Barışı savunmak emperyalizm ve ülke gericiliğine karşı mücadeleden geçiyor
Ülkede, bölgede ve dünya genelindeki karanlık tabloyu değiştirebilecek yegane güç halkların emperyalizm ve iş birlikçi gericiliklere karşı mücadele ve dayanışması olacak.
Fotoğraf: Hediye Levent
Yusuf KARATAŞ
Nazilerin Polonya’yı işgal ettiği ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başladığı tarih olan 1 Eylül (1939), bu savaşın yarattığı yıkım ve felaketleri unutmamak/unutturmamak için ‘Dünya Barış Günü’ olarak kutlanıyor. Her ne kadar BM (Birleşmiş Milletler) 2001’den sonra Sovyetler Birliği’nin faşizme karşı direnişinin izlerini silmek için 1 Eylül yerine 21 Eylül tarihini ‘Dünya Barış Günü’ olarak ilan etmiş olsa da Türkiye ve dünyada halklar 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak kutlamaya devam ediyor.
Hitler faşizminin Sovyetler Birliği’nin öncülüğünü yaptığı direniş hareketiyle yenilgiye uğratılmasından sonra Doğu Avrupa’da ‘halk demokrasi’leri kurulmuş ve SB savaştan sonra da emperyalist sömürgeciliğe karşı Asya ve Afrika başta dünyadaki bütün ulusal kurtuluş hareketlerinin en büyük destekçisi ve barışın güvencesi olmuştu.
"YENİ DÜNYA DÜZENİ" VAADİNDEN YENİ ÇATIŞMALARA
SB’deki revizyonist ihanet ve sosyalizmin geçici yenilgisinden sonra 1990’lı yıllarda burjuva ideologlar artık dünyanın tek kutuplu hale geldiğini ve ABD emperyalizminin öncülüğünde kurulacak ‘Yeni Dünya Düzeni’nin (YDD) bütün dünyaya “barış ve refah” götüreceğini propaganda ettiler. Ancak YDD propagandasının daha mürekkebi kurumadan dünyanın birçok noktasında etnik-bölgesel çatışmalar patlak verdi. ABD’nin Irak’ı işgali (Çöl Fırtınası Operasyonu), Bosna Hersek-Sırbistan arasındaki etnik çatışmalar, Azerbaycan-Ermenistan Savaşı, Kongo Savaşı, Ruanda Soykırımı daha o günden bu yeni “düzen”in aslında emperyalistler arasındaki paylaşım mücadeleleri tarafından tetiklenen yeni bir çatışma ve belirsizlik dönemi olduğunu haber veriyordu.
KUZEYDEN GÜNEYE, DOĞUDAN BATIYA PAYLAŞIM MÜCADELELERİ
Bugün emperyalist güçler ve bölgesel iş birlikçileri arasındaki gerilim ve çatışmalar dünyanın her tarafında çok daha belirgin hale gelmiş bulunuyor. ABD ve batılı emperyalistlerin savaş gücü NATO Rusya’yı “doğrudan” ve Çin’i de “potansiyel tehdit” olarak ilan ediyor. ABD emperyalizmi en büyük ticari rakibi Çin’i durdurmak için askeri gücünü bölgeye kaydırıyor ve bu temelde yeni ittifaklar (Hint-Pasifik iş birliği stratejisi) oluşturmaya çalışıyor. Almanya’nın başını çektiği AB emperyalistleri Ukrayna üzerinden Avrupa’da Rusya ile paylaşım mücadelesi içinde bulunuyor. ABD, Karadeniz’de yeni askeri üsler kurarak en büyük askeri rakibi konumunda olan ve Çin’le de iş birliği halinde bulunan Rusya’yı kuşatmayı amaçlıyor. ABD, Ortadoğu’da Suriye savaşı sürecinde bölgedeki pozisyonunu güçlendiren Rusya’ya ve etki alanlarını genişleten İran’a karşı kendi müttefiklerini (İsrail ve Körfez’deki Sünni Arap rejimleri) birleştirmeye yönelik hamleler yapıyor. Çin bir yandan Afrika’da giderek etki alanlarını genişletirken İran ile 400 milyar dolarlık bir anlaşma yaparak bölgede yeni bir pozisyon edinmeye çalışıyor. ABD ve batılı emperyalistler, Doğu Akdeniz ve Libya’da da Rusya ile paylaşım mücadelesi içinde bulunuyor. Kafkasya’daki egemenlik mücadelesi ve buradaki enerji kaynaklarının geçiş yollarının denetimi bakımından önem taşıyan Azerbaycan-Ermenistan gerilimi ve savaşı ve yine Orta Asya, Güneydoğu Asya ve Ortadoğu arasında bir geçiş bölgesi olan Afganistan’ın Taliban’ın eline geçmesi ve burada da ABD, Çin ve Rusya’nın başını çektiği emperyalist paylaşım mücadelesi…
SİLAHLANMA YARIŞI ZİRVE YAPIYOR
Emperyalistler ve bölgesel iş birlikçileri arasındaki paylaşım/egemenlik mücadelesinin giderek daha gerilimli ve çatışmalı bir hatta ilerleyeceğinin en büyük göstergelerinden biri de ülkelerin bütçelerinden silahlanmaya ayırdıkları payların artması, küresel silah ticaretinin sürekli büyümesidir. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) raporuna göre 2015-2019 yıları arasında küresel silah ticareti yüzde 5 arttı. Yine SIPRI’nin 2020 raporuna göre küresel silah ticareti önceki yıla göre yüzde 2.6 artarak 1.98 trilyon dolara ulaşmış bulunuyor.
ABD tek başına dünya silah ticaretinin yüzde 39’unu gerçekleştiriyor.
Peki, ABD’nin silah ticaretinde ilk sırayı hangi bölge alıyor?
Elbette Ortadoğu!
ABD silah satışının yarısını Ortadoğu ülkelerine yapıyor. Böylece bölge bir yandan bitmeyen savaş ve çatışmalara sürüklenirken öte yandan yer altı ve yer üstü kaynakları emperyalist tekeller tarafından yağmalanıyor.
HALKLARA FATURA: ÖLÜM, GÖÇ VE YOKSULLUK
Bu paylaşım savaşlarının faturasını da halklar ölüm, göç ve yoksulluk olarak ödüyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (BMMYK) raporuna göre, dünya genelinde zorla yerlerinden edilenlerin sayısı 2020’de 80 milyonu geçti. Elbette bu listede başı Suriye çekiyor ve Suriye’yi Somali, Yemen, Filistin, Afganistan gibi tanıdık ülkeler takip ediyor. Ülkeleri emperyalistler ve iş birlikçi gericilikler tarafından yıkıma uğratılan mülteciler gittikleri ülkelerde de saldırılara, ayrımcı uygulamalara maruz kalıyor. Burjuva gericilikler mültecileri ucuz iş gücü olarak kullanmakla kalmıyor, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını körükleyerek işçi-emekçilerin yaşadıkları sorunların gerçek kaynağını görmesini engellemenin aracı haline de getiriyor.
Pandemiye rağmen emperyalistler arasındaki paylaşım mücadelesinin hız kesmediği ve silahlanmaya ayrılan payın yaklaşık 2 trilyon dolara yükseldiği dünyada halkların durumunu aşağıdaki veriler özetliyor:
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) 2018’deki raporuna göre dünyada 820 milyondan fazla insan açlık çekiyor.
UNESCO’nun 2019 ‘dünya su raporu’na göre dünya üzerinde 2 milyardan fazla insanın temiz su kaynaklarına düzenli erişimi yok.
DSÖ’nün 2018’de hazırladığı rapora göre ise, dünya genelinde 2 buçuk milyar insan tuvaletsiz bir yaşam sürüyor.
Dünya Kaynakları Enstitüsünün (WRI) 2017’de hazırladığı bir rapora göre de dünya genelinde sürdürülebilir/düzenli bir barınma (ev-konut) koşullarına sahip olmayan insan sayısı 1 milyar 200 milyondan fazla.
Bu tablonun diğer tarafında ise, dünyanın en zengin 26 kişisinin servetinin dünyanın en yoksul yüzde 50’sinden (3.8 milyar kişi) fazla olması (yardım kuruluşu Oxsam’ın 2019 verileri) gerçeği yer alıyor!
BÖLGESEL GERİCİLİĞİN KOÇBAŞI ERDOĞAN İKTİDARI
Türkiye’deki Erdoğan iktidarı, yayılmacı emeller peşinde koşup bölgede savaş kışkırtıcılığı yapan ve kendi iç sorunlarını da çatışma yoluyla çözmeye çalışan bölge gericiliklerinin başında bulunuyor.
Bilindiği gibi, önceleri “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diyen ama çok geçmeden emperyalistlerin kendisine biçtiği ‘bölgesel liderlik/taşeronluk’ rolü üzerinden, Libya’ya müdahale eden NATO kuvvetlerinin merkez komutanlığının Türkiye’ye (İzmir) taşınmasını sağlayan Erdoğan iktidarı, Libya’dan sonra ABD ve Fransız emperyalistlerinin desteğinde Suriye’ye müdahale politikasının öncülüğüne de soyunmuştu.
Suriye rejimini devirme hesabı tutmasa da Erdoğan iktidarı, buradaki paylaşım mücadelesinde pozisyon alabilmek için cihatçı çetelerle iş birliğini sürdürdü. İş birliği yaptığı cihatçı çeteleri sadece Suriye’de değil, Libya’da ve Dağlık Karabağ savaşlarında yayılmacı emellerin bir aracı olarak kullandı. Öte yandan Afganistan konusunda da önce ABD ve sonra da “İnançla alakalı ters yanı yok” dediği Taliban ile pazarlıklar yaparak buradaki paylaşım mücadelesi içinde yer almaya çalışıyor.
Özetle tekelci burjuvazinin en gerici ve saldırgan kesimlerinin temsilcisi olarak Erdoğan iktidarı, bölgede devam eden paylaşım mücadelesinden pay almak için fırsat bulduğu her alanda savaş kışkırtıcılığı yapmaktan ve ülkeyi yeni tehditlerle yüz yüze bırakmaktan geri durmuyor. Üstelik bu savaş kışkırtıcılığı ve yayılmacı emellerini içeride muhalefeti dizayn etmenin ve toplumu susturmanın aracı olarak da kullanıyor.
ÜLKENİN 40 YILLIK KANAYAN YARASI KÜRT SORUNU
Kürtlerin ulusal-demokratik taleplerinin reddi ve baskı-şiddet politikalarıyla çözülmeye çalışılmasından kaynaklı bir sorun olan Kürt sorunu, öncesi bir tarafa son 40 yıldır bu ülkenin kanayan yarası olmaya devam ediyor. Ülkede ve sınırların ötesinde şiddeti ve boyutu dönemlere göre değişse de 40 yıldır bu sorundan kaynaklı çatışmalar yaşanıyor. Taliban ile müzakere yapan, İdlib’de el Kaide uzantısı HTŞ’ye “direnişçi” diyen Erdoğan, Kürt hareketinin müzakere ve barışçıl çözüm çağrılarına siyasi ve askeri operasyonlarla yanıt veriyor. Bir yandan sorunun Meclis çatısı altında çözümü için bir fırsat olan HDP’ye yönelik tutuklamalara, açılan kapatma davası eşlik ediyor, öte yandan da sınır içinde ve ötesinde askeri operasyonlar devam ediyor.
Türkiye’ye yönelik bir tehdit oluşturmadıklarını ve bu temelde görüşmelere hazır olduklarını söyleyen ve yaşam alanlarında demokratik-seküler bir yönetim oluşturarak demokratik Suriye’nin bir parçası olmak istediklerini açıklayan Suriye Kürtlerine karşı cihatçı çetelerle birlikte yeni operasyon tehditleri devam ediyor. Öte yandan sorunu çözme iddiasıyla operasyon yapılan Irak Kürdistan Bölgesi’ne de askeri üsler kuruluyor.
Erdoğan iktidarı, kimsenin burnu dahi kanamadan demokratik yöntemlerle çözülebilecek Kürt sorununu savaş ve baskı yöntemleriyle çözme politikasında ısrar ediyor. Çünkü bu politikayı hem yayılmacı emelleri ve hem de ülke içinde toplumsal muhalefet üzerinde baskı kurup faşist bir rejim inşası için kullanışlı bir araç olarak görüyor. Yani Kürt sorunundan kaynaklı çatışmalar nedeniyle on binlerce insanımız yaşamını kaybettiği, milyonlarca insan topraklarını terk etmek zorunda kaldığı ve ülkenin yüzlerce milyar dolarlık kaynakları heba olduğu halde iktidar bu politikada ısrar ediyor; çünkü bu politikayı kendisi için bir beka meselesi olarak görüyor.
"BAŞARI KENDİ ÜLKE GERİCİLİĞİMİZE KARŞI MÜCADELEDEN BAŞLIYOR"
Elbette dün olduğu gibi bugün de ülkede, bölgede ve dünya genelinde üzerlerine bir karabasan gibi çöken bu karanlık tabloyu değiştirebilecek yegane güç yine halkların emperyalizm ve iş birlikçi gericiliklere karşı mücadele ve dayanışması olacaktır. Bugün barış mücadelesinin başarısı, her şeyden önce kendi ülke gericiliğimize karşı mücadeleden başlıyor. Çünkü bugün ülkede ve dünyada barıştan yana tutum almak; kendi ülke gericiliğimizin yayılmacı emelleri ve bölgedeki müdahalelerine karşı çıkmayı, Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik çözümünden yana tutum almayı, emperyalistlerle yapılan anlaşmaların iptali için mücadele edip emperyalist işgale karşı ezilen halklarla dayanışmayı büyütmeyi gerektiriyor.