığı sorusunun cevabına ulaştırıyor aslında. İki ülkede de sel bölgesi dere yatağının üzerinde konumlanan yerleşim alanlarını kapsıyor ve iki bölgede de bu alanlarda yerleşimin tehlikesi bilinmesine rağmen daha fazla rant için yerleşmeye izin veren kararların alındığı bir sürecin sonucu yaşanan felaket. Veya yaşanan yangınlarda çaresiz kalan Türkiye’nin çaresiz kalmasının sebebi ülkede uçak alınacak para olmaması değil; aksine bu paranın siyasi iktidar ve sistemin tercihi üzerine başka yerlere harcanması durumu var. Aynı durum Yunanistan için de geçerli aslında. Türkiye’den daha fazla uçağı olsa da özellikle ekonomik kriz döneminde yangınla ve afetle mücadele bütçesini geri planlara iten ve yine bir siyasi tercih yaparak bu parayı askeri harcamalara harcayan Yunanistan da yangınlar ile başa çıkamıyor. Bu açıdan baktığımızda da yaşanan afetler öncesinde ve sonrasında alınması gereken önlemler yerine devasa bütçelerin başkaca alanlara harcanması ve doğanın, insan hayatının, kentlerin gerçek anlamda korunabileceği bir önceliğe sahip olmayışı sistemsel bir tercih meselesi.
KİTAP ÖNERİSİ:
Her Çevrecinin Kapitalizm Hakkında Bilmesi Gerekenler
John Bellamy Foster, Fred Magdoff
Günümüzde, gezegenimizin hızla çevresel bir felakete doğru gitmekte olduğu yönünde yaygın bir görüş birliği mevcuttur. Şiddetlenen iklim değişikliği, okyanus asitlenmesi, ozon tükenişi, küresel tatlı su kullanımı, biyo-çeşitliliğin kaybı ve kimyasal kirlilik gibi meseleler geleceğimizi tehdit etmektedir ve bunlara karşı acilen bir şeyler yapılması gerektiği açıktır. Daha belirsiz olan ise, insanlığın tam olarak ne yapması gerektiğidir. Her Çevrecinin Kapitalizm Hakkında Bilmesi Gerekenler, çağımızın en büyük iki meselesi olan ekolojik krizi ve yalpalayan kapitalist ekonomiyi, bütünlüklü, anlaşılır bir biçimde ele alan faydalı bir eserdir ve çevre hareketinde önemli tartışmalar yaratacağı açıktır. (Tanıtım Bülteninden)
Evrensel'i Takip Et