12 Eylül 2021 00:01

Avrupa'nın Gündemi | Almanya seçimlerinde antikomünist propaganda

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Almanya'da 26 Eylül seçimleri öncesi sola karşı propaganda tartışması, Fransa'da 5 Ekim grevi çağrıları ve İngiltere'de hükümetin sosyal saldırı politikası var.

Kolaj: Evrensel

Paylaş

Almanya’da 26 Eylül’de yapılacak federal meclis seçimleri öncesi Birlik partileri CDU-CSU, 100 günlük programla resmen “Biz hükümete adayız, tehlikeli değiliz” diyen Die Linke/Sol Parti’ye karşı bir kampanya başlattı. Amaç SPD’nin Sol Parti’yle iş birliği yapmasını engellemek.

Kovid-19 sağlık krizi devam ederken, koşulları değerlendiren Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve hükümeti saldırı politikalarını hızlandırıyor. Ülkenin önemli işçi ve emekçi konfederasyonları özellikle 5 Ekim’de olmak üzere farklı sektörlerde mücadele ve grev günü ilan etti. CGT, FO, FSU, Solidaires, UNEF, UNL Sendikaların Ile-de-France (Paris ve banliyösü) Bölge örgütleri 5 Ekim’de grev ve gösteriler yoluyla bir günlük mücadele ve eylem çağrısında bulundular. Taleplerin başında ücretlerde artış, emeklilik ve işsizlik sigortası reformlarından vazgeçilmesi geliyor.

Britanya’da hükümet krizin yükünü emekçi kesime yükleme politikalarına hızla dönüş yaptı. Yıllardır fon kesintileri ve pazar manevralarıyla hızla özelleştirilen Ulusal Sağlık Kurumu (NHS) ve sosyal bakım sektörüne destek amacıyla ulusal sigorta primlerinde (NIC’ler) yapılacak artış yine yoksul ve emekçi kesimi etkileyecek.


KIZIL ÇORAPLAR

Heribert PRANTL
Süddeutsche Zeitung

On yıllardır antikomünizm, Batı Alman toplumunun tutkalıydı. Hâlâ politik araç olarak kullanılmaya uygun mu?

Olaf Scholz 1975’te SPD’ye katıldığında sevimli bir lise öğrencisiydi. O zamanki SPD başbakanının adı Helmut Schmidt idi. Hevesli bir piyasa ekonomistiydi ve başbakanlık makamında bir dünya ekonomisti olmak için olgunlaştı. 1976 federal seçim kampanyasında Helmut Schmidt’e, Kohl’un CDU’su (Hristiyan Demokrat Birlik) tarafından “Ya Özgürlük ya Sosyalizm” ve Strauss’un CSU’su (Hristiyan Sosyal Birlik) tarafından “Sosyalizm yerine özgürlük” sloganıyla karşı çıkıldı. O dönemde CDU ve CSU, Willy Brandt tarafından başlatılan yeni Doğu Politikası’nı sürdürdüğü için Schmidt hükümeti dünya komünizmiyle anlaşma yapıyormuş gibi davrandılar. Bu işe yaradı, Birlik oylarında net bir artış yaşandı, ancak FDP (Hür Demokrat Parti) SPD’yi (Sosyal Demokrat Parti) desteklediği için hükümet kuramadı. Seçim akşamı FDP İçişleri Bakanı Werner Maihofer, “Sosyalizm yerine özgürlük safsatası işe yaramadı” dedi.

45 yıl sonra Birlik, şimdi de SPD başbakan adayı Scholz’a saldırmaya çalışıyor: Seçim kampanyasına eski sloganların yeni bir karışımını döküyor. Dünya komünizmi ve Doğu Bloğu artık yok olsa bile, kırmızı-yeşil-kırmızı (SPD-Yeşiller-Sol Parti), sola kayma ve sol cephe konusunda uyarıyor; Erich Honecker’ın dirilişinin yakın olduğu gibi bir hava yaratılıyor. SPD’nin başbakan adayına Yeşiller ve Sol ile ittifaktan kesin olarak vazgeçmesi dayatılıyor. Böyle bir şey SPD’nin neredeyse oy birliğiyle alınan 2013 tarihli parti kongresi kararıyla çelişecek ve Scholz bunu yapmak istemiyor, çünkü FDP’yi SPD-Yeşiller-FDP koalisyonuna kazanmak için şantaj unsuru olarak kırmızı-yeşil-kırmızı ittifakına ihtiyacı var. Tabi aynı zamanda bir alternatif olarak da.

Bu hesaba karşı söylenecek bir şey yok. Ancak gerçek bir kırmızı-yeşil-kırmızı ittifakı bile dünyanın sonu değil, “adalet” kelimesinin yeni bir kesinlikle yazıldığı, muhtemelen toplumu ve parlamentoyu canlandırıcı bir deney olurdu. Sol, Mecklenburg-Vorpommern, Berlin, Bremen, Brandenburg ve Thüringen eyaletlerinde yönetme yeteneğini kanıtladı. Gysi ve Ramelow gibi insanlarla devlet yönetebilirsiniz.

On yıllardır Batı Alman toplumunun çimentosu olan komünizm karşıtlığı, politik araçsallaştırmaya hâlâ uygun mu? Ekonomik mucize, Batı ile bağlar, Nazi rejiminin görevlilerinin entegrasyonu; bunların hepsi eski Federal Almanya Cumhuriyeti’nde anti-komünizm temelinde işledi. İç politika zirvesi KPD (Almanya Komünist Partisi) yasağı olan Soğuk Savaş sırasında doruk noktasına ulaştı. 65 yıl önce, 17 Ağustos 1956’da beş yıllık isteksizliğin ardından Federal Anayasa Mahkemesi, Adenauer politikasının baskısına boyun eğdi: Karlsruhe, o zamanlar zaten önemsiz olan KPD’nin anayasaya aykırı olduğunu ilan etti ve zorunlu olarak kapatılmasına karar verdi.

Sonuç olarak, Batı Almanya’da bir zulüm dalgası başladı; Komünist olmak, geriye dönük olarak bile ceza gerektiren bir suç olarak kabul edildi. Toplama kampından kaçan Hitler’e karşı eski kızıl direniş savaşçıları, kendilerini genç cumhuriyetin hapishanelerinde buldular, gamalı haçları cüppelerinden yırtan yaşlı yargıçlar tarafından mahkum edildiler. Bu davalar, Federal Alman yargısının övünülen belgeleri arasında yer almıyor. Bunlar, örneğin 1972’deki radikal kararname (SPD tarafından başlatılan) ve meslek yasakları gibi on yıllar boyunca etkisi olan dönemin ruhunun bir ifadesiydi.

1976’daki “Sosyalizm Yerine Özgürlük” sloganı bu ruhun bir ifadesiydi. 1994 ve 1998’de “kızıl çoraplar”a karşı bir kampanya olarak yarı yarıya başarılı bir şekilde yeniden gündeme getirilebildi. Dönemin CDU Genel Sekreteri Peter Hintze, afişleri sundu: Bir çamaşır ipinin üzerine yeşil bir mandalla asılmış kırmızı bir çorap görülüyordu. Bu, 1994’ten 2002’ye kadar SPD’nin Saksonya-Anhalt Başbakanı olan ve Sol Parti’nin selefi olan PDS’nin yardımıyla eyaleti yöneten ilk hükümet başkanı olan Reinhard Höppner’i hedef alıyordu. Daha sonra Höppner, Protestan Kilisesi Kongresi’nin başkanı oldu. Solun şeytan olarak görülmekten çıkarılmasında büyük rol oynadı. Anayasa Mahkemesi onu haklı çıkardı: 2013’te Bodo Ramelow gibi milletvekillerinin Anayasayı Koruma Dairesi tarafından gözlemlenmesini yasakladı. Bir yıl sonra Ramelow eyalet başbakanı oldu.

Sosyal demokrasi solla iş birliği yapabilir mi? Uzun yıllar boyunca SPD, bunu yaparsa oylarının azalacağından korktu. “Sosyalizm” söz konusu olduğunda, dedesinin doğum gününde yaptığı sözde modası geçmiş konuşmasından utanan torun gibi davrandı. Willy Brandt bu görüşte değildi. Onun için sosyalist ve sosyal demokrat aşağı yukarı aynıydı. Bu şekilde duygusal olarak SPD’nin toparlanmasını sağladı. Yeni parti programı üzerindeki tartışmanın gösterdiği gibi, Brandt sonrası SPD bu konuda başarılı olamadı: Dönemin Genel Sekreteri Scholz “demokratik sosyalizm” kavramını programdan silmek istedi ancak tabanın direnişinden sonra programda kaldı.

Birlik, aklına daha iyi bir şey gelmedikçe yeni çorap kampanyaları düzenlemeye devam edecek. Scholz-SPD’nin bundan korkmasına gerek yok. Sadece kendi korkulu davranışlarından ve sözünden vazgeçici açıklamalarından korkması gerekir.

(Çeviren: Semra Çelik)


FRANSA’DA 5 EKİM: SOSYAL GERİLEMELERİ BİR SON VERELİM!*

CGT, FO, FSU, Solidaires, UNEF, UNL Sendikaların Ile-de-France Bölge örgütleri 5 Ekim’de hem kamu hem de özel sektördeki tüm işçileri, gençleri ve emeklileri grev ve gösterilerle seferber olmaya çağırıyor. 18 aydır hükümet ve işverenler sağlık krizini kullanarak toplumsal kazanımlara, işçi haklarına, bireysel ve toplu özgürlüklere saldırarak eşitsizliklerin ve sosyal dışlanmanın artmasına neden oluyorlar.

CGT, FO, FSU, Solidaires, UNEF, UNL Sendikaların Ile-de-France Bölge örgütleri hükümetin kamu sağlığı konusundaki ihmalkar tutumunu, devlet hastane ve kamu hizmetlerinde devam eden yıkımı ve bundaki sorumluluğunu unutturmaya çalıştığını teşhir ediyor; fişleme ve iş yasası ile işçilerin haklarının çiğnenmesinin sürdürülmesini mümkün kılan yeni bir yasal araç olarak kullanılan sağlık pasaportuna karşı olduklarını bir kez daha haykırıyor ve işçilerin bundan dolayı maddi olarak cezalandırılmasına karşı çıktıklarını ilan ediyor.

Örgütler var olan mücadeleleri aşırı sağın ve bir avuç Yahudi düşmanının ele geçirme girişimlerine şiddetle karşı çıkıyorlar. Gericiler bu mücadelelerde hoş karşılanmıyorlar. Örgütler kovide karşı aşıların yanı sıra ilaçlar üzerindeki patentlerin kaldırılmasını ve hem Fransa’da hem dünya çapında herkesin bunlara ulaşmasını, ayrıca kamu araştırmaları için kaynaklar sağlanmasını talep ediyor.

Örgütler çalışanları rekabete sokmak için sosyal güvencesizliğin alet edilmesini kınıyor (okulların açılmasıyla kamu eğitiminde 5 binden fazla sözleşmeli çalışan öğretmenin sözleşmesi yenilenmedi). Öğrenciler için, doğrudan yardıma yapılan yatırımlar son yıllarda azaldı, en son yapılan gerileme üniversite kantinlerinde herkes için 1 avroluk yemeğin ortadan kaldırılmasıydı.

Örgütler 1 Ekim’de yürürlüğe girmesi gereken işsizlik sigortası ve hükümetin yapmak istediği reformlar listesine yeniden eklenen emeklilik karşı reformların iptal edilmesini talep ediyor; tüm sendikalar, konuyla ilgili yeni bir müzakere sürecine girmeyi reddettiklerini belirttiler.

Devlet başkanı (kimi meslek dallarına) özgün emeklilik rejimlerini ortadan kaldırma niyetini gündeme getirerek provokasyonla cevap verdi. Böyle bir önlem uygulanırsa, Bölge örgütleri işçileri kararlılıkla mücadele etmeye çağırır.

Örgütler iş yerlerinde, tüm hizmet sektörlerinde çalışan işçi, emekçi ve memurları, sendikalarıyla genel kurullarda buluşmaya, taleplerinin hayata geçmesi için toplu eylem biçimlerini düzenlemeye davet ediyorlar.

CGT, FO, FSU, Solidaires, UNEF, UNL Sendikaların Ile-de-France Bölge örgütleri Hükümetin toplumsal gerileme politikasını engellemeyi amaçlayan tüm mücadelelere, özellikle de ulusal eğitimdeki 23 Eylül grevi ve 1 Ekim’de emeklilerinin yürüyüşlerine katılmaya çağırıyor.

