05 Eylül 2021 23:40

"Anılarım, adalet arayanların öyküsüdür"

Osman Bozkurt, Şair-Yazar Ömer Öneren'in “Yama Tutmaz-Yargılama Yırtığı” kitabı üzerine yazdı.

Görsel: Kitap kapağı 

Paylaş

Osman BOZKURT

Şair-Yazar Ömer Öneren, “Yama Tutmaz-Yargılama Yırtığı” kitabına; kimi yaşananlara hayıflanan, kendisinden bir dörtlükle başlamış: “Bıraksalardı/ Bir bıraksalardı bizi/ Kör kayanın gözüne/ Gül dikerdik dizi dizi.” 1970’li yılların edebiyat öğretmeni, 1980’li yılların hukukçusu olan yazar, demokrat kimliğinin doğasına uyarlı bir tutumla yaşadıklarını ve tanıklıklarını, büyük ölçüde kanıtlarıyla birlikte yayımlamış. Kitabın adı, eserin ana fikrinin en veciz anlatımı. Eser, anı türünde yayımlanmış ama her olay, üzerine anında notlar düşülen belgeler ve tanıklar eşliğinde sunuluyor. Böyle olunca, belgesel bir günceye dönüşüyor. Öneren, kendini doğrulayan olaylar serisinde, gündelik yaşamımıza öbek öbek ışıklar düşüren; geleceğin tarihçileri için de çok daha güvenilir bir belgesel kaynakla buluşturuyor bizi. Anıların bilincimizle birlikte değişebilirlik olasılığı, belleğe bağımlılığından kaynaklanır. Oysa Öneren’in kitabındaki olaylar, kendilerini doğrulayan belgeleri duyurarak ilerliyor. Kitap, anı türünden yayımlanmış ise de, kaynaklarına ilgili yargı birimlerinin arşivlerinde kolayca erişilebilir bir belgesel kıvamında. Okurların, bu yaklaşımla inceleyeceklerini umarım.

BİR DAHA YAŞANMASIN DİYE... 

Öfkeli hüzün ve başkaldırıyla, ön deyişte de karşılaşıyoruz. Şöyle diyor Öneren: “Anılarım, adalet arayanların öyküsüdür. Bunlar yaşanmasa da olurdu; yazık ki bizi özgürlüğe, eşitliğe, adil yargılanmanın yapıldığı yargı yerlerine götüren rüzgarlar durdu. Adalet duygularımızı ve beyaz güvercinlerimizi fetvalar vurdu. Yolumuz acıların vadisinden geçiyordu. Kır çiçekleri ve kardelenler, ezgisi tanıdık türküler söylüyordu. Acılar büyüttü özlemlerimizi. Geldik bugüne. Yazıyorum yaşananlar bir daha yaşanmasın diye...” İnsanlığın, birikimine el koyan sınıfların zulmüne karşı özgürlük çabası, binlerce yıldır zikzaklı ilerleyişini sürdürmektedir. 1970’li yıllarda kabaran özgürlük istenci de, bunu boğazlayan ve koyulaşarak kırk yılı aşan 1980’li yılların baskı rejimi de, bu zikzakları yansıtır. Altta kalan acılar zamanla küllenir görünse de, Öneren’in yaptığı gibi “Yaşananlar bir daha yaşanmasın diye” kayda alınırsa, ilk rüzgarda ışığı parlar ve tekrarını önlemenin olanaklarından olur.

Yazar, yargı sistemimizi iyi anlatan bir yargı öyküsü anlatıyor: İki kedi, bir konuttan edindikleri sucuğu paylaşamaz. Eşit paylaşımı sağlasın diye yargıca başvururlar ama yargıç, tilkidir. Yargıç, sucuğu ortadan eşit kesmez. Her seferinde büyük olanın fazlalığını kendi yiyerek eşitlemek istermiş gibi davranır ama fazlalıkları aşırı yedikçe diğeri büyük görünür. Sonunda küçük bir parça kalır elinde. Hal bu olunca yargıç, “Tilki milleti adına, kalan küçücük parçanın yargılama gideri olarak mahkemeye gelir kaydedilmesine karar verir.” Öneren, "Bizim yargı sistemimizle ne kadar uyumlu olduğu okurların ilgisine” diyor.

ONLARCA DAVA VE HÜKÜM ÖRNEĞİ

“Yama Tutmaz-Yargılama Yırtığı,” sucuğu kemiren tilki gibi birbirinden ilginç onlarca dava ve hüküm örneği sergiliyor. Bunlardan biri; avukatın, vekili olduğu iş sahibine, karar için duruşma aşamaları ve olası süreyi anlattığında aldığı yanıttır. Öylesi uzun bir süreçtir ki bu, davayı kazansa bile kayıpları, elde edeceğinden daha fazladır. İş sahibi Yusuf Bey, “Sayın avukatım, usulü işlemlerle de, hukuku anlatan kalın kalın kitaplarla da uğraşmayalım. Senden ricam yargıcı iyi araştır bakalım ki, hakim paralel mi, köşegen mi,” der. İş sahibinin davasında haklıdır ama belli ki; paralelse-paralele, köşegense-köşegene uyarlı yollardan ilerlemekten başka seçenek göremez. Çünkü hukuk kuralları hükümsüzdür artık. Sucuğu eşit paylaşmak isteyenler, “Anamı ağlatan kadı kimi kime şikayet edeyim” der, olmuştur.

Siyasi davalarda çok daha iç karartıcıdır durum. Sınıf mücadelesinde taraf olan sosyalistler bir yana, temel insan hakları adına yola çıkanların bile adalet araması boşunadır. Yargı, doğrudan ceza infazının başlangıcı gibidir. AKP, gömleğini henüz değiştirmiş ve toplumu buna inandırmaya çalışan çiçeği burnunda iktidardır. Uluslararası kabul sürecinin coşkusuyla Ceza Mahkemeleri Yasası’nda, kısmen AB standartlarına uyumlu 24.12.2004 tarihli düzenlemeleri yapar. Buna göre; “... Keyfi aramaların yapılamayacağının düzenlendiği, gözaltı süresinin 24 saatle, savcının uzatma yetkisini sadece toplu olarak işlenen suçlarda kullanabileceği, sürenin 1 günle sınırlandırıldığı, gece aramasının yasaklandığı” hüküm altına alınmıştır. “Kişinin özgürlüğünü ve güvenliğini koruma altına alan bu düzenlemeler Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nu hızlıca harekete” geçirir. Düzenlemeleri etkisiz kılmanın yolları aranmaktadır. Hemen Yargıtayda toplantı düzenler. Davetlilerden Prof. Dr. Mustafa Altıntaş, avukatların da katılabileceğini söyler ve Öneren’le birlikte katılırlar. Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Yekta Güngör Özden ve birçok profesör vardır. Olanları, Ömer Öneren’in kaleminden okuyalım:

“Kanadoğlu, insanların aranmasında, gözaltına alınmasında sorun yaşanacağını, kolluk kuvvetinin dilediği zaman dilediği biçimde insanları, evlerini, arabalarını arayabilmeleri gerektiğini ayrıntılarıyla anlattı. Yanındaki hocaların desteğiyle özgürlük ve güvenlik hakkının, kolluğun keyfiliğine bırakılması gerektiği kararlaştırıldı. Bu düzenlemelere rağmen, yasaya karşı hile yoluyla arama ve gözaltına almaların keyfi yapılabileceği sonucuna vardılar. Kanadoğlu, özgürlük ve güvenlik hakkının güvencesi olan yasayı etkisiz kılmanın yolunu buldu. Adres ve kimlik bilgileri yazılacak yerlerin boş bırakılarak, usulüne uygun hazırlanmış arama ve gözaltına alma kararlarından yeteri kadar nöbetçi yargıca imzalatıp mühürlendikten sonra emniyete verilmeli, emniyet kimi aramak, ya da gözaltına almak istiyorsa karardaki boşlukları doldurarak aramalı ve gözaltına almalıdır. Bu büyük buluş, Kanadoğlu’nun yanındaki hocalarca da onaylandı. Dayanamadım, söz aldım. Önce Sayın Yekta Güngör Özden’in bir televizyondaki konuşmasında, kendisine küfür eden, tehdit eden kişi hakkında suç duyurusu yaptığını, dört yıl boyunca bulunamayan adamın rahatlıkla ortada dolaştığını, tehdide ve küfüre devam ettiğini dinlediğimi anlattım. Söylemim yanlışsa Sayın Özden’in düzeltmesini istedim. Sayın Özden anlatımımı doğruladı.

Bu tip kanuna karşı hile yolunun kullanımda olduğunu, adres ve kimlik bilgileri yazılacak yerlerin boş bırakılarak hazırlanan adres tespiti tutanaklarının da muhtarlara imzalatılarak karakollara verildiğini, polisin yakalamak istemediği kişileri yakalamadığını, adresin tespit edilemediğinin bu tutanaklarla gerçekleştirildiğini. Sayın Özden’ı tehdit eden ve ona küfür edenin bu nedenle yakalanmadığını, ilçe emniyet müdürlüğüne birlikte gidersek anılan tutanakları göstereceğimi söyledim. Konuşmamın orta yerinde Kanadoğlu beni susturmaya çalıştıysa da susmadım, konuşmamı tamamladım. Kanuna karşı hile yoluyla özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen yasayı etkisiz kılan Kanadoğlu, onursal başkan kimliğine layık görüldü. Özgürlük ve güvenlik hakkını güvenceye alan bütün düzenlemeler toplantıdan yaklaşık iki ay sonra 25.5.2005 tarihinde 5353 sayılı Kanun’la değiştirildi. Değişiklikte Kanadoğlu’nun etkili olduğunu bu yolla düşlerini gerçekleştirdiğini sanıyorum.” Söz bitti.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

İşçiler mezarda, bakanlık PR’da | 8 ayda 1494 işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi

SONRAKİ HABER

CHP’li Çakırözer: Okul alışverişi için kuyruk var, alım gücü yok!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa