Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol: Aşıdaki açık, PCR testiyle kapatılamaz
Delta’nın olduğu bir durumda çocuklarımızı çok kapalı ve heterojen bir gruba yollayacağız. Kim aşılı kim aşısız bilmiyoruz. Bu durumda hiç aşı keşfedilmemiş gibi çocukları korumamız gerekiyor.

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Serpil İLGÜN
İstanbul
Bazı kamuoyu araştırmalarına göre Kovid-19 salgını, “Ülkenin en önemli sorunu nedir” sıralamasında yüzde 12’lere kadar düştü. Bunda haziran ayında başlayan açılma ve iktidar üzerinden propaganda edilen “her şey kontrol altında” propagandasının etkisi büyük. Özellikle ağustos ayı itibarıyla yükselmeye başlayan resmi günlük vaka ve ölüm sayısı, “hiçbir şeyin kontrol altında” olmadığının kanıtı. Çift doz aşının ülke nüfusunun yarısı için söz konusu olması, aşıda gönüllülük politikasının izlenmesi, önümüzdeki günlerin tablosunun daha da yıkıcı olacağını gösteriyor. Nitekim son günlerde 230’larda seyreden resmi ölüm sayısı, 26 Ağustos’ta 11 Mayıs’tan sonra ilk kez 250’nin üzerine çıkarak, 257’ye ulaştı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın aşıda gönüllülük esasının izleneceğini açıklamasının ardından İçişleri Bakanlığı, “Bazı faaliyetler için PCR testi zorunluluğu” konulu genelge yayımladı. Buna göre, 6 Eylül’den itibaren seyahat, toplu taşıma araçları, konser, tiyatro, stat gibi alanlarda PCR testi zorunluluğu getirildi. PCR testinin aşı yerine ikame edilip edilmeyeceği bir yana, yeni varyantların PCR testinde tespit edilemeyeceği uyarıları artmaya başladı.
PCR testi sürdürülebilir mi? Gerçek oranların açıklanmamasının topluma geri dönüşü nasıl oluyor? Salgın genelgelerle yönetilebilir mi? Ölüm oranı neden yüksek seyrediyor? Dördüncü doz gerekli mi? Aşı karşıtlığı nasıl etkisizleştirilebilir?
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol yanıtladı.
Önce, güven sorunu devam ettiği için soralım; Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan günlük Kovid-19 verileri gerçek sayılar mı?
Açıklanan resmi rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Çünkü saymakta oldukları şey, çok işimize yarayacak bir şey değil. Bizim için önemli olan iki husus var. Bir tanesi ayaktan ya da kritik durumda hastane başvurusu yapan insanlar. Onların ne kadarı aşılı, ne kadarı aşısız ve varyant olarak hangi varyanttan enfekteler? Delta mı, yoksa başka farklı ve yeni bir varyantla mı? Aşılarının üzerinden ne kadar geçti? Birinci sahnede bunu dikkatle izlemek gerekiyor. İkinci sahnede ise toplumdaki aktif vakanın bu kadar yüksek olmasının kaynağını yansıtacak taramaların yapılması gerekiyor. Neden gerçeği yansıtmıyor? Çünkü Delta’nın bulaşıcı hızı çok yüksek. Ve bu vakaların bir kısmı da aşılılar arasında. Aşılılar bulaştırmıyor ama aşılılar bulaşma odaklarının ortasında olmayı temsil ediyor. Bu nedenle de belli odaklarda tarama yapılması gerekiyor.
Belli odaklarla ne kastediyoruz?
Belli odak tanımımız şudur; kalabalık ve kapalı yerler. Fabrikalar, hastanelerde çalışanlar, açıldığında okullar, toplu taşımaya binen insanlar, çok nüfus bir arada yaşayanlar, birbirlerini kapalı yerlerde çok ziyaret eden bölgeler gibi artık daha fazla stratejik taramalara geçmek gerekiyor. Vaka sayıları bugün için açıklanan 25-30 binin üç-beş mislidir. Çünkü Delta, aşılı kişiler arasında son derece hafif seyrediyor, onları yakalayabilmeniz hastanelere başvurmayacakları için çok mümkün değil. Artı, ev içi bulaşması o kadar hızlı ki. Delta’da ev içinde bir kişiyi pozitifliyorsanız, örneğin evde üç kişi daha yaşıyorsa, o üç kişiyi de pozitif saymalısınız. Ama bu vaka sayısından daha önemli olan, “Bu vakalar neden oralarda kümeleşiyor”a atlamamız gerekiyor. Kapalı ve kalabalık yerlerde hava yoluyla bulaşan bir etkenden bahsediyoruz ama kısmi bağışıklığı olan bir topluluk olarak da karşılıyoruz. Dolayısıyla hastane başvuruları bizim için çok daha önem taşıyor.
Sözünü ettiğiniz bilgilere sahip miyiz?
Hayır. Şöyle söyleyeyim. 18 ay oldu dünyada salgın açısından. Biz ilan ettiğimiz tarihten itibaren de 15 ay oldu. Hiçbir şey değiştirmeden, aynı stratejiyi uygulayan belki de tek ülkeyiz. İlk üç ay bilinmezliklerle dolu korkutucu bir tablo vardı, neyi nasıl hesaplayacağımızı anlamaya çalışıyorduk. O üç ay yaptığımız şeyleri üçüncü aydan sonra insanları yaşatabilecek hale getirmek için kullandık salgını. Ona göre geliştirdiğimiz yöntemler var. Salgının bu aşamasında bazı şeyleri sürdürmek istiyoruz değil mi, mesela konserler yapılsın istiyoruz, tiyatrolar açık kalsın istiyoruz, çünkü bu yapılabilir. Buralara veya maçlara girişte yapılabilecek hızlı antijen tarama testlerini koymamız lazım artık bizim. Yani girmeden yarım saat önce yapılacak, insanları en bulaştırıcı döneminde yakalayacak. İkinci olarak, mesela okulları açacağız ve biz 12-15 yaş arası çocuklara kronik sağlık sorunu yoksa aşı randevusu açmadık. Oradaki öğretmenlerin ne kadarının aşılı olduklarını da, o okula gelen çocukların velilerinin ne kadarının aşılı olduklarını bilmiyoruz. Bu durumda yapabileceğimiz şey, çocuklardan örneklem alıp, antikor testleri çalışmak, çocukların ne kadarının hastalığı geçirdiğini ve karşılaştığını anlamak. Ve ona göre bir test stratejisi çıkarmak. Stratejilerimizi değiştirmiyoruz. Ben yürütülene strateji değil, kör taktikler diyorum. Strateji çünkü planlanır, yapılır, denetlenir, uygun olanla devam edilir, uygun olmayanlar güncellenir. Bu zincire hiç uyulmadığı için kör taktikler diyorum. Yanlış olduğunu anlayabildiğimiz noktada bedeller ödeniyor.
ARTIK BİR SERVİSE BİR YOĞUN BAKIM ANCAK YETİYOR
O bedeller ölüm olarak da devam ediyor. Açıklanan resmi vaka sayıları 20 binlerdeyken, hayatını kaybeden kişi sayısı 250’lerde seyrediyor. Geçtiğimiz aylarda günlük vaka sayıları 60 binlerdeyken ölüm sayısı aynı seviyelerdeydi. Bugün vaka sayılarına karşın ölümlerin yüksek seyretmesine ne yol açıyor?