Örgütlerin talepleri:

  • Ücretlerin, asgari ücretin ve kamu hizmetinde memurların maaşlarını belirleyen indeks noktasının, emeklilik maaşlarının, sosyal yardımların ve öğrenci burslarının arttırılması.
  • Herkes için gerçek iş ve yaşanabilir bir maaş, özellikle de en ön cephede olduğu belirtilen meslekler için ve kadın-erkek arasında mesleki eşitliğin sağlanması
  • Emeklilik ve işsizlik maaşlarına karşı reformların temelli terk edilmesi
  • İşten atmaların durması ve iş yasasına ve kolektif garantilere yapılan derogasyonların son bulması.
  • Kamu hizmetlerinde servislerin kapanmasının, istihdamın yok edilmesinin, kamu hizmetlerinin dağıtılmasının ve özelleştirmelerin sona ermesi ve kaynaklarının güçlendirilmesi.
  • Şirketlere verilen kamu yardımlarının istihdam yaratan ve var olanları koruyan sosyal ve çevre normlarına bağlanması.
  • Gençlere olduğu gibi emek dünyası için var olan tüm hak ve özgürlüklerin yeniden yürürlüğe girmesi, başta “global güvenlik” yasası ve “iç güvenlik” kararnamelerinin iptal edilmesi.
  • İstihdama ve meslek formasyonu gören gençlerin yaşamlarına dayatılan sosyal garantisizliğin durması ve kapsamlı bir öğrenim bursu politikasının hayata geçirilmesi
  • Gençler için kantinlerde 1 avroya yemek verilmesinin yeniden yürürlüğe girmesi

5 Ekim’de tüm emekçiler sokaklara!

*Sendikaları ortak açıklaması

(Çeviren: Diyar Çomak)


BRİTANYA: SOSYAL BAKIM VE EMEKLİ MAAŞLARININ FATURASINI İŞÇİLERE ÖDETMEK SON DERECE ADALETSİZ

Alfie STIRLING
The Guardian

Ulusal sigorta primlerine (NIC’ler) ilişkin balı günkü duyurular, çalışma yaşındaki yetişkinlerin ezici bir çoğunlukla emeklilik çağındaki bakım için orantısız bir şekilde ödeme yapmasına yol açacak. Aynı gün, bakanlıklardan 2024’e kadar her yıl “öncelikli olmayan” hizmetlerde yüzde 5 kesinti planlamaları istendi. Birkaç hafta içinde Covid izin planı feshedilecek ve tahmini 1,9 milyon personel etkilenecek. Ve ekim ayına kadar, evrensel krediye güvenen 4,2 milyon hane, Birleşik Krallık tarihinde yardımlarda bir gecede yaşanan en derin kesintiyle yüzleşecek.

Adaletsizlik duygusu artıyor. Günümüz İngiltere’sinde paranızı nasıl kazandığınız önemlidir. Yaşamak için kazancınıza güveniyorsanız, hükümet sizden sosyal bakım masraflarına yüzde 2,5’lik fazladan katkıda bulunmanızı istedi. Temettü olarak ödenirseniz yüzde 1,25’lik fazladan katkıda bulunmanız istendi. Ancak gelirinizi faiz, kira, sermaye kazançları veya emeklilik maaşı olarak alırsanız, yeni vergiden fiilen muaf olursunuz.

Kuşaklar arası adaletsizlik hissi, devlet emekli maaşı üzerindeki sözde “üçlü kilit”in bir yıl süreyle askıya alınmasına rağmen büyüyecek gibi görünüyor. Mevcut sistemde emeklilik talepleri ortalama kazanç, TÜFE enflasyonu veya yüzde 2,5 arasında en yüksek olanı oranında artışı garanti eder. Ancak, resmi kazanç ölçütünün ilkbahara kadar olan 12 aylık dönemde yüzde 8’den fazla artacak oluşu bunu sürdürmeyi zorlaştırdı. Bu, devlet emekli maaşında otuz yılın en yüksek yüzde artışına yol açacaktı.

Bunun yerine, devlet emekli maaşının Nisan ayında ya yüzde 2,5 ya da enflasyon (hangisi daha yüksek-se) oranında artacağı açıklandı.

Toplumun bazı kesimleri için temel güvenlik ağını iyileştirmek artık gerekli olmayabilir. Ancak, Joseph Rowntree Vakfı’nın asgari gelir standardına göre, haftada 180 sterlinlik yeni devlet emekli maaşı bile, tek bir emeklinin kabul edilebilir bir yaşam standardı yaşaması için gereken harcanabilir gelirin 11 sterlin altına düşüyor. Tesadüfen, bu yaklaşık yüzde 8’lik bir eksik.

Bu, evrensel kredi veya diğer yardımlarla yaşayan birçok çalışma çağındaki ailenin karşılaştığı eksikle karşılaştırıldığında mütevazı. Emekliler artık eskisi gibi hane halkı gelir dağılımının en alt noktasında yoğunlaşmıyorlar. Ancak bu tam olarak, emeklilik yaşının üzerindekiler için asgari gelir tabanını şimdi neredeyse kabul edilebilir bir düzeye çıkaran emeklilik maaşının on yıllar boyunca yükseltilmesinin bir göreceli başarı öyküsü.

Bu, mevcut üçlü kilit tasarımının hiçbir şekilde mükemmel olduğu anlamına gelmez. Salgının kazançlar üzerindeki etkisinin gösterdiği gibi, keyfi istatistiksel etkilere karşı savunmasızdır. Ancak, devlet emekli maaşının enflasyondan daha hızlı büyümeye devam etmesine izin verme ilkesi iyi bir ilkedir. Bunu yapmanın daha da iyi bir yolu, belirli bir tarihe kadar asgari bir gelir standardını açıkça hedeflemek için yükseltme politikasını değiştirmek olabilir.

Yaşam standartlarındaki kriz göz önüne alındığında, hakların zaman içinde yaşam maliyetinden çok daha hızlı artabilme olasılığı refah devletinin diğer alanlarına genişletilmesi gereken bir şeydir. Ger-çekten de çalışma çağındaki refahı makul bir asgari gelir standardını karşılayacak bir reform geçim geliri planlarının merkezinde yer almalıdır.

Bu aynı zamanda takasların varlığını inkar etmek değildir. Ekonomik kaynakların sıfır toplamlı bir oyuna ulaştığı ve birinin takkesinin öbürüne giydirilmesi gereken zamanlar vardır. Ancak, mali açıdan esnek bir kamusal alan inşa etmenin, yetersiz finanse edilen bir güvenlik ağını bir başkası için ödeme yapmak üzere sınırlamaktan çok daha etkili yolları vardır.

Örneğin, servetten elde edilen gelirin –temettüler, faiz, kira ve emeklilerinki de dahil olmak üzere sermaye kazançları– işten elde edilen kazançlardan karşılaştırılabilir bir temelde vergilendirilmesi hem ekonomik açıdan verimli hem de son derece ilerici olacaktır. Emeklilik katkı payları üzerindeki mevcut vergi indirimini sabit bir vergi oranıyla değiştirmek, bunu en çok karşılayabilenleri hedefleyen emekli gelirlerinden daha fazla katkı talep etmenin daha iyi bir yolu olabilir.

Veya, NIC’lerle başlamamız gerekirse, üst kazanç sınırını kaldırmak -daha yüksek kazananların yüzde 12 yerine sadece yüzde 2 NIC ödediği eşik- yılda 50 bin sterlin üzerinde kazananların asgari ücretli birinden daha düşük marjinal oran ödemesi yapmasını engelleyecektir. Bu seçeneklerin her biri, tek başına hükümetin NIC’lere yönelik kendi reformlarına denk gelebilir.

İkinci Dünya Savaşından sonra gördüğümüz gibi, büyük bir ekonomik ve halk sağlığı krizinden çıkmak, nesiller arası eşitsizliği ele almak için nadir bir fırsat sunuyor. Ancak mevcut kanıtlara göre, hükümetin böyle bir başarıya pek iştahı yok gibi görünüyor.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

AYM’den barış bildirisi nedeniyle ihraç edilen akademisyenler lehine ihlal kararı

SONRAKİ HABER

İsrail Başbakanı Bennett, uluslararası camiayı İran'a karşı harekete geçmeye çağırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa