Saldırıların 20. yıl dönümü: 11 Eylül, şiddet politikaları için dönüm noktası oldu
Almanya’da Sol Parti Milletvekili Tobias Pflüger, saldırıların, “dünya politikasında daha fazla şiddet için dönüm noktası” olarak kullanıldıklarına dikkat çekti.
Fotoğraf: ABD Donanması
Yücel ÖZDEMİR
Köln
ABD’de New York’taki İkiz Kuleler ile Pentagon binasına yönelik uçaklı saldırıların 20. Yıldönümü bugün. El Kaide’nin düzenlediği açıklanan saldırılarda binlerce insan öldü, binlercesi yaralandı. Saldırılar, ABD ve NATO’nun 7 Ekim 2001’de başlattığı Afganistan’ın işgalinin de gerekçesi yapıldı. Taliban iktidarının devrildiği 20 yıllık işgal, ABD’nin 20 yıl sonra Taliban’la anlaşarak iktidarı bu örgüte bırakmasıyla resmi olarak sona erdi.
Almanya’da Sol Parti Milletvekili Tobias Pflüger, saldırıların, “dünya politikasında daha fazla şiddet için dönüm noktası” olarak kullanıldıklarına dikkat çekti.
Alman Parlamentosu Savunma Komisyonu Üyesi ve Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Tobias Pflüger, yıllardır savaşa, silahlanmaya, militarizme karşı mücadele ediyor. Daha önce bağımsız bir aktivist olarak bu alanlarla ilgili yaptığı analizlerle dikkat çeken Pflüger, bu mücadeleyi Avrupa Parlamentosunda ve Federal Parlamentoda sürdürmeye devam etti. Pflüger ile 11 Eylül’ün 20. Yıl dönümü nedeniyle savaş ve işgal politikalarının yanı sıra Sol Partinin koalisyon ortağı olması durumunda NATO konusunda nasıl bir tutum alacağı üzerine konuştuk.
Sayın Pflüger, bugünden 20 yıl geriye gittiğimizde, siz 11 Eylül 2001’i nasıl hatırlıyorsunuz?
O gün bütün gelişmeleri televizyondan takip ettiğimi hatırlıyorum. Şaşkınlık içindeydim. İzlediklerimin dünya için bir dönüm noktası olacağını fark ettim. Oturup hemen geniş bir yazı yazdım. Savaşçı politikaların öne çıkacağını ve Alman ordusunun da buna dahil olacağını ifade etmiştim. Yazının başlığı da şöyle idi: “Dünya politikasında daha fazla şiddet için dönüm noktası” idi.
Size göre, 11 Eylül saldırısından sonra özellikle dış politika bağlamında dünya neler değişti?
ABD, ama onunla birlikte Almanya da, savaşı politikanın önemli bir aracı haline getirdi. Bu temelde büyük işgallerin başlangıcı oldu. Sonradan zaten önce Afganistan sonra da Irak ve diğer ülkeler işgal edildi. Bu savaş politikalarının fiyaskoyla sonuçlandığı bugün görülüyor.
Özellikle işgal politikalarında mı bir dönüm noktası oldu 11 Eylül? Daha önce planlanan ve yapılmak istenen işgaller 11 Eylül saldırısıyla birlikte hız mı kazandı sizce?
Evet. ABD yönetimi hemen Afganistan’ı vuracağını açıkladı. Sonra da üzerinde yeniden çalışılan saldırılacak ülkeler listesi yayımlandı. Büyük askeri işgal hazırlıkları yapıldı. Dönemin Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ve Dışişleri Bakanı Joschka Fischer de hemen “sınırsız dayanışma” sloganıyla ABD’ye destek verdiler. Tamamen askeri mantıkla hareket edildi. Bunun temelden yanlış olduğunu o zaman da söylüyorduk. Şimdi bu daha iyi görüldü. Yıllarca süren bir felakete neden olundu.
Taliban, işgalin 20. yılında yeniden iktidara geldi. Geriye dönüp baktığımızda işgal ABD için bir şeylere değdi mi?
Fiilen hayır. 11 Eylül saldırısından hemen sonra içeride terörle, el Kaide ile mücadele edilmesi gerektiğine dair sesler yükselmişti. Bunun üzerinden mantıksızca bir bina inşa edildi. Kısa bir süre öncesinde Almanya’da da hükümet partileri bunun terörizmle mücadelede başarılı bir savaş olduğunu savunuyorlardı. Ancak şimdi hepimiz biliyoruz ki, Taliban Afganistan’ı kontrol ediyor. Bu nedenle işgal resmi gerekçesinde hedefine kesinlikle ulaşılmamıştır. Tam tersi olmuştur. Bu da Taliban’a cesaret vermiştir. Eğer işgal gerçekleşmemiş olsaydı farklı olabilirdi. Ancak Bush, Schröder ve Fischer’in mantığı savaş yönünde işliyordu.
ABD, 2017-18’den beri Taliban’la pazarlıklar yapıyor. Şimdi de Taliban’ın değiştiğini, ılımlılaştığı propagandası yapıyorlar. Bu ABD’nin Afganistan’da kendisi için yeni bir aktör bulduğu anlamına mı geliyor?
Genel olarak görüşmelerin, pazarlıkların yapılması bence doğru. Ancak burada ABD sadece Taliban ile görüşmeler yaptı. Afganistan hükümeti ve sivil toplum ABD’nin umurunda değildi. Bunun sonucu Taliban iktidarı geri aldı. Benim için henüz yanıtlanmayan soru: “Taliban gerçekten de ılımlılaştı mı?” Taliban içinde değişik fraksiyonların olduğunu biliyoruz. İlan ettikleri hükümet her şeyin açık olduğunu gösteriyor. Daha önce gündeme gelen Taliban dışındaki kişilerin de hükümette olacağında dair sözlerin yerine gelmediği görülüyor. Kilit bakanlıklara yine eski yüzler, radikaller getirildi.
11 Eylül Alman dış politikasını da önemli ölçüde değiştirdi. Dönemin Savunma Bakanı Peter Struck, işgale katılmayı “Ülkemizi Hindikuş Dağlarında savunuyoruz” diye savunmuştu. Konu şimdi hükümet içinde nasıl tartışılıyor?
Peter Struck’un sözünü ettiğiniz açıklaması o zaman da gerçekten anlamsızdı. Olanlar bunu gösteriyor. Amacı, Afganistan’a asker göndermeyi meşrulaştırmaktı. Almanya’nın Afganistan işgaline katılması Alman dış politikasını temelde değişiklere yol açtı. Her şeyden önce o zamana kadar ülke sınırlarını savunma ordusu olan Bundeswehr (Alman ordusu) yurt dışına gönderildi. Savunma Komisyonunda Afganistan işgalinin temelden incelenmesi gerektiğini gündeme getirdim. Başlangıcından bitişine kadar incelenmesi gerekiyor. Çünkü, daha kısa bir süre öncesine kadar hükümet Afganistan’a askeri göndermeyi olumlu bir durum olarak sunmuş, biz de tersini savunmuştuk. İşgal için ordunun yapısını değiştirdiler.
Dönemin hükümet ortakları SPD ve Yeşiller, işgale NATO çatısı altında katılmıştı. Şimdi bu iki parti, koalisyon ortaklığı için Sol Partiyi NATO’yu tanımaya zorluyorlar. Sol Partinin NATO’yu tanıması bu iki parti için neden bu kadar önemli?
Afganistan’da bugün olanlar da bize NATO’nun bir savaş örgütü olduğunu, nükleer silahlara sahip olduğunu gösteriyor. Buna rağmen SPD ve Yeşiller, Sol Partiden NATO’u tanımasını istiyorlar. Burada somut bir durumdan kaynaklı bir talepten çok, tanıma oyunu söz konusu. Bunu kesinlikle reddetmek ve bu her iki partiye NATO’nun savaş politikalarını sürdürmek isteyip istemedikleri konusunda net tutum almaları çağrısı yapmak gerekiyor.
Yeşillerin Eş Başkanı Robert Habeck’in Ukrayna’da doğu cephesini ziyaret etmesi ve SPD’nin Başbakan Adayı Olaf Scholz’un askeri harcamaları artırmak için elinden geleni yaptığını söylemesi, her iki partinin savaş politikasını sürdürmek istediğini gösteriyor. Savaş politikasından yana olanlar Sol Parti için koalisyon ortağı olamazlar. Başbakanlık için aday gösteren her üç parti de askeri harcamaları arttırmak için adeta yarış içerisindeler.
Sol Parti liste başı adayları hafta içinde SPD ve Yeşiller ile muhtemel bir koalisyon için 100 günlük acil programı açıkladı. Programda NATO konusunda olumlu ya da olumsuz bir ifade kullanılmadı. Sol Parti, NATO konusunda sallantıda mı? Konu parti içinde nasıl tartışılıyor?
Bence acil program olumlu. Gelen eleştirilerde özellikle dış politika konusunda keskin ifadelerin kullanılmadığı belirtiliyor. Bu konuda önemli olan partinin kendi programı ve seçim programı. Acil programda yurt dışına silah satışının yasaklanması yer alıyor.
Seçim programında yurt dışına silah satışının yasaklanması, nükleer silahlanmanın durdurulması yer alıyor. Yurt dışı operasyonların, özellikle Mali, bitirilmesi talep ediliyor. Çok somut talepler var. Bu nedenle acil programa rağmen, hükümet ortaklığı için yapılacak muhtemel pazarlıklarda asıl temel alınması gereken seçim programıdır.
Sol Partinin sosyal konulara karşılık dış politikadaki ilkelerinden vazgeçmemesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Dediğim gibi bütün alanlar için genel olarak seçim programı temel alınması gerekiyor. Hem dış politika hem de sosyal konularda savunduklarımızı hayata geçirmemiz gerekiyor. Seçim programı dışındakiler elbette kabul edilemez.