Afganistan ve emperyalist rekabet
Arap basının öne çıkan gündemi olan Afganistan'nın, Suriye'ye benzer bir şekilde bölgesel ve uluslararası aktörlerin mücadele alanlarından bir olmaya devam edeceği yorumları yapılıyor.
Fotoğraf: AA
Afganistan; coğrafik konumu, yakın tarihte Rusya ile ABD’nin başını çektiği iki kutuplu dünyada çekişme alanı olması ve sahip olduğu zenginlikler nedeniyle Arap basınında tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bilindiği üzere Afganistan, 1979-1988 yılları arasında hükümetin çağrısı üzerine Sovyet Rusya’nın müdahalesine, 2001-2021 yılları arasında ABD işgaline maruz kalmıştı.
Suriye’de on yılı aşkın süren devam eden savaş, hem uluslararası hem de bölgesel aktörler arasında o sınırlar içerisinde yürüyen nüfuz mücadelesi nedeniyle haklı olarak “vekalet savaşı” olarak nitelendirilmişti. Görünüşe göre Afganistan da aynı şekilde bölgesel ve uluslararası aktörlerin mücadele alanlarından bir olacak.
Mısırlı Tanınmış Yazar Abdullah el Sanavi, al Ahbar gazetesinde yayımlanan makalesinde; işgal güçlerinin kurduğu rejimin dayanma kabiliyetinin bilindiğini, lakin ülke içerisindeki gerçekleri ve Taliban hareketinin gücü hakkında gerçek bilgi olmadığını yazdı. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi üzerine “Olan tek şey, herkesten önce Amerikalılara trajik bir şekilde ifşa edilmesiydi. Amerika artık uluslararası sistemin başında tek bir süper güç rolü oynayamaz ve Avrupalı ve Asyalı müttefiklerini, Çin ve Rus tehditlerine karşı stratejik koruma gereksinimleri sağlayabileceğine artık ikna edemez” cümlelerini kurarak iddialı tespitlerde bulundu. Kabil havalimanında ortaya çıkan trajik görüntüleri de bu sebebe bağladı.
El Halic gazetesinden İdris Lakrini, makalesinde, “Bu çekilmenin ardından Afganistan’da yaşanan hızlı gelişmeler, demokrasiyi geliştirmek ve insan haklarını korumak adına yapılan dış müdahalelerin, güçlü kurumlara sahip modern devletlerin kurulmasına veya sürdürülebilir barışın tesis edilmesine katkı sağlayamayacağını göstermektedir” dedi. Genel olarak yapılan değerlendirmelerin tersine Afganistan’dan çekilmenin bilinçli bir adım olduğu ve ABD’nin amacının Çin ve Rusya’yı bir kaos yaratarak uğraştırıp güçlerini tüketen bir merkez kurmaya çalışmak olduğunu ileri sürdü.
BAE; TÜRKİYE’DEN SONRA KATAR’LA DA NORMALLEŞME
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Ulusal Güvenlik Danışmanı Tahnoun’un Erdoğan’ı ziyareti tartışılmaya devam ediyor. Al Ahbar gazetesinden Hüseyin İbrahim’in “Tahnoun ve ‘Halife’nin Buluşması: Hayal kırıklığına uğrayanların anlaşması” başlıklı makalesinden “Abu Dabi’nin Ortadoğu’daki ülkelerin çoğuna yönelik başarısız düşmanca politikalarının çarpışmasının ardından Tahnoun’un halifenin sarayına aceleyle gitmesini ve Erdoğan ile görüşmesini, yalnızca bir anlaşma haklı çıkarabilirdi. Türkiye’nin maliyetli ve başarısız yayılmacı politikaları, Suriye’den Libya’ya kadar yaşadığı bir dizi aksilik ve derinleşen ekonomik kriz, Ankara’nın yeniden hesap yapması ihtiyacını doğurdu” yorumu yapı.
Aynı gazeteden Türkiye Uzmanı Akademisyen Muhammed Nureddin, Erdoğan’ın açıklamaları, BAE’yi, özellikle bin Zayed’i ve Suudi mevkidaşı Muhammed bin Salman’ı 15 Temmuz 2016 darbesinin beyni olmakla suçlamasının ardından şiddetlenen iki ülke arasındaki uzun yıllar süren gergin ilişkilerin ardından gelmesine vurgu yaptı.
BAE Ulusal Güvenlik Şefi Şeyh Tahnoun’un Türkiye’yi ziyaretinin, ileri düzeyde devam eden Türkiye-Katar ilişkilerini nasıl etkileyebileceği tartışırken, Doha, Tahnoun’un ikinci durağı oldu. Al Arab’a gazetesi bu adımın Körfez ülkeleri arasında sükunetin sürdüğü bir süreçte geldiğini yazdı. Analizde “Bu adımın herhangi bir tarafın ara buluculuğu olmadan geldiğine dikkat çekilerek, BAE’nin dünün muhalifleriyle ilişkileri derinleştirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirildi” denildi.
