Eski zaman ırkçılığı ve bugün
“Irk” kavramının ait olduğu kategoriler aslında biyolojik bir görünümde sunulan sosyolojik kategorilerdir dolayısıyla üretim ilişkilerinin düzeyinin ve biçiminin konusu olarak karşımıza çıkar.
Fotoğraf:pixabay
Kaan BİÇİCİ
İstanbul
Afganistan’da Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinin ardından yaşanan süreç mültecilerin yaşadığı sıkıntılara, ülkelerin ve uluslararası kurumların pozisyonuna, biyoloji ve kültür alanlarında yürütülmek istenen tartışmaların mülteci karşıtlığı ve ırkçılık sınırlarında ne ölçüde ve nasıl gezindiğine ilişkin birçok tartışma doğurdu. Muhalefetin yaptığı göçmen karşıtı açıklamalar ve AKP’nin göçmen politikası; göçmen karşıtlığının, şoven ve ırkçı söylem ve davranışların örgütlenmesinin ve saldırgan bir hale bürünmesinin önünü açmaya da devam ediyor. Göçlerin esas kaynağı olan emperyalist-kapitalist sistemin AKP’nin buna uygun sömürü koşulları ekseninde yönettiği göçmen politikasının yarattığı rahatsızlık ve öfke kimi zaman mültecilerin ya da ortaya çıkan pratik sonuçların kendisine yönelebiliyor. Göçmen karşıtlığını normalleştiren ideolojik, siyasal söylemlerin yanında çeşitli gruplar tarafından da zaman zaman dile getirilen “hepimizin içindeki ırkçı/faşist” söylemi de daha yaygın bir hal aldı. İnsan doğasını tarihsel ve toplumsal bağlamda ele almayışın bir sonucu olarak da ortaya çıkan bu söylem ırkçılığın ya da göçmen karşıtlığının esas kaynağının da üstünü örter biçimde.
BİLİMSEL NİTELİĞİ OLMAYAN BİR KATEGORİ
Bilimsel olarak kategorilere ayırmanın ilk olarak Linnaeus ile başladığını biliyoruz. Bu sınıflandırmalarda toplumsal, siyasal ve tarihsel sebeplerden ötürü çeşitli hiyerarşik sınıflandırmaların olduğunu görüyoruz. Sınıflı toplumlarda; insanın doğayı, kendini ve yaşadığı toplumu değiştirme amaçlı anlama çabasına bağlı olarak ortaya çıkan düşüncelerin ve bilimsel bulguların kabulünün ve bütün topluma yayılmasının biçimi ve sınırları egemen olan sınıfın çıkarları doğrultusunda belirlenmektedir. Irk çalışmaları ve ırkçılık da özellikle fiziksel antropoloji bilimi aracılığı ile gerek ekonomik sömürü ve köleliğin meşrulaştırılması gerekse etnik ve ulus kimliği oluşturma gerekçeleri ile bilimsel olarak bir “araştırma” alanı olarak ortaya çıkmış ve uygulanmıştır.
En başlarda kafatası ölçümlerinden yine çeşitli vücut uzuvlarının ölçümünün yapılmasına, çeşitli fiziksel farklılıkların (ten rengi, göz rengi, saç rengi) toplumsal kategorilerle ve durumlarla eşleştirilerek politika ve söylemler için meşru bir zemin yaratılmasına, yine psikolojik-sosyolojik alan çalışmalarında insanın “doğasına” dair ırkçı/grupçu/ayrımcı gibi özelliklerin içkin olduğuna dair ideolojik söylemlerin yaratılmasına; ırkçılığın çeşitli bilim dalları ve söylemlerle meşruluk kazanması sağlanmaya çalışılmıştır. Yakın zamanlarda da genetik ve sinir-bilimsel açıklamalarla benzer bir kategorizasyonun yapılmaya çalışıldığı indirgemeci açıklamalar yine bilimin egemen sınıf ideolojisinin yaygınlaşmasının ve sistemin sıkıntılarının üstünün örtülmesinin, meşruiyet kazanmasının bir aracı olarak kullanılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmakta. “Irk” kavramını ortaya atan kişilerin yarattığı kategoriler aslında biyolojik bir görünümde sunulan sosyolojik kategorilerdir. Göç hareketlerinin arttığı dönemde daha çok palazlanan bu söylemler ve kategoriler göç hareketlerinin arkasındaki kapitalist sömürü ilişkileri ve emperyalist saldırganlıktan doğru ortaya çıkmakta, onu aklamaktadır.
EZEN ULUSLAR VE EZİLEN ULUSLAR
Kapitalizmin gelişiminin ve tekelci sermayenin hâkim güç haline gelmesinin sonuçlarından biri de emperyalist devletlerin diğer ulusları bağımlılık ilişkileri içine alması, topraklar, pazarlar ve zenginlik kaynakları üzerinde denetim kurmasıydı. Bu denetimler sonrası uluslar ezen ve ezilenler olarak farklılaştılar. Şovenizm ve ırkçılık ile fetih politikaları, işgal ve sömürgecilik arasında birbirini besleyen ve tamamlayan bağlar güçlenmeye başladı. Uluslar arasındaki bu ilişki işgal ve sömürgeleştirme durumundan ötürü çok uluslu devletler içindeki ezen-ezilen ulus ilişkileri yönünden bazı farklılıklar göstermesinin yanında ezen ya da sömürgeci ulusun hakim sınıfları tarafından toprakları işgal edilen, sömürgeleştirilen ya da boyunduruk altına alınan ulusun iktisadi, sosyal, kültürel ve diğer hemen her alandan dayatmalarla kendi kültürü ve dilini özgürce geliştirmesinin önünün kesilmesi ve egemen kültürün benimsetilmesine dönük durumlar ortaya çıkmıştı. Irkçılık bir açıdan ulus devlet inşasında ezilen ulus ve kimliklerin asimile edilmesine meşruiyet sağlarken, sonucu da asimile olmayanı dışlamak, hor görmek biçiminde olmuştur. Diğer yandan emperyalist müdahalelerin yapılması açısından da meşruiyet aracı olarak kullanılmıştır.
Ulus devletlerin ortaya çıktığı kapitalist sistem içerisinde de sermaye işçiyi en düşük maliyetle elde etmek ister. İşçiyi daha fazla sömürerek karını artırmak, başlıca amacıdır. Kapitalist, emek gücünün düşük ücretle mal edinilmesini hedeflerken, kendi ülkesinin yedek ve ucuz işgücü kitlelerinin yanı sıra düşük ücretle çalışmaya “hazır” bağımlı ülkeler emekçilerine de göz diker. Bu göz dikme de bu kitlelerin yine emperyalist işgaller sonrası yerinden edilmesi; mülteci, göçmen olarak nitelik kazanmasıyla somut olarak da ortaya çıkar.
Burjuva kapitalist sistemin uluslararası hukuki anlaşmalarında, yasalarında da ve “insan hakları”, “hak eşitliği” ve “uluslararası ilişkilerin saygı çerçevesinde sürdürülmesi” üzerine var olan söylemlerine ve durumlarına rağmen baskı, sömürü, ayrımcılık ve savaşlar devam etmektedir. Rekabet ve çıkar kavgası sistemi olan kapitalizm tekellerin hakimiyetiyle bunu daha sert, daha ağır hale getirmiştir. Ulusal ayrımcılık ve baskı politikaları tüm bu sebeplerden dolayı da; pazar ve etki alanı kavgalarının emperyalizm koşullarında kaçınılamaz olmaları olgusuyla bağlıdırlar.
ANTİEMPERYALİST MÜCADELE VE IRKÇILIK
Zengin, gelişmiş, ileri ya da gelişmemiş, geri devletler ve kültürler tanımlamaları yapılabilir. Ancak bu gelişmiş olanların zenginliği ve gelişmişliği, gelişmemiş olanların geri kalmışlığı bir doğa yasasının ya da coğrafyalarını yeteri kadar verimli kullanamamalarının, o bölgede yaşayan halkın zekâ seviyesi ve kültürünün, sömürülmeye, işgal edilmeye "mahkûm olmalarının" sonucu değildir. Üretim şekli, üretici güçlerin gelişimi, üretim ve mülkiyet ilişkileri, sınıflar, devlet biçimleri, uluslararası egemenlik ilişkileri gibi toplumsal ve ekonomik ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıkan bu durum ezilen ülkelere, halklara yapılan emperyalist müdahalelerin bir sonucudur. Bu sebeple bugün açısından yürütülecek, büyütülecek ırkçılığa karşı mücadele özü itibariyle antiemperyalist olmalıdır. Bu mücadeleyi yürütecek esas unsurlar da emekçiler, ezilenler ve onların yaratacağı mücadeleye katılanlar olacaktır.