Önce sahadan kendi gözlemlerimi söyleyeyim; bu dönemde yatırdığımız hastalar, burnum akıyor, gözüm kaşınıyor deyip, üçüncü günden itibaren kritik oksijen düzeyleriyle geliyorlar. Yani hızlı seyrediyor. Çünkü Delta çok hızlı tutunuyor, tutunduktan sonra da çok yapışıyor. İkincisi, yatanlar yüksek oranda aşı olmamış grup. Bu grup sonsuz bir dikkatsizlik içinde. Aşı olmamak bir tavır, bir tutum. Bu tutumun içinde maske takmamak da var, sarılıp öpüşmek de var, bütün tehlikeli yerlere girip çıkmak da var. Dolayısıyla büyük bir virüs yüküyle geliyor. Üçüncüsü, iki doz aşısının üzerinden çok zaman geçmiş ileri yaş ya da sağlık sorunu olan kişiler var. Onları yatırdıktan sonra virüsten çok, var olan sağlık sorunlarının tetiklenmesiyle boğuşuyoruz. Mesela diyabetleri yüksek olanlar veya kalp hastalıkları, ileri yaş oldukları için metabolizmaları hemen bozuluyor. Eskiden servis çevirebilirdik. Yani 5-7 günde ya iyileşir ya yoğun bakıma veririz gibi bir profilimiz vardı. Hayır, şimdi sadece iki üç hafta bir hastayı yatırmak zorunda kalıyoruz. Yani bir türlü iyileşmiyor ve hızlı kötüleşen bir grup var. Eskiden üç servis bir yoğun bakımla çeviriyorduk Kovid’le ilgili kısmı, şimdi bir servise bir yoğun bakım ancak yetiyor.
Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Oktay Demirkıran da yoğun bakımlardaki doluluk oranının yüzde 70’e çıktığını açıkladı. Yoğun bakımlardaki artış ve günlük tablodaki yükselişe baktığımızda, Türkiye salgında kaçıncı dalgayı yaşıyor?
Dünyayı yakalayalım diyorsanız eğer, 4. dalgadayız. Ama biz sayısız dalga yaşadık. Bir tanesi gözümüzden kaçırıldı ve eylül gibi bir günde 1 milyon vaka ekleniverdi. Ama o sırada diyorduk ki biz, Ağustos 2020 ortasında üzerimize yağmur gibi hasta yağıyor, sayılar birbiriyle uyumlu değil diyorduk, Eylül’de bir günde 1 milyon vaka eklediler. Dolayısıyla biz hiçbir zaman salgını kontrol edemedik. Herhalde bütün hastanelerini sadece Kovid için kullanan başka ülke yoktur. Bütün hastanelerimizi 16 aydır sadece Kovid’e ayırıyoruz. Kovid’den ölmeyecekseniz her sebepten ölebilirsiniz. Salgını kontrol edebilmiş olmak demek okullarınızın eğitime açık olması demek, hiç yoktan ölmeyecek insanların ölmemesi demek. Tanımladığımız duyarlı gruplar dışında çok sayıda insanın kaybı var. Zaten fazladan ölümleri irdeleyecek olursanız 150-200 bin arasında bir yerdeyiz Kovid ölümlerinde.
Fazladan ölüm kavramıyla daha sık karşılaşıyoruz ama karşılaşmayanlar için nedir fazladan ölüm?
Bir salgın döneminde salgını yaratan etkenin hesabına doğrudan yazılmamış ama aynı dönemde salgından önceki ölümlere göre fazlalık gösteren ölümlere diyoruz. Mesela 2019’un Nisan’ında Ankara’da bin kişi öldü, 2021 Nisan’ında Ankara’da on bin kişi öldü. Bunun bin tanesini Kovid hanesine yazdıysak, 9 bini fazladan ölüm. Gözden kaçırılmış ve kaydedilmemiş. İyi niyetle bunu söyleyebiliriz. Ama aslında dünya literatüründe bu şu anlamdadır; Kovid dışı ölümler dahi Kovid hanesine yazılır çünkü siz kalp krizi geçirmeyi seçmezsiniz ama hastaneye gitmezsiniz Kovid olduğu için. Dolayısıyla fazladan ölüm, salgından önceki aynı ayda o şehirde, o ülkede olan ölümlerle kıyaslandığında arta kalan rakam için kullanılıyor.
TÜRKİYE’NİN GÜNLÜK EN AZ 500 BİN İLA 1 MİLYON TESTLE TARANMASI LAZIM
Diğer yandan bakanlığın günlük test sayısında da düşme görülüyor. Bakanlığın test stratejisini değiştirmediği gibi, geldiğimiz aşamada test sayısını da düşürmesini nasıl okuyorsunuz?
Hiçbir zaman yeterli olmadı zaten. Nedeni ne? Baştan bir kere teşhis konusunda çok zaman kaybetti. Yanlış kitler geldi gitti Çin’e. Bir türlü iç kalite kontrolüyle ilgili süreç düzenlenemedi, akademinin sözü dinlenilmedi, kendilerine bazı laboratuvarlar seçtiler ve o laboratuvarları tayin ettiler, bunun sayısını bir miktar artırdılar. Biz hep şu konuda ısrarlıydık, Türkiye’nin günlük en az 500 bin ila 1 milyon testle taranması lazım. Çünkü çok katmanlı, çok kalabalık bir nüfus, aynı zamanda bazı bölgelerde virüsün bulaşmasını kolaylaştıracak çalışma ve yaşam koşulları mevcut. Dolayısıyla biz asemptomatik dediğimiz vakaları bulamazsak toplumda salgını hiçbir zaman yönetemeyiz demiştik. Ama test sayısı şimdi iyice düştü. Bu kadar bulaşıcı bir virüsü ölçebilmek için test sayısını çok daha fazla artırmanız gerekirken iyice düştü. Çünkü alt yapı yeterli değil. Neden değil, bir kere mikrobiyolog ve teknisyen arkadaşlarımızın sayısı belli, atanmamış sağlık çalışanları bir türlü atanmıyor. Mikrobiyoloji laboratuvarları desteklenmiyor. Gece gündüz çalışıyor arkadaşlar ama yetişemiyorlar. Haftada iki taramayla birlikte daha korkunç hale gelecek onu söyleyeyim. Bunun yolu yöntemi, evde kendi kendinize alacağınız ve mobil merkezlere götürüp bırakacağınız çok daha yaygın ve ulaşılabilir bir test stratejisine geçilmeliydi, bunun için de çok sayıda insanın yetiştirilmesi ve takviye edilmesi gerekirdi. Ama biz bu bakımdan da başladığımız noktadayız.
Gerek test sayısının yetersizliğinin, gerekse resmi verilerin gerçeği yansıtmamasının topluma geri dönüşü nasıl oluyor?
Bunun bugünkü aşı kararsızlığı ve aşı tereddüdünde çok büyük katkısı var. Hastalığın çok ciddi olduğunu bir türlü kavrayamadılar. Çok sayıda ölüm yaşadı insanlar yakın çevrelerinde, ben bir önceki yazdan hatırlıyorum mesela, kınalardan, taziyelerden sonra bir aile, bir sülale, sayısız insanın kaybı bütün bu dramlar yansıyordu mesela ama her halükarda “iyiye gidiyoruz”, “bir ay sonra daha iyi olacağız”, “hatta maskelerinizi de atacaksınız” algılarıyla hafifletilen bir süreç yaşandı. İnsanlar büyük bir afetin ortasında iyi şeyleri duymaya meyilli olur. Ve anlatılanı uygular ve yerine getirirler. Böyle bir süreç söz konusu.
VARYANT OLDUĞU İÇİN ÜÇÜNCÜ DOZU BIONTECH ÖNERİYORUZ
Varyantlar konusunda TTB’den çeşitli açıklamalar geliyor. İzmir Tabip Odası, önceki günkü açıklamasında Kovid-19 hastalarında tanımlanmayan mutasyonlar görüldüğü bilgisini verdi. “Bu başlangıçta yüzde 20’lerdeyken, son günlerde yüzde 40’a kadar yükseldi” diyor İTO. Tanımlanmayan varyantlardan ne kadar korkalım, ne yapılabilir?
Tanımlanmayan varyantlar tanımlandığında ne oldu, ona bakalım. Bir tanesi geçen yıl Brezilya’da yaşandı. Brezilya varyantı dedik ona, Gama olarak isimlendirildi. Brezilya’yı kasıp kavurdu. Hatta kitle bağışıklık eşiğine eriştiği düşünülen kasabalarda bile sayısız ölümlere yol açtı. İkincisi, Hindistan’da ne oldu? Hint varyantı dediğimiz, Delta varyantıyla kasıp kavruldu. Yani bir varyant önce lokalde, ardından dünyada yayılmaya başlıyor. Eğer bizdeki varyantın yayılım hızı bu tespit ettiğimiz rakamlar gibiyse, bu bağışıklığımızdan da kaçacak demektir. Aşılama stratejimizin değişmesi gerekir. Ama biz şöyle bir strateji izliyoruz, kafamıza bir çığ düşecekken koşa koşa sağlıkçıları çığın altına sürüyoruz, önce onlar karşılıyor, sonra topluma yansıyor! Onun için biz öğrendiğimizde her şey için maalesef geç oluyor.
Delta varyantı için Sağlık Bakanı önce “750 vaka” dedi, kısa bir süre sonraysa “yüzde 90” diye açıklama yaptı. Çelişkili açıklamalar devam ediyor. Dördüncü aşı meselesinde de aynı durum yaşandı. Üçüncü aşı için de kafalar çok net değil. Geldiğimiz noktada üçüncü doz aşıyı kimler olmalı, iki doz aşının koruyuculuğu ne kadar devam ediyor?
İnaktif aşılar genel olarak kısa süreli bir bağışıklık sağlarlar. Yani iki ya da üç dozdan oluşan bir bağışıklama yanıtı oluştururlar. O iki-üç doz sırasında da ortalama üç-altı ay kadar (hasta yaşlıysa üç ay sürer, gençse altı ay sürer) gibi genellemeler yapılabilir. Dolayısıyla inaktif aşılar için, varyant olmasaydı da bir üçüncü doz gerekecekti altıncı aydan itibaren. Özellikle kırılgan gruplar için. İkincisi, ileri bir varyant ortaya çıktığında o varyantla ilişkilendirerek aşılarınıza karar verirsiniz. O varyantla ilişkili olarak inaktif aşının koruyuculuğunda düşüş olduğu öngörüldü. Dolayısıyla hem sahadan, hem de kısıtlı sayıda ve basın aracılığıyla duyabildiğimiz yurt dışı kaynaklardan inaktif aşının Delta’ya karşı etki kaybı olduğunu öğrendik. Etkiyi sağlayan mRNA aşıları. Onun için iki doz inaktif aşının bir doz mRNA aşısıyla pekiştirilmesini kuvvetle öneririz. Eğer varyant olmasaydı, inaktif aşı olanlar bir üçüncü doz alsın ama üçüncü dozu da aynı aşıyla yapın diyecektik. Varyant olduğu için, üçüncü dozu Biontech öneriyoruz. Dolayısıyla iki doz inaktif olanların, bir doz Biontech’le takviye edilmesini istiyoruz. Dördüncü doz gereksiz.
En merak edilen sorulardan biri de şu; yeni varyantların klasik Kovid-19 belirtilerinin dışında ayırt edici belirtileri neler?
Daha fazla nezle, grip gibi seyrediyor. Ateş ve öksürük çok fazla. Kuru bir öksürükle başlıyor, burun akıntısı, hapşırık da olabiliyor, gözlerde sulanma da olabiliyor, ishal çok fazla olabiliyor. Daha önce gördüğümüz tat ve koku alma bozukluklarını çok fazla görmüyoruz Delta’da.
PCR TESTİNİN UYGULANABİLİRLİĞİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ YOK
İktidar, aşının gönüllülük temelinde uygulanması yönünde karar aldı. Bunun yerine de PCR zorunluluğu getiriyor. Konuyla ilgili yayımlanan genelgede de, belirttiğiniz gibi kapalı mekanlara, konserle, maçlara girişte, seyahat ederken ya da okullar açıldığında öğretmen ve okul görevlilerine PCR testi yapılacağı duyuruldu. Aşıdaki açık PCR testiyle kapatılabilir mi?
Kapatılamaz. Çünkü örneğin okullarda çok kapalı bir ortama çocuklarımızı yollayacağız. Delta’nın olduğu bir durumda çok kapalı ve heterojen bir gruba yollayacağız. Yani kim aşılı kim aşısız bilmiyoruz, kimin evinde aşılı var, kimin evinde aşısız var bilmiyoruz. Bu durumda hiç aşı keşfedilmemiş gibi o çocukları korumamız gerekiyor. Bu da haftada iki PCR testinin öğretmenlere uygulanmasıyla yürüyecek bir iş değil. Ama bütün çocuklara uygulansın demek de, var olan PCR testi yapan merkezleri ve sistemi kökünden sarsacağı için hastaneler yürütemez hale gelecek. Aşı zorunluluğu MEB’de ve sağlıkta şart, onu söyleyeyim. Aksi takdirde, yüzde 40-50 kadar bağışık bir toplumu, bağışık olmayan bir toplumla o kadar kapalı bir yerde tuttuğunuz zaman kaçınılmaz olarak salgın odakları olacak. PCR testi hiç yoktan iyi denilecek olsa da hem çok maliyetli, hem çok emek yoğun ve hastanede yatan ya da hastaneye başvuran hastalara kullanmamızı tehdit edecek kadar ağır bir yükle karşılaşılacak bir durum. MEB’de ve sağlık kurumlarında zorunlu olmalı, bu net. Zorunlu, zorlamak gibi anlaşılıyor, ikisi arasında çok derin farklar var. Aşı stratejisi toplumsal bir meseledir, bunu koordine etmek de zaten gerekli regülasyonların yapılması demektir. Dolayısıyla uygulanabilirliği, sürdürülebilirliği yok ve varyantları tespit konusunda da kaçışlar olacaktır.
İYİ KOORDİNE EDİLMEZSE OKULLARIN AÇIK KALABİLMESİ GÜÇ OLACAK
İçişleri Bakanlığı’nın okullar için yayımladığı genelgede, günde iki maske takılması, okulun kağıt havlu, sabun, dezenfektan gibi ihtiyaçları karşılaması gerektiği, personelin nasıl temizlik yapacağı, sınıfların havalandırılması vs. pek çok detay var. Ancak ülke gerçeği bunları karşılamaktan uzak. Özellikle bu yıl daha da kalabalıklaşan sınıflarda Kovid-19 tedbirlerinin veliler karşılamazsa yerine getirilip getirilmeyeceği konusunda karamsarlık hakim. Genelgeyi siz nasıl değerlendirdiniz?
Salgının genelgelerle yönetilemeyeceğini, bir stratejiyle ve koordineli biçimde yönetilmesi gerektiğini, bunda sadece bakanlıkların değil, STK’ların, ilgili bütün tarafların, bütün kurum ve kuruluşların, il, ilçe belediyelerinin yer alması gerektiğini söylemiştik. Bunun önemi şimdi anlaşılıyor. Çünkü, söylediğiniz olmadığı için okullar kapalı kaldı. Türkiye’de salgın hep kontrolsüzdü, bunlarla ilgili bir hazırlık olmadığı için de okullar tehlike potansiyeli taşıdı hep. Hâlâ bunlar yapılmalı, elimizdeki tek farklı şey, kısmi bir aşılama olması. Ama iyi koordine edilmezse açılmış olan okulların açık kalabilmesi çok güç olacak.
BAŞKALARINI ÖLDÜRMEK, ÖZGÜRLÜK TARTIŞMASINA KONU OLABİLİR Mİ?
Aşıyı reddetme ile aşı tereddüdü bireysel özgürlük mü, sorumluluk mu ikilemi içinde tartışılıyor. Aşı olmamak bir hak savunusu içinde değerlendirilebilinir mi?
Bireysel hak ve özgürlük ama kendi alanından çıkmamak koşuluyla. Çünkü bulaşıcı hastalık, toplumsal bir meseledir. Bunu unutmamak gerekir. Bulaşıcı hastalık bir insanın kalp damar hastalığı gibi değildir. Kalp damar hastalığınızı kötüleştirecek her şeyi yapabilirsiniz, bu sizin özgürlüğünüz. Hatta Kuzey Avrupa ülkelerinde, örneğin Finlandiya’da, sigara içenlerin sigortası karşılanmıyor akciğer hastalığı olduğu zaman. Sağlığın toplumsal yönünü, sağlığın toplumu ilgilendiren yönünü bize en çok ortaya çıkaran bulaşıcı hastalıklar. Düşünsenize, veremle savaş, AİDS’le savaş… bunların hepsi ilgili kişiyi ilgilendiren durumlar ve hepsi için bireysel hak ve özgürlükleri tartışabileceğimiz -bence tartışmasız da- pek çok düzenleme var. Mesela insanlardan evlilik öncesi hepatit ve AIDS testi isteniyor, yapılmasını istemeyebilirsiniz ama evlenebilmek istiyorsanız devlet sizden belge istiyor. İşe girmek istiyorsanız yine öyle. Şimdi bir pandemi söz konusu. Günde ölen 232 kişinin yüzde 90-95’i aşısız. Geri kalan yoğun bakımda yatanlar ise masum oldukları halde evlerine giren bir aşısız kişiden hastalığı almış durumda. Başkalarını öldürmek, özgürlük tartışmasına konu olabilir mi? Alkolü sınırsız alabilirsiniz, ama alkollü araba kullanmak sizin özgürlüğünüz değildir.
Dünyadaki bazı kurumlar, fabrikalar, işletmeler çalışanlarına aşı zorunluluğu getiriyor veya para cezaları uyguluyor. Türkiye için de bu yapılmalı mı?
Öncelikle şunu söyleyeyim, hiçbir kurum aşısız kişilerle aşılı kişileri kapalı bir ortamda bir araya koymamalı. Bu kurumun zorunluluğu. Çünkü kapalı ortamda aşılı kişinin başına bir şey gelecek olursa onun hukuksal hakları var. Bana danışmak isteseler şunu söylerim; kapalı ortamda asla bir araya koymayın. Kurumlarınızda çalışanlar hastane ya da okul gibi ortamlara gidip gelmesi gereken kişilerse onları aşılılar arasında seçin. Yani kurum ve kuruluşların en azından belli düzenlemeleri, diğer kişileri tehdit etmeyecek hale getirmesi lazım.
Aşı karşıtlığının çeşitli kategorileri var. Bir bölümü eğitimli kişiler arasında çıkıyor, başka bir grup dini saiklerle aşı olmuyor, başka bir grup da yalan yanlış bilgiler etkisiyle aşı olmak istemiyor. Öncelikle eğitimliler arasında çok yaygın olmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Aşı karşıtlığı ile aşı tereddüdü birbirinden çok farklı. Önce bunu söyleyeyim. Söylediğiniz grubun büyük bir bölümü çocuklarını götürüp aşılarını yaptırıyorlar, sadece Kovid aşısına itirazları var. Uzun vadede bir yan etkisi olduğunu düşünüyorlar. Çok anlatılamadığı için bir yandan, bir yandan da insanlar bu kadar yoğun korku yaşarken korkuyu başka bir hedefe çevirmesi, biraz sağduyu kaybı gibi psikososyolojik nedenler söz konusu. Bu iyi irdelenirse çözülecek kısım. Aşı karşıtlığı ise bambaşka bir konu. Aşı ile ilgili bilerek ve isteyerek yanlış bilgi ve yalanları yayarak, bundan maddi ya da manevi kazanç elde eden kişilere diyoruz aşı karşıtı. Aşı karşıtlarını regülasyonla düzenlemelisiniz, bunun başka hiçbir yolu yok. Masum insanların ölümüne sebep oluyorlar. En etkili olanlar da aşı karşıtı doktorlar. Hep şunu söylüyorum, hiçbir doktorun aşı karşıtı olması hoş karşılanamaz ya da bu bir görüş değildir. Bu, işini bilmediği anlamına gelir. O zaman hekimin kullandığı bütün ilaçları, hastasına dokunmasını vs. de sorgulamamız gerekir. Bu hekimlere baktığımızda kendi bulundukları ilin yüksek ekonomik döngülü semtlerinde muayenelerinin olduğunu, CV’lerine yalan ödüller koyduklarını, kandırabilecekleri insanı kandırıp oldukça çok para kazandıklarını söyleyebilirim.
Bakanlık ünlü kişiler aracılığı ile aşı olunması gerektiği yönünde reklam kampanyaları yürütüyor? Bunlar ne kadar işe yarıyor? Bir yandan politik duruş olarak gönüllülük esastır deyip, diğer yandan bu tür aşıya çağırma kampanyaları yapmak birbiriyle ne kadar örtüşüyor?
Ünlü kişiler dediğiniz kişiler zaten aşıya yatkınlığı yüksek olan kesimin ilgisini çeken kişiler. Kullanılması gereken, kendi kesimlerinin ikna edilmesine dönük kişiler olmalı. Bir politik görüş evet genel olarak üst eğitim düzeyinde insanlarda var ama, genel olarak AKP gibi partilerin tabanlarına dönük toplumsal rol modelleri ve yerel motifleri kullanmak lazım. Bir grup da salgın yönetimine ilgisini kaybettiği, bıktığı için tamamıyla sağduyu kaybı nedeniyle (Doğu ve Güneydoğu’da olan) aşı olmak istemiyor. Her bölgenin kendine özgü motifine doğru çalışmanız gerekiyor tereddütleri gidermek için. Ama aşı karşıtlığını kesin regüle etmeniz gerekiyor. O hekimlerin lisansının alınması, en azından hekim unvanını kullanamamaları lazım. Mutlaka aşı regülasyonunun adil bir şekilde hızla devreye konulması lazım. Aksi takdirde aşılanmış kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanacak manevi ve maddi başka bir evreye geçecektir salgın.
YARIM SAAT ÖNCE GELEN TALİMATLARLA SÜRECE UYUMLANMAYA ÇALIŞIYORUZ
TTB başta olmak üzere, kitle örgütlerinin, akademinin Sağlık Bakanlığı ile salgının başından bu yana işin içine dahil olma, görüşme talepleri var. Bugün bu taleplerin karşılanması noktasında neredeyiz?
Hâlâ yanıt yok. Ben de TTB Pandemi Çalışma Grubundayım. Hâlâ bir cevap yok, üniversiteler de aynı şekilde tamamen dışlanmış durumda süreçten. Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneler dışında hiçbir hastaneyi koordinasyona katıp fikir almıyorlar. Sadece belli merkezleri yürütebilmemiz için yarım saat, iki saat önce gelen talimatlarla sürece uyumlanmaya çalışıyoruz. Bu iki şey gösteriyor: Bir, bilimle yürümeyeceğiz biz bu yolda ve güncellemeyeceğiz bilimle. Bildiğimizi yapacağız ve alacağımız kararlar politik olacak. Kendi seçmen kitlemizi üzmeyeceğiz. Aşı karşıtları onların arasındaysa onlara da dokunmayacağız. İkinci mesaj, sivil toplum kuruluşlarını zaten hiç istemiyoruz. Çünkü çok katmanlı yürütülmesi gereken bir süreç sadece bir masada beş on tane unvanlı kişiden ibaret bir bilim kurulu. Yani yöneten bu kadar.

Evrensel'i Takip Et