11 Eylül 2021 00:45

Prof. Dr. Oğuz Oyan: İthalata bağımlı bir ekonomi enflasyonu da ithal eder

İktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan: "Gelir dağılımının sürekli bozulduğu, insanların sürekli yoksullaştığı bir dönemden geçiyoruz ve gidişat da bu yönde bir iyileşme olmayacağını gösteriyor"

Fotoğraf: AA&DHA

Paylaş

Cihan ÇELİK
İstanbul

İşten çıkarma yasağının kalkmasının ardından işsizlik yüzde 23,6’ya çıkarken, işsiz sayısı 8 milyon 421 bin oldu. Gençlerin işsizlik sorunu da sürdü. Türkiye ekonomisi yine istihdam yaratamadı. Sanayi Bakanlığı sanayide çalışan bir işçinin 1 yılda yüzde 22,8 daha fazla üretim yaptığını açıkladı. Sanayi işçilerinin reel ücreti 2020’de 112,5 birim iken 2021’de 106 birime düştü. 

İşsizlik, enflasyon ve istihdam rakamlarını Evrensel'e değerlendiren İktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan, "Son 3 yıldır yaşadığınız tahribat çok yüksek. İyileşme çok zayıf. Türkiye’nin geniş kesimi bir iyileşmeyi hissetmiyor bile. Çünkü ekonomik büyüme varsa bunun nimetlerinden asla yararlanmıyorlar. Bunu memur ve kamu sözleşmelerinde de gördük. Enflasyonun altında artışlara razı ediliyor insanlar. Gelir dağılımı sürekli bozuldu, insanlar sürekli yoksullaştı, bir bölümünün açlık çekmeye başladığı bir dönemden geçiyoruz ve gidişat da bu yönde bir iyileşme olmayacağını gösteriyor” dedi.

3.5 MİLYON YENİ İSTİHDAM HAYAL

Son açıklanan işsizlik rakamları bize ne gösteriyor?

İşsizlik rakamlarında TÜİK’in güvenilmezliğini bir tarafa bırakalım, hazirana kıyasla temmuzda olan artış bize şunu gösteriyor; haziran sonunda işçi çıkarma yasağı son buldu, bunun ilk etkisi işçi bulma kurumlarına yapılan başvuru sayısının ikiye katlanmasında görüldü. Bu da gösteriyor ki işten çıkarma yasağı tedbiri ortadan kalktığı andan itibaren sermaye kesimi işçi çıkarmaya hız vermiş ve işsizlik rakamları fırlamış. İşsizlik mevsimsel etkilerden çok etkilenir. Yazın normalde kışın az aktif olan faaliyetler daha aktiftir, tarım, turizm, taşımacılık, inşaat gibi.. Bakıyoruz temmuz ayında hazirana göre işsizlik artıyor. Bu Türkiye işgücü istatistikleri bakımından istisnai bir duruma işaret ediyor.

İkincisi, sadece dar anlamda işsizlik değil, geniş anlamda atıl işgücü denilen sayı da artmış vaziyette. Genç işsizlik de yüzde 23’lerde. Ama ilginç bir şey genç işsizlerin istihdamı yüzde 31’lerde. Ortalama istihdam yüzde 40’lardayken burada yüzde 30’larda. Bu istihdam düzeyi doğruysa gençlere ilişkin yüzde 23’lük bir işsizlik oranı çok düşük kalıyor. İstihdam eğer yüzde 31’deyse bu işsizlik rakamı çok daha fazla olmalıydı.

Dolayısıyla Türkiye’de çok ciddi bir işsizlik sorunu var. Çok ciddi bir genç ve kadın işsizlik sorunu var. Kadınların işgücüne katılım oranı çok düşük, Avrupa’nın en dibindeyiz, OECD ülkelerinde de son ikilerdeyiz. Böyle bir istihdam yapısıyla Türkiye’nin bir kalkınma programı uygulaması pek mümkün gözükmüyor. Çünkü bu işsizlerin en önemli bölümü de diplomalı işsizler. Çok yazık. İnsanları yetiştiriyorsunuz. Onlardan yararlanma zamanı geldiğinde de iş sağlayamıyorsunuz. Eğitim ve ekonomi politikanız tamamen yanlış.

Bütün bunlar Türkiye’de ciddi bir çözümsüzlük olarak kalıyor. Aslında bir fırsattır. Türkiye bu fırsat penceresini kaçırabilir. Çünkü doğurganlık oranı giderek düşen bir ülkedeyiz. Eğer sığınmacılar olmasaydı Türkiye 20 yıl sonra Avrupa nüfus dinamiklerine yaklaşacak bir ülkeydi. Gençleri istihdam etmenin büyük bir fırsat penceresi var ama Türkiye onu bile yapamıyor.

HEDEFLENEN BÜYÜMENİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ ÇOK ZOR

Orta Vadeli Program'da enflasyon ve işsizliğin düşürülmesi, üç yıl içinde de 3,5 milyon yeni istihdam yaratılması planlanıyor. İstihdam için de teşvik yağdırılıyor. Bu işe yarıyor mu? Türkiye neden istihdam yaratamıyor?

İstihdam rakamlarında kayıtdışı işgücü ile ilgili tahminler yapılıyor. Bunların bir bölümü hiç tahmin edilemiyor, özellikle sığınmacılar, göçmenler bakımından. Türkiye’de bu orta vadeli program 1 milyon 100 bin civarında bir istihdam artışı öngörmüş. Bu politikalarla bunu gerçekleştirmesi çok zor.

Zaten büyüme hedefleri de AKP’nin son dönemlerindeki büyüme temposunun çok üstünde kalıyor. Bunu gerçekleştirmesi çok zor. Dünya konjoktürü bakımından da çok zor. Türkiye’de yüzde 5’in altında bir büyüme varsa istihdam artmaz, azalır. Yüzde 5 büyüme hedefiyle ancak istihdamı koruyabiliyorsunuz. Bu sizin istihdamı yılda 1 milyon küsür artırmanıza izin vermez. Dolayısıyla orada aşırı iyi ya da iyimserin ötesinde manipülatif bir durum var.

SANAYİ VE TARIM SEKTÖRÜ YENİ İSTİHDAM YARATAMIYOR

Sanayi ve tarım sektörü yeni istihdam yaratamıyor. İstihdam yaratan tek sektör hizmetler sektörü kalıyor. Ancak pandemi dolayısıyla da birçok hizmet sektörü geriye çekildi. Ciddi anlamda işgücü kayıpları oldu. Bir miktar toparlanma oldu belki haziran sonrasında ama hemen bütün o geçmiş bir buçuk yıllık kaybı telafi etmek mümkün değil ve üstelik yaz sonu turizm sektöründe kayıplar devam edecek. Toparlanma imkanı çok sınırlı. Bunun 2022’ye sarkacak etkileri olacak. O yüzden bu istihdam hedefleri çok hayali gözüküyor.

Tarımda ve sanayide çok ciddi oranda sığınmacı istihdamı var. Ucuz iş gücü ile açık gedik kapatılıyor. Ancak bu toplumsal sürtünmeleri de artıyor. Bir taraftan kendi işsizliğiniz hat safhada, öbür taraftan sığınmacıların düşük ücretlerle istihdamı toplumsal infiale yol açmakta. Tepki gösterenler yanlış hedef seçiyor. Bu politikanın sorumlularını ve sermayenin kendisini hedef almaktansa kendi işçi kardeşlerini hedef alıyorlar.

SERMAYENİN AÇGÖZLÜLÜĞÜ

Mülteci hiç olmasaydı da bu sektörler yeterİ kadar istihdam yapamıyordu. Ama mülteciler geldikten sonra son 10 yıldır Türkiye sanayi daha düşük ücretlerle bir yarışa gitti. Bu durum Türkiye’yi giderek düşük teknolojili ürünlere mahkum eden ve teknolojik gelişmeden tamamen alıkoyan bir hale getirdi. Sermayenin açgözlülüğü var. Vasıfsız emeği düşük ücretlerle çalıştırmak üzerinden bir rekabet yaratmaya çalışıyor. Bu Avrupa’nın kıyısında olan bir ülke açısından talihsizlik. Çünkü siz daha yüksek vasıflı, yüksek ücretli daha teknoloji yoğun ürünler üretip rekabetinizi buradan kurabilirsiniz. İşin kolayına kaçan bir sermaye kesimi söz konusu. Türkiyeli işçilerin yerine sığınmacıları ikame ediyorlar.

Sanayide çalışan kişi başına üretim endeksi, yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22,8 yükseldi. Bu az kişiyle daha çok üretim yapıldığı anlamına mı geliyor?

Bir verimlilik artışı oldu, buna karşılık bir reel ücret artışı olmadı. Bu dönem geçen yıla kıyasla emeği daha etkili bir biçimde kullandıkları anlaşılıyor. Geçen yılın pandemi koşullarında bu döneme kıyasla belki daha yüksek riskler olmasa da risk algısı daha yüksekti. Muhtemelen ona kıyasla da şimdi önlemini aldı, daha organize oldu sermaye kesimi ve verimlilik artışını yükseltebildi. Tabi bu arada dünyada geçen yılda duran dış ticaret bu yılın ikinci çeyreğinde daha yüksek olduğu için ihracata dönük olarak tempo yükseldi. O nedenle de işçi verimliğinde ve sanayi üretiminde artışlar daha beklenenden fazla oldu.

EKONOMİ YÖNETİMİ BÜYÜK BİR AÇMAZ İÇİNDE

Enflasyon politika faizinin üstüne çıktı. Türkiye yeniden faiz-enflasyon tartışıyor. Merkez Bankası ve piyasalar ne yapmak istiyor, Erdoğan ne yapmak istiyor?

Merkez Bankası da Erdoğan da aynı hat üzerindeler. Merkez Bankası Başkanı şimdiye kadar Erdoğan’ı bir miktar ikna etti, zaman kazandı. Bundan sonra zamanının kalmadığını düşündüğü için çekirdek enflasyon bizim için önemli açıklamasını yaptı. Bu durum ekim ya da kasım ayında aşağı doğru bir faiz revizyonu olabileceği kuşkusunu besledi. Bu da hemen döviz fiyatlarına yansıdı. Enflasyonda baz etkisiyle bir miktar gevşeme olursa ekim kasım aylarında bunu hemen bu yönde kullanmaya hazır ve iştahlı oldukları görülüyor.

Türkiye böyle bir sarmala hiç girmemeliydi. Bu kadar yüksek faizlerle bile enflasyonu tutamıyorsunuz. Yüksek enflasyon da içeride yatırımları köstekleyen bir şey. Yüksek faizlere rağmen millet dolara kaçıyor. Dolarizasyon devam ediyor. Çünkü Türk Lirasında kalmanın kaybettirici olduğunu görüyor. Büyük bir açmaz içinde ekonomi yönetimi. Bu açmazı erken bir faiz indirimiyle daha büyük bir açmaza çevirebilirler.

"İTHALATA BAĞIMLI BİR EKONOMİ KURTULAMAZ"

Enflasyonun, işsizliğin ve yoksulluğun faizle çözülemeyeceğini ifade ediyorsunuz. Peki ne yapmak lazım?

Türkiye’yi ithalata bağımlı olmaktan çıkarmak gerekiyor. 20 yıldır yapmaları gereken şey bu. Bugün tarımda üretici üretimden kaçıyor. Yakında üretici bulamayacağız tarımda. Neden? Çünkü bu girdi fiyatları -ki bu fiyatlar dolara bağlı ve ayrıca dünya emtia piyasasında fiyatlar da yükseldi- ve dolar baskısı nedeniyle çiftçi üretim yapamaz hale geldi. İthalata bağımlı bir ekonomi enflasyonu da ithal eder. Kendi parası değer kaybettikçe, dünyada emtia fiyatları arttıkça, teknoloji ürünlerini satın aldığı için enflasyonu ithal eder. Düşük değerli ürünler ihraç edip yüksek değerli ürünler ithal ediyorsunuz, sürekli olarak fiyatlar makası aleyhinize çalışıyor. Böylesine ithalata bağımlı bir ekonomi kurtulamaz. Para politikalarını bağımsız yapamaz, dışa açık bir ekonomi olduğu için faizleri ve kurları aynı anda ayarlayamazsınız. Bunu yapmaya çalıştıkları için de 3 yılda 3 döviz krizi yaşadık.

Dolayısıyla ne yapmalı? İthalata bağımlı olmaktan çıkmalı, kalkınma planlamacılığını hatırlamalı, kamucu politikalara dönüşü mutlaka gerçekleştirilmeli. Daha yüksek teknoloji bileşimi olan ürünlere yönelmeli, vasıflı emek ve daha yüksek ücretli emek üzerinden dünya rekabetine soyunmalı. Türkiye’yi ucuz emek diyarına dönüştürmek, Türkiye’yi az gelişmişliğe mahkum etmektir.

TAHRİBAT ÇOK YÜKSEK, İYİLEŞME ÇOK ZAYIF

Türkiye ekonomisini ne bekliyor?

Orta Vadeli programda yazılan hedeflerin kadük olduğunu, geçersiz olduğunu, 2020 hedeflerinin tutmadığını göreceğiz. Bu yıl baz etkisiyle yüksek bir büyüme gerçekleşebilir. İkinci çeyrekteki kadar olmasa da 3. ve 4. büyüme rakamları ortalama olarak yüksek gelebilir. Toplamda yıl sonunda yüzde 9 büyüme hedefi koydular, bu olabilir. Ama bu yüzde 9 hedefini tuttursanız bile 3 yıl önceki milli gelir düzeyine ulaşmanıza izin vermiyor. Çünkü son 3 yıldır yaşadığınız tahribat çok yüksek. İyileşme çok zayıf. Türkiye’nin geniş kesimi ailelerin büyük bölümü böyle bir iyileşmeyi hissetmiyorlar bile. Çünkü ekonomik büyüme varsa bunun nimetlerinden asla yararlanmıyorlar. Bunu memur ve kamu sözleşmelerinde de gördük. Enflasyonun altında artışlara razı ediliyor bu kesimde çalışanlar. Gelir dağılımının sürekli bozulduğu, insanların sürekli yoksullaştığı, bir bölümünün açlık çekmeye başladığı bir dönemden geçiyoruz ve gidişatta bu yönde bir iyileşme olmayacağını gösteriyor. Türkiye gelir dağılımı daha da bozulan, dolarizasyonu daha da artan ve Türk Lirasının değeri daha da istikrarsızlaşan bir ekonomi ve daha da dışa bağımlı bir ekonomi haline geliyor. Bunu iktidarın seçimlere kadar falan aşması mümkün gözükmüyor.

ÖNCEKİ HABER

Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları 2 ay daha eğitimden uzak kalacak

SONRAKİ HABER

Diyarbakır Çocuk Cezaevi’nde psikolojik ve fiziksel şiddet

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa