05 Eylül 2021 00:32

96 yıllık ömrünün özeti: Direniş ve müzik

Özlem Ertan, Mikis Theodorakis'in hayat hikayesini yazdı.

Mikis Theodorakis | Fotoğraf: Bert Verhoeff

Paylaş

Özlem ERTAN

Doğduğumuz ve yaşadığımız toprakların kaderi, hayatımızın hangi yöne doğru ve nasıl ilerleyeceğini belirler. Eğer işgallerin, diktatörlüğün, baskının hakim olduğu bir yerde dünyaya açtıysak gözlerimizi ya “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın,” deyip susar ve kabuğumuza çekiliriz ya da her türlü riski göze alıp karanlıkla mücadele ederiz.   

2 Eylül günü, 96 yaşında kaybettiğimiz Yunanistanlı Büyük Besteci Mikis Theodorakis, karanlıkla savaşmayı tercih edenlerdendi. Pek çoğu unutulmazlık mertebesine erişmiş binlerce şarkının, tiyatro ve film müziklerinin, senfonik ve koral yapıtların yaratıcısı Mikis Theodorakis, sadece ülkesi Yunanistan’ın, kökleri binlerce yıl öncesine uzanan geleneksel müziklerinden beslenerek yarattığı eserleriyle değil, politik kimliğiyle de ön plandaydı.  

Gerek siyaset arenasında gerekse sahnede sürdürdü savaşını. “Yahudi Soykırımı üzerine bestelenmiş en güzel yapıt” olarak bilinen ‘Mauthausen Balladı’yla Nazilerin ölüm kampında doğan bir aşkın acısını ve soykırımın dehşetini notalara döktü. Pablo Neruda’nın şiirlerinden bestelediği ‘Canto General’ oratoryosuyla Latin Amerika’nın ruhunu Yunan ruhuyla birleştirdi. Nikos Kazancakis’in romanından uyarlanan ‘Zorba’ filmi için yaptığı müziklerle adını dünya çapında duyurdu.  

Mikis Theodorakis’in her bir şarkısı Yunanistan’ın kadim tarihini, kültürünü, Ege Denizi’nin kokusunu taşır. Çünkü Mikis Theodorakis o denizin kıyısında doğdu, yaşadı, acı çekti, müzik yaptı…

SAKIZ ADASI’NDAN ÇEŞME’Yİ İZLERKEN…

Türkçe adıyla Sakız, Yunanca ismiyle Chios Adası, İzmir’in sayfiye yerlerinden Çeşme’yle karşı karşıyadır. Aralarında deniz vardır, ama birbirlerini görürler. Mikis Theodorakis, 1925 yılının 29 Temmuz’unda Sakız Adası’nda dünyaya gözlerini açtığında ilk duyduğu ses kimin sesiydi bilinmez, ama hafızasındaki en eski melodilere dalgaların karışmış olması kuvvetle muhtemel.

Ortaokul yıllarımdayken Mikis Theodorakis’in Türkçeye ‘Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında’ adıyla çevrilen otobiyografik kitabını okumuştum. Hem de iki ya da üç kez… O kitaptan hatırlıyorum Mikis Theodorakis’in avukat babasının Giritli, annesinin ise İzmir Çeşmeli olduğunu… Annesi pek çok Anadolu Rum’u gibi memleket hasreti çekiyordu ve Theodorakis, kitabında annesinin uzansa elleriyle tutacağı kadar yakın görünen Çeşme’ye erişememenin hüznüyle dolduğundan bahsediyordu.

Müzik yeteneği genellikle küçük yaşlarda ortaya çıkar. Mikis Theodorakis için de böyle oldu. Çok güzel bir sesi yoktu, ama müzik kulağı harikaydı. Müzik dinlemeye ve enstrüman çalmaya meraklıydı. Küçük bir çocukken kendi kendine besteler yapıyordu. O yaşlarda karar verdi ileride besteci olmaya. Ailesinden de destek gördü ve ilk müzik derslerini Patras ile Pirgos kentlerinde aldı. Ancak doğduğu coğrafya ve devir sadece müzikle meşgul olmasına müsaade etmedi. Erken yaşta sol saflarda siyasi mücadelenin içine girdi. Besteciliği de politik mücadelesinden etkilendi ve zaman zaman bu mücadelenin aracı haline geldi.

İTALYAN İŞGALİNDEN DÜNYA SAVAŞI’NA

Mikis Theodorakis, ilk büyük özgürlük mücadelesine girdiğinde takvimler 1940 senesini gösteriyordu ve Yunanistan İtalya tarafından işgal edilmişti. O sırada henüz 15 yaşında olan Mikis Theodorakis, işgale karşı direniş hareketine katıldı. Ölümle burun buruna olduğu o dönemde esir alındı, ancak sonrasında serbest bırakıldı.

