01 Eylül 2021 00:27

Örgütlülüğe ilişkin sorunları tartışmalıyız

“Örgütlülüğe ilişkin sorunların tartışılması büyük bir ihtiyaç. Çünkü sendikalar olarak giderek daraldık, temsilcisi olduğumuz emekçi kitlelerden kopma noktasına geldik...”

İzmir | Fotoğraf: Evrensel

Reklam

Sağlık emekçisi
İzmir

“Kan ve ter döküyor isen

Sofranda kuru ekmek

Çoluk çocuk ne yiyecek

Kendine soruyorsan”

Toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmeleri sona erdi. Kamu emekçilerinin de kamu işçilerinin de TİS sonuçlarından memnun olmadığı kesin. Zaten sosyal haklardan çok beklentimiz yok da maaş artışı bir nefes aldıracak mı bize derken; yine olmadı.

Nasıl olsun ki? Lafta kabul etmesek de gücümüzü kullanabildiğimiz bir karşı duruşumuz yok.

Ne gerçek anlamda ne mecazen “Masaya yumruk vurabilen” bir güvenimiz, umudumuz, sendikaya inancımız kalmamış.

Gücümüzün ne olduğu herkesçe (çalışanlarca da yönetenlerce de) bilinir aslında; hizmetten, üretimden gelen gücümüz.

“Yaratan üreten sensen,

Her şeyiyle var eden,

Patronların kârı ile,

Sen ücretli köleyken”

Biz bu güçle(!) ne yaptık;

Sendikalarımız, TİS görüşmelerine az kala taleplerimizin yazıldığı bildirileri dağıttı ya da sosyal medya görselleriyle duyurdu, basın toplantıları yapıldı vs. TİS bitince de #kabuletmiyoruz hashtagli Twitter eylemleri, bazı illerde emek ve demokrasi güçlerinin çağrısıyla bir araya gelen sendika ve meslek örgütlerinin “İnsanca yaşayacak ücret için yoksulluk sözleşmesini kabul etmiyoruz” sloganıyla basın açıklamaları ve iş bırakma çağrısı yapıldı. Ancak hiçbir kurumda hizmetin durmasından ya da basın açıklamalarına kitlesel katılımlardan bahsetmek mümkün değil.

Antidemokratik uygulamalar, baskı ve sindirme politikalarının çok büyük etkisi var elbet bu durumda; aynı zamanda işçi ve emekçileri kapsayan örgütlülüğe ilişkin sorunların tartışılması da büyük bir ihtiyaç. Çünkü sendikalar olarak giderek daraldık, temsilcisi olduğumuz emekçi kitlelerden kopma noktasına geldik. Sendikal bürokrasinin mücadeleyi gerilettiği bir aşamadan bile söz etmek mümkün.

Sendikal bürokrasi, işçi ve kamu emekçilerinin sendikalarında farklı biçimlerle ortaya çıkıyorsa da özünde aynı ideolojinin sonucu aslında.

İşçi sendikalarının yönetimine çöreklenmiş bürokrasi de olsa, hükümet güdümündeki memur sendikası da olsa, sınıf örgütü olmaktan uzaklaşan her sendika ya da konfederasyon, sınıfın mücadelesini bürokrasiye kurban etmekte.

Bu kazanımların boşa çıkmaması için emekçiyle bağların koparılmaması, işyeri temsilciliklerinin güçlendirilmesi ve inisiyatifinin artırılması şart. Bu da var olan hakların korunması ve geleceğe yönelik mücadele planlarının emekçilerin katılımı ile somutlaştırılması, işyeri sorun ve taleplerinin temel olduğu TİS masası ile sınırlı kalmayan bir sendikal mücadele anlayışının yerleşmesi ile sağlanabilir.

KESK’in geldiği duruma baktığımızda ise son yıllarda sınıf örgütü olduğu gerçeğinden giderek uzaklaştığını hemen herkes söylüyor.

Emekçilerin sorun ve talepleri üzerinden değil de grupların siyasal ihtiyaçları üzerinden politika geliştirilmesi sonucunda kamu emekçilerinin talepleri görmezden gelinmeye başlandı ve üyeleri dikkate almayan “marjinal” bir çizgiye gelindi. Saldırıya nasıl açık hale gelindiği pek çok kesim tarafından eleştirilmekte ise de sendikal bürokrasinin yarattığı güvensizlik zaman içinde örgütlü mücadeleden uzaklaşmaya, sendikaların itibar kaybına ve yarattığı etkinin azalmasına sebep oldu. Sonuç; toplamda işverenlerin (ve yönetimlerin) eli güçlendi.

İlan edilen grevlerin gerçekleşememesi, “grevli toplu sözleşme hakkı” talebinin dile getirilmesinden uzaklaşılması, üretimden/hizmetten gelen gücün yok sayılarak emekçi sınıfın atıl kalması; uzlaşmacı bürokratik sendikacılığın yaygınlaşmasındaki en önemli etkenlerden birisi oldu kanımca. Toplu sözleşme hakkı “grev”siz telaffuz edilince işçi ve emekçilerin inisiyatif alabilmesinin en önemli aracı olan komiteler de işlevsizleşti.

Aslına bakılırsa yukardan müdahaleler son bulmadan; işçiden, emekçiden konfederasyon yönetimine kadar herkesin birbirine hesap vermesi sağlanmadan sendikal demokrasinin yaşatılması mümkün olmuyor.

İnancı, kimliği, siyasi düşüncesi farklı tüm emekçilerin ayrım yapılmaksızın sınıf temelinde sendikalar kurması da yetmiyor. Örgütlü yapının korunması ve geliştirilmesi için birleşik emek mücadelesinin yükseltilebilmesi gerek.

İşte bu yüzden acilen, emekçilerin sosyokültürel, ekonomik yapısının gözetildiği sınıfsal özelliklerine göre bir sendikal anlayışla örgütlenmeli ve mücadele içerisinde olmalıyız ki sendikal bürokrasiyi yok ederek, sendikal demokrasinin yolunu açabilelim.

“Haydi greve, haydi greve

Bayrak göndere

Sınıf sendikası saflarında”*

* Haydi Greve adlı türküden alıntıdır.

Reklam