KABİL DÜŞTÜKTEN SONRA AMERİKAN GÜCÜ
Abdullah el SANAVİ
al Ahbar
Amerika’nın Afganistan’dan çekilmesi sürpriz olmadı. Karar açıklandı ve kararla ilgili olarak “Taliban” hareketiyle Doha’da, Eski Başkan Donald Trump döneminden bu yana, iç uzlaşı ve güç paylaşımı başlığı altında uzun bir süre tüketildi. Ancak ülkede kurulan her şey, beklenenden daha hızlı bir şekilde yok edildi.
Hayır, işgal güçlerinin 20 yıl önce kurduğu rejimin dayanma kabiliyetine ilişkin siyasi ve istihbarat değerlendirmeleri doğruydu. Lakin, ülke içindeki durumun gerçekleri ve Taliban hareketinin gücü hakkında da gerçek bir bilgi yoktu. ABD tarafından silahlandırılıp eğitilen ve hazinesine milyarlarca dolara mal olan ordu, “Taliban” ile kağıt üzerindeki güç farklılıklarına rağmen başkent Kabil’i savunmak için tek kurşun atmadan çöktü. İktidar; kumdan bir ev gibi dağıldı. Kabil havalimanındaki görüntüler Amerika’nın geri çekilmesine eşlik eden trajik kaosu gözler önüne serdi. Bu gerçeğin bir parçasıydı, gerçeğin tamamı değil. Görüntülerin ayrıntıları ve gölgeleri içinde geleceğe ve uluslararası sistemin yapısında meydana gelebilecek köklü değişikliklere ya da liderliği konusundaki anlaşmazlıklara mesajlar mevcuttu.
Amerikan iç tartışmalarında büyük bir hayal kırıklığı ve yenilginin acısı ifade edildi. Prestijin düştüğü ve tek kutupluluğun sona erdiği sonucuna varıldı. Ünlü Filozof Francis Fukuyama’nın Amerikan prestijinin erozyona uğraması ve yalnız liderlik döneminin sona ermesi hakkında yazdıkları dikkat çekiciydi. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra “Tarihin sonu” kitabının ve Amerikan kapitalist modelinin dünyanın kaderi üzerindeki üstünlüğünü müjdeleyen aynı adamdır. Zaman değişti, gerçekler değişti ve teorilerin tam tersi gerçekleşti!
Fukuyama’nın sorunu; ABD’de neredeyse hiç kimsenin aldırmayacağı geri çekilme kararı ya da Asya’ya yönelerek ve Ortadoğu’nun baş ağrılarından olabildiğince sıyrılarak Çin ve Rusya’nın karşısına çıkmaya odaklanması değildi. Eleştiri; bu ülkenin “Performansının düşmesi” üzerine odaklandı. Bu sonuç doğrudur, ancak yüzeyin altında ortaya çıkan güçlerin etkileşimlerini ve gerçeklerini anlamakta yetersiz kalmaktadır.
Olan tek şey, herkesten önce Amerikalılara trajik bir şekilde ifşa edilmesiydi. Amerika artık uluslararası sistemin başında tek bir süper güç rolü oynayamaz ve Avrupalı ve Asyalı müttefiklerini, Çin ve Rus tehditlerine karşı stratejik koruma gereksinimleri sağlayabileceğine artık ikna edemezdi.
Bu gerçek, Kabil havalimanında yaşanan insani trajedilerle dünyayı şoke eden görüntülerde kendini gösterdi. ABD güçlerinin, geri çekilmeyi tamamlayacağı 31 Ağustos tarihinden önce Afgan iş birlikçilerini tahliye etme taahhüdünü teyit etmesine rağmen güvenilirliğine dair hasar verildi. Avrupa ve Asya müttefiklerine ve Ortadoğu’daki karar merkezlerine, “Güvenliğini korumak için güvenilemeyeceği” mesajı ulaştı.
Avrupa Birliği’nin Dış Politika Şefi Josep Borrell, Afganistan benzeri koşullarda görev yapmak üzere 50 bin askerden oluşan bir ilk müdahale kuvveti çağrısında bulundu. Konuşma, ABD’nin liderliği ve gelecekteki benzer herhangi bir krizde kolektif güvenliğin gereksinimlerini sağlama yeteneği hakkında bazı gizli şüpheleri ima ediyor.
Orta Asya’da bu geri çekilmenin zorunlu olarak ortaya çıkardığı yeni durumlar var. Çin, belki de belinde bir diken olmasın diye dikkatle Taliban hareketiyle köprüler kurmaya hazırlanıyor. Aynı zamanda, iddialı “Kuşak ve Yol” projesinde Afganistan’ın stratejik konumundan yararlanmayı amaçlıyor.
Öte yandan Rusya; Afganistan’daki dramatik gelişmelerin, hayati derecede önemli olan yakın çevresindeki güç gerçeklerini yeniden çizmesini bekliyor. Kabil’deki büyükelçilik personelini tahliye etmemekle kendini ifade eden temasların arka planına karşı bunu kabul etmeye istekli olduğunu belirterek, Taliban ile temaslarını genişletti.
Başka bir benzetmeyle Amerikan prestiji, Afganistan’dan beklenmedik çıkışı nedeniyle Vietnam’ın yenilgisinden bu yana imajını geri kazanmayı ve tek taraflı olarak uluslararası sistemin zirvesine çıkmayı başarmasından sonra en ciddi darbesini aldı.
AFGANİSTAN İÇİN NASIL BİR GELECEK?
İdris LAKRİN
al Halic
ABD’nin Afganistan’dan askeri çekilmesi, Afgan toplumu arasında ve bölgesel ve uluslararası düzeyde bir beklenti ve şaşkınlık yarattı. Zamanlaması ve onu yöneten arka planlarla ilgili birçok sorunun ortaya çıktığı ani ve anormal bir olaydı.
Bu çekilmenin ardından Afganistan’da yaşanan hızlı gelişmeler, demokrasiyi geliştirmek ve insan haklarını korumak adına yapılan dış müdahalelerin, güçlü kurumlara sahip modern devletlerin kurulmasına veya sürdürülebilir barışın tesis edilmesine katkı sağlayamayacağını göstermektedir. Bu, ancak uygulayanların çıkarına olabilecek bir önlem, usul ve yöntemdir.
Yaklaşık 20 yıldır Afganistan’daki Amerikan varlığı, ülkede istikrarı destekleyen sağlam bir durumun oluşturulmasına hiçbir zaman katkıda bulunmadı. Bu, ilk gerçek sınavında düşen Afgan kurumlarıyla ortaya çıktı. Hem de milenyumun başlangıcında Taliban’ı yaygın uluslararası eleştiri, kınama ve gerçek izolasyona maruz bırakan çetin tecrübesini hâlâ hatırlayan toplumu terörün pençesine düşürerek...
Afganistan’daki gelişmelerle ilgili artan uluslararası endişe, izahını bu ülkenin sahip olduğu stratejik pozisyonda buluyor. Bölgedeki güç dengeleri üzerinde ABD’nin çekilmesinden sonra olası bir kaosu kullanma korkusu mevcut.
Silahlı gruplar, savaşçıları bulmak ve işe almak için genellikle dünya çapındaki gerilim bölgelerinden yararlanır. Afganistan, çeşitli sosyal bileşenleri, engebeli arazisi, karmaşık çevresi ve sosyal ikilemleri ile son birkaç on yılda bir dizi radikal grubun faaliyetleri için bir alan oluşturdu ve bu gelişmeler ışığında korkuların çarpıcı biçimde arttığı görülüyor.
ABD’nin son kararı rastgele, aceleci ya da yanlış bir karar değildi ve önümüzdeki günler ve sonraki gelişmeler bunun bilinçli bir karar olduğunu gösterecek. Bölgesel ve uluslararası yansımaları ne olursa olsun, hesaplanmış gerçekçi bir kâr-zarar mantığıyla ele alınmıştır. Kaçınılmaz bir şekilde bölgenin yakında tanık olacağı yeni düzenlemelerin önünü açmaktadır.
Afganistan’dan geri çekilme ABD’nin; İran, Çin ve Rusya gibi bir dizi bölgesel ve uluslararası aktörün artan rollerinden duyduğu rahatsızlık ve bu güçleri tüketecek ve hesapları karıştıracak bölgesel bir odak oluşturma arzusunu vurgulayan göstergelerden biri olmuştur.
BAE-KATAR İLİŞKİSİNDE YENİ BİR SAYFA
al Arab
BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun bin Zayed Al Nahyan’ın perşembe günü Doha’ya yaptığı ziyaret ve Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad al Sani ile yaptığı görüşme, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açtı. Haziran 2017’den bu yana Suudi Arabistan’ın el-Ula kentinde yapılacak Körfez uzlaşma zirvesi sınırlarına kadar gerilimin hakim olmuştu.
Körfez çevreleri, Şeyh Tahnoun’un Doha’ya yaptığı ziyaretin; bölgesel bir hareketin sükunete, uzlaşmaya ve farklılıkların üstesinden gelmesine doğru ilerlediğinin bir sonucu olarak değerlendirdi. Bu adımın herhangi bir tarafın ara buluculuğu olmadan geldiğine dikkat çekilerek, BAE’nin dünün muhalifleriyle ilişkileri derinleştirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirildi. Bu stratejinin bir parçası, birkaç gün önce Şeyh Tahnoun’un Ankara ziyareti ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmede ortaya çıktı.
Katar Haber Ajansı, Şeyh Tamim’in Şeyh Tahnoun ile yaptığı görüşmede, “iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin ve bunları çeşitli alanlarda geliştirme ve güçlendirme yollarının gözden geçirildiğini ve ayrıca bir dizi ortak çıkar konusunun tartışıldığını” söyledi.
Körfezdeki meseleleri yakından takip eden gözlemciler, Şeyh Tahnoun’un Doha ziyaretinin, 5 Ocak’ta al Ula zirvesinde başlatılan Körfez uzlaşma sürecinin doruk noktası olarak beklenen bir adım olduğuna inanıyor.
Aynı gözlemciler, bölgede son yıllarda gerilim unsurlarının önemli ölçüde gerilediğine dikkat çekti. Bu, Doha’nın konumunu etkiledi ve Şeyh Tahnoun’un Katar ziyaretine katkıda bulunan uygun bir atmosfer sağladı. Bu unsurlar arasında, son bölümü Tunus’un bugün tanık olduğu süreç olan bölgedeki siyasi İslam projesinin parçalanması da yer alıyor. Bu, Katarlıların inanmaya başladığı ve bu akımın temsilcilerinden uzaklaşmaya başladığı bir şey. Tabii ki teröre karşı savaşın, kendisine doktrinel, eğitimsel ve politik bir kuluçka makinesi sağlayan İslami grupların etkisini ortadan kaldırmayı gerektirdiğini düşünmeye başlayan bölgesel ve uluslararası ruh halinin ışığında.
Bu gelişme, Körfez ülkeleriyle anlaşmazlıkları körükleyen, İslamcıların Katar medyasındaki etkisini güçlendiren, bölgesel rejimlere saldırmalarına izin veren ve sükunet ve barış çağrılarını engelleyen Doha’daki eski muhafazakar kesimin etkisinin azalmasına yol açtı.
Ama şimdi mesele değişti ve Doha, ait oldukları ülkelerinden kaçan İslamcıların kartını etkisiz hale getirme ve Mısır gibi ülkelerle yakınlaşmasına bir gerilim unsuru veya engel olmasını engelleme kabiliyetini gösterdi.
AFGANİSTAN’DAN IRAK’A:
KİMSENİN ÖĞRENMEK İSTEMEDİĞİ DERSLER
Al Kuds al Arabi
Başyazı
ABD Savunma Bakanlığı önceki gün Kabil havaalanı yakınlarında meydana gelen saldırıları, 2011’in aynı ayında bir helikopterin düşmesinden bu yana kuvvetlerine yönelik “en tehlikeli saldırı” olarak değerlendirdi. Taliban’ın o yıl kalelerinden çıkıp başkent Kabil’in sınırlarına yaklaşması tesadüf değil.
Bu anlamda Amerikan siyasi ve askeri kurumları, sonradan kabul etmek zorunda kaldıkları aynı günahı işlemeye devam ediyorlardı. Afgan halkına büyük bedeller ödedikten ve karşılığında o ve müttefikleri binlerce asker ve yüz milyarlar kaybetmelerine ek olarak “Aşağılanmayla” geri çekilme karar verdi.
Son dönemde sivillere, Amerikan askerlerine ve Taliban unsurlarına yönelik saldırıları gerçekleştiren “İslam Devleti - Horasan kolu”nun o dönemde var olmadığını ve 2013 yılında ortaya çıkmaya başladığını tarihsel olarak hatırlamakta fayda var.
Bunun sorumluluğu, 11 Eylül 2001 saldırılarına yanıt olarak Afganistan’ı ve ardından Irak’ı pratikte Afganistan’daki tecrübeye göre tasarlayarak işgal etmeye karar veren Amerikan politikalarına da yüklenebilir.
Amerika’nın Irak’ı işgalinin ortaya çıkardığı yan sonuçlardan biri; yıldırım operasyonuyla Musul’u ve ardından Suriye’nin büyük bir bölümünü ele geçiren ve bölge ülkeleri için tehdit oluşturan bir terör örgütüne dönüşen IŞİD’in ortaya çıkmasının kapılarını aralaması. Bu örgüt; Asya ve Afrika’da bayrağını yükselten silahlı Selefi hareketler için ilham merkezi oldu.