Çekiçle sinema yapmak: Emin Alper
Dilara Bilgisel, Yönetmen Emin Alper'in sineması üzerine yazdı: Nietzsche’nin çekicini elinde tutan en önemli yönetmenlerden biri de Emin Alper.
Film afişleri | Kolaj: Evrensel
Dilara BİLGİSEL
Modernite tarihini henüz on dokuzuncu yüzyılda tersten okuyan Nietzsche, filozof karakterini, elinde çekiç tutan birinin imgesiyle özdeşleştirmişti. Anlaşılmak için, bir sonraki yüzyılın gelmesini bekleyen ve Avrupa felsefesine ilham veren bu ifade, aynı yüzyıl içinde sanata da sıçrayarak, verimi günümüze kadar ulaşan geniş çaplı bir etki yarattı. Konforuna düşkün çağa ve tüm bürokratik imkansızlıklara rağmen, son on yıldır iradeli adımlarla büyüyen ülke sinemasında, Nietzsche’nin çekicini elinde tutan en önemli yönetmenlerden biri de Emin Alper.
2012’de vizyona giren ve on altı ödül toplayan Tepenin Ardı oldukça başarılı bir ilk film olarak kabul gördü. Kırsalda yaşayan huysuz dedelerini ziyarete giden iki oğul ve babalarının doğayla imtihanını, şaşırtmaktan imtina etmeyerek anlatıyor. Ondan üç yıl sonra gelen Abluka, yirmi yıldır hükümlü Kadir’in, milli istihbarata ajanlık yapma kaydıyla, şartlı tahliye edilmesini ve kardeşi