Direniş ve müzik… Bu ikisi Theodorakis’in hayat çizgisini belirledi. İlk konserini, kurduğu koroyla birlikte verdiğinde 17 yaşındaydı. Bu arada Almanya da Yunanistan’ı işgal etmiş ve Thedorakis’e yine ölümün kol gezdiği mücadele meydanının yolu görünmüştü. Tutuklandı, ağır işkencelere maruz kaldı ve belki de ömrünün sonuna geldiğini düşündü. Gerçekten de gelmişti aslında. Kurşuna dizilerek ölüm cezasına çarptırılmıştı. Namluları ona doğrultulmuş silahların karşısında eli kolu bağlı, öylece duruyordu ve iki metrelik boyuyla yenik, ama onurlu bir antik dönem kahramanı gibi görünüyordu. Silahlar ateşlendi, ama bir mucize sonucu ölmedi.

Zaman geçti, 2. Dünya Savaşı sona erdi, ama Yunanistan için kötü günlerin sona ermesine daha çok zaman vardı. 1946’da sağ ve sol hareketin mücadelesinden boy veren Yunan İç Savaşı patlak verdi. Sol saflarda yer alan besteci bu süreçte defalarca hapse girip çıktı ve sonunda sürgün edildi.

SÜRGÜN, MÜZİK VE CUNTA

Artık Paris’teydi. Ege Denizi’nden uzakta ve memleket hasreti içinde müzik eğitimine ve besteciliğe devam etti. Avrupa’da pek çok sanatçıyla tanışmış ve önünde yeni kapılar açılmıştı. Ancak aklı köklerinin bağlı olduğu topraklardaydı.

Yıllar sonra, 1960’da ülkesine döndüğünde, müzik hayatının yönünü belirleyecek çalışmalarına hız verdi: Yannis Ritsos, Odysseas Elytis, Yorgo Seferis gibi Yunanistan’ın büyük şairlerinin şiirlerinden eserler besteledi. Politik mücadelesine de son hızla devam ediyordu. Dönemin önemli sol partilerinden EDA’dan milletvekili seçilip parlamentoya girdi. Devrimci söylemleri ve eserleriyle Yunanistan solunun simge isimlerinden biriydi artık.

Bu arada müziklerini Theodorakis’in bestelediği meşhur ‘Zorba’ filmi 1964 yılında gösterime girmiş ve dünyada Mikis Theodorakis adını duymayan kalmamıştı. Theodorakis artık kelimenin tam anlamıyla Yunanistan’ın sesiydi. Yunan geleneksel müziğinden beslenen bir müzik çınarıydı. Sirtaki dansının ritimlerini ve buzuki sesini hafızalara nakşeden bir melodi ustasıydı.

1967 yılında, tarihe “Albaylar Cuntası” olarak geçen askeri yönetim Yunanistan’da iktidarı ele geçirdiğinde, Theodorakis yeniden hedef tahtasına oturtuldu. Eserlerinin çalınması yasaklanan besteci, Oropos Toplama Kampı’na gönderildi. Yine ölümle burun burunaydı. Cunta yönetimi, dünya kamuoyunun baskısı sonucu Theodorakis’i serbest bırakmak zorunda kaldı.

Yine ülkesinden ayrılıp sürgüne giden Theodorakis, Albaylar Cuntası’nın devrildiği 1974 yılına kadar dünyanın her tarafında konserler verdi ve cunta yönetiminin insanlık dışı uygulamalarını ifşa etti. Cunta devrilip de Yunanistan’a demokrasi geldiğinde Theodorakis’in hayatının en zor dönemleri de geride kalmıştı.

Sağlığının hepten bozulduğu son yıllarına kadar müzik ve siyaset hep hayatında oldu. Konserler verdi, besteler yaptı. Aralarında Zülfü Livaneli’nin de bulunduğu müzisyenlerle ortak çalışmalar yürüttü. Zülfü Livaneli ile birlikte Türk-Yunan Dostluk Derneğini de kuran Theodorakis, merkez sağda yer alan Yeni Demokrasi Partisinden meclise girip milletvekilliği ve hatta bakanlık yaptı.

Theodorakis tam bir müzik ve mücadele insanıydı. İnandığı doğrular adına bedeller ödeyen, ülkesinin yerel müziğinden beslenen, melodik açıdan güçlü eserleriyle 20. yüzyıl müziğine damga vuran bir müzik ustasıydı.

ÖNCEKİ HABER

Gölgesi uzun adam hoşça kal!

SONRAKİ HABER

Şensoy’un sesi kısılmasın!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa