4 Eylül 2021 23:04

15. Karaburun Bilim Kongresi sona erdi

Bu yılki teması “Kapitalizmin Salgınları ve Bitmeyen Kavga” olarak belirlenen 15. Karaburun Bilim Kongresi bugün yapılan üç oturumla sona erdi.

Son gününün ilk oturumu “İşçi sınıfının generali" diye tanımlanan Engels'e ithaf edildi. “Marksizmin güncelliği” başlıklı oturumu Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse yönetti. Karaburun Bilim Kongresi kolektif bilincimizin de bir parçası olduğunu belirten Köse, "Kongrenin varlık nedeni Marksizmdir" dedi. İlk konuşmadan önce önceki gün yaşamını yitiren Mikis Teodorakis'in bir parçası çalındı.

İlk konuşmacı olan Haluk Yurtsever "Sınırda güncelleme" başlıklı sunumunda Marksizm güncelliğine vurgu yaparken, Marksizmin güncellenmesi gerektiğini ileri sürdü. Marks ve Engels 150 yıllık bir kapitalizm, öngörmediğini aktaran Yurtsever, "Ancak kapitalizm çok uzun sürdü. Dolayısıyla güncelleme ihtiyacı var" dedi.

“İKLİM KRİZİ KAPİTALİZMİN SINIRLARINI GÖSTEREN EN ÖNEMLİ OLGUDUR”

Günümüz toplumsal yaşam ve siyasal sistem içerisinde 4 önemli yarılma olduğunu ileri süren Yurtsever şöyle konuştu; "Birisi insan ile doğa arasındaki ekolojik yıkım. Bugün artık toplumun ekolojik yıkımın getirdiklerine ciddi bir itiraz var. Ya bu dünyanın fiziksel sonu ya da başka bir dünya." Toplumsal cinsiyet konusunda bugün tüm dünyada bir kadın rönesansı yaşandığını iddia eden Yurtsever, aynı ekolojik ihtilaflar gibi sınıfsal bir zemininin olduğu görüşünü ileri sürdü.

Yurtsever, "Ekolojik yıkım, iklim krizi kapitalizmin sınırlarını gösteren en önemli olgudur. İnsanlar günlük yaşamları için de bunu yaşıyorlar. Aynı anda kuraklık sel gibi" dedi.

“İNSANLIĞIN KARAR VERMESİNİN MÜCADELE ÇAĞRISIDIR MARKSİZMİN ÇAĞRISI”

Erkin Özalp, “Marksizm ve yeni teknolojiler” başlıklı sunumunda insanlığın kendi kaderini kendi eline alması meselesini yeni teknolojiler bağlamında inceliyor. Yeni teknolojilerin insanlığı boyunduruk altına almak için kullanıldığını belirten Özalp, "Marksizm insanlığın nereye gideceğine insanlığın karar vermesinin koşullarını yaratmaya önem verir. Nereye doğru gidileceğine insanlığın karar vermesinin mücadele çağrısıdır Marksizmin çağrısı" dedi.

Karaburun Bilim Kongresi'nin kapanış gününden bir fotoğraf.

Fotoğraf: Evrensel

Melda Yaman, “Marks'tan Engels'e Etnoloji Defterleri'nden Köken'e” sunumunda

bu iki yapıt üzerinden sosyalist feminist akım için büyük olanaklar açtığını ileri sürerek, Marks ve Engels'in daha ilk yapılarından itibaren kadın erkek ilişkisine, kadınların ezilmesine büyük önem verdiklerini dile getirdi.

Ozan Mutlu ise, sunumunda 11 Avrupa ülkemizdeki ekonomik verilerin klasik Marksist kategorilerin nicel büyüklükleri üzerine gözlemlerini aktardı.

TÜRKİYE SİYASETİNİN MEVCUT DURUMU

"Türkiye siyasetinin mevcut durumu" oturumunun yürütücülüğünü Erkin Başer yaparken, konuşmacılar ise Aykut Erdoğdu, Tayip Temel, Filiz Kerestecioglu ve Perihan Koca oldu.

İlk söz alan Aykut Erdoğdu siyasette gördüğü en temel ilişkinin sınıf ilişkisi olduğunu söyledi. Erdoğdu, “Türkiye'deki siyaseti belirleyen ilişkilerin kimlik üzerine oturduğunu görüyorum ve kimlik siyasetin de önemli bir şekilde gölgelediğini gördüm. Kimlik ve sınıf siyasetin üzerinde asıl belirleyen bir de uluslararası ilişkilerimiz. Sınıf ilişkisiyle birlikte uluslararası ilişkiler de ülkedeki yönleri, hareketleri belirliyor” dedi.

“BU DÖNEMİN SİYASETİ TAM BİR MANİPÜLASYON VE ALGI SİYASETİ”

Filiz Kerestecioglu ise, “Sistemin denge ve denetleme açısından çıkartıldığı bir Türk tipi başkanlık sistemi hayata geçti. Bu sistem alt yapısı oluşturulmadan kurulan bir sistem olduğu için meclise gelen her yasalar da bunu sağlamak için getirildi. Her şey bir torbanın içine atılıyor ve bu sistem yeniden kurulmaya çalışıyor. Tüm partiler savaşa hazırlanır gibi seçime hazırlanıyor” diye konuştu.  

‘Mağduriyet siyaseti’nin sadece iktidarın değil muhalefetin de yaptığını ifade eden Kerestecioğlu, “Aynı zamanda baskın bir dil olan saldırgan dil kullanıyor seçim sürecinde de. İktidar rıza üretmediği ölçüde şiddet ve cezalandırma araçlarına başlıyor. Her şeyin bir kişide vücut bulduğu bir garabet sistemle baş başayız. Ayrıca bu dönemin siyaseti tam bir manipülasyon ve algı siyaseti, bize düşen ayıkla pirincin taşını oluyor” dedi.

Ayrıca Şırnak’ta panzerle öldürülen çocuğu hatırlatan Kerestecioğlu, “Türkiye’de insan haklarına eşit olarak bakıyorsak benim babamın mezarını tahrip edemeyenler başkasının çocuğunun mezarını da tahrip edemeyecek. Biz bunu yaşamazsak sadece sorunları geçiştirmiş oluyoruz” diye ekledi.

“SANDIK MI, HER ALANDA BİR DİRENİŞ HATTI MI?​”

Tayip Temel de konuşmasına Türkiye’nin ne yaşadığına ilişkin tespitlerin olduğunu ancak buraya nasıl gelindiğine ilişkin de muhalefetin değerlendirmelerde bulunması gerektiğini belirtti. Temel, “Muhalefet peki ne yaptı? Topluma yeni olan bir şey söylemedi. Mücadele alanını sadece sandıkta gören derin bir yanılgı yaşanıyor muhalefette” diye ekledi.

 Nasıl bir demokrasi? Nasıl bir yeni dönem inşası? Sorularına ilişkin de konuşan Temel, “Faşizmin yenilebilir olduğu toplumun büyük kesimlerince kabul edilmiştir. Sandık mı, her alanda bir direniş hattı mı? Şüphesiz ikisi ama toplumsallaşmayan, meydanlarda buluşmayan, haksızlığa, savaşa, zulme karşı omuz omuza birleşmeyenlerin sandıkta faşist rejimi yenmeleri, değiştirmeleri mümkün değil” diye konuştu.

“FAŞİZME KARŞI BİRLEŞİK MÜCADELEYİ SÖZDE BIRAKMAMAK GEREKİYOR”

Perihan Koca ise, “Faşizm, restorasyon ve halkçı olasılıklara ilişkin baktıkları perspektiften demokratik anayasa nasıl sağlanabilir?​” sorusunu tartışmaya açarak sunumunu yaptı. Koca, “Çoklu krizler olarak tarif edilen krizlerin giderek derinleştiği dünya momenti içindeyiz. Türkiye’de bu çoklu krizi uzun zamandır yaşıyor. Olağanüstü siyasal tabloya baktığımızda pandemiyle krizleri ağırlaştığı ve giderek kitleselleştiğini görüyoruz. Ekonomik krizinin işçiler ve emekçiler acısından etkilerini daha da fazla görüyoruz, işsizliğin güvencesizliğin, yoksulluğun kalıcı olarak görünüyor. Olağanüstü halin kalıcılaştırılmaya çalışıldığı bir siyaset görüyoruz” diye konuştu.  

“Her türlü müdahaleye gebe bir dönemin içindeyiz” diyerek sözlerini sürdüren Koca, “Halkın özgürlük anlayışının somut güce dönüşememesinin esas muhatabı da bizleriz. Faşizme karşı birleşik mücadeleyi sözde bırakmamak gerekiyor” dedi.  

NE YAPMALI?

Kapanış oturumu ise “Mülksüzler: Ne Yapmalı?​” konusu oldu. Bu oturumda ise ilk olarak Özgür Müftüoğlu "Mülksüzlerin Hali pür melali" başlığı altında söz aldı.  

Müftüoğlu, mülksüzler kavramı üzerine konuşmasına başlayarak, mülksüzlük ile sınıf arasındaki bağlantı kurulup  kurulamayacağını tartıştı. “Mülksüzler aslında işçi sınıfı içerisine alabiliriz. Mülksüzlük güvencesizliği belli ölçülerde azaltır, ama olaya şöyle bakılırsa ki böyledir, birçok emekçi kredi alarak mülklere sahip olmuştur ve bunları ödemek zorundadır. Burada tam da tersine emekçileri daha da güvencesiz hale getirir. Olumsuz çalışma koşullarına rıza göstermek zorunda kalır” dedi.

“İŞSİZ VE YOKSUL EMEKÇİ KİTLESİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ”

İşçi sınıfının durumuna ilişkin konuşan Müftüoğlu, güvencesiz, işsiz ve yoksul emekçi kitlesi ile karşı karşıya olduğumuzu dile getirdi.

Pandemide siyasi iktidarların toplum sağlığı yerine çarkların dönmesini tercih ettiklerini belirten Müftüoğlu,  “İşçiler çalışmıyoruz diyemediler, çünkü işsiz kalacaklardı. Böyle bir ikilemle karşı karşıya kaldılar. İşsiz kalanlar da açlıkla karşı karşıya kaldı. Daha ucuza razı etmeye, itaat etmeye gerekçe olarak gösterdiler. Emek piyasası içerisinde bu panik atlatıldıktan sonra, sendikalardan toplumdan toplu bir hareket oluşmadığı görüldükten sonra da bu işi fırsata çevirmeye başladılar. Uzaktan çalışmayı kalıcı hale getirmenin bir fırsat haline getirdiler” diyerek ayrıca MESS’in messafe projesini ve MÜSİAD’ın izole üs bölgelerini örnek verdi.

Örgütlenmenin önemine vurgu yapan Müftüoğlu, “Örgütlenmeyi yeterince oluşturamadığımız için sadece görüyoruz, harekete geçmeyi şimdilik yapamıyoruz ama sistem kendi bekası için toplum sağlığını yok sayıp sermayenin çıkarlarını korumak için tüm politikalarını acımasız bir şekilde karşımıza getiriyor” dedi.

“MÜCADELENİN SÜREKLİLİĞİNİ KURABİLMEK ÖNEMLİ”

Ardından Volkan Yaraşır, "Kapitalist Kriz: İsyan ve Umut" konusunda konuştu. Yaraşır, kapitalist bir krizi genel bir çerçevede anlatarak ne yapmalı sorusunu ele aldı. Ekolojik kriz ve sağlık kriziyle birlikte kapitalizmin varoluşsal kriz içine girdiğini ifade eden Yaraşır, son olarak Latin Amerika ülkelerinde yaşanan hareketliliğe değinerek mücadelenin sürekliliğini kurabilmenin öneminden bahsetti.

“TÜM TOPLUMSAL MÜCADELELERİN ORTAKLAŞTIĞI BİR ZEMİNE İHTİYAÇ VAR”

"Toplumsal mücadele alanlarının ortak zemini: sınırlar, olanaklar" konusunda Ayşe Erem sunum yaparak toplumsal mücadele alanlarının tespitlerini ve verilen mücadeleleri anlattı.

“Basın özgürlüğü, bilim/akademi, çocuklar, ekoloji, demokratik ekonomi, engelliler, haklar/inançlar, hukuk/adalet, insan hakları, KHK’lar, göçmeler, öğrenci, sanat, tarım, yerel demokrasi, emek, kadın, LGBTİ, bunlara yenileri eklenebilir her birinin altında çok çeşitli mücadele alanları da sayabiliriz” diyen Erdem, mücadele alanlarının özneleri üzerinden örnekler vererek konuşmasına devam etti.

Mücadele alanlarına sistemden dolayı yaşanan hak gasblarıyla yenilerinin eklendiğini söyleyen Erdem, “Bu mücadele alanlarının öznesiyiz. Aynı sorunlalar, aynı hak gasplarıyla, aynı ideolojiyle mücadele ediyoruz. Her birinin ortak alanları var, zeminde birleşiyor.

Tüm toplumsal mücadelelerin ortaklaştığı bir zemine ihtiyaç var” dedi.

“YOKSULLAŞAN ORTA SINIFIN MÜLTECİLERE KARŞI NEFRETİ ARTIYOR”

Son olarak ise Üstün Reinart, "İnsanlığımızı sınayan krizler" başlığıyla konuştu. Reinart, savaş, ekonomik, iklim krizi içinde göç hareketlerinin son 10 yılda hızlandığını ve daha da hızlanacağını söyledi.

“Mülteciler yaşam mücadelesi verdikleri için toplumsal harekette olması zor. Ucuz iş gücü olarak görünüyorlar ve Türkiye gibi ülkelerde büyük bir ırkçılıkla karşılaşıyorlar. Yoksullaşan orta sınıfın mültecilere karşı nefreti artıyor” diyen Reinart, ekonomik krizin mültecilere yansıdığını dile getirdi. 

“MÜCADELENİN ÖZNESİ DAYANIŞMA OLMALIDIR”

Mültecilik kavramını anlatan Reinart, ülkelerin çok sınırlı sayıda mülteci kabul ettiğini, neoliberal sistemde mültecilerim yaşam hakkının tanınmadığını söyledi. Mülteci krizi kelimesini değerlendiren Reinart, krizin sorunların çözülememesi olduğunu ifade etti. Reinart, mültecilerin dünya genelinde yaşadığı sorunları ve hak ihlallerini örnekleriyle anlattı.

İktidar ve muhalefetin mülteci politikalarını eleştiren Reinart, “Girişlerin düzenlemesi gerek, sığınma başvuru yerleri oluşturup şeffaf olmalı, toplamsal entegrasyon olmalı. Kamu kurumları dayanışmayı hem yerli hem de mültecilere eşit şekilde ulaştırmalı. Muhalefeti doğru şekilde bilgilendirmeliyiz ve mücadelenin öznesi dayanışma olmalıdır” diye konuştu. (İzmir/EVRENSEL)

Evrensel'i Takip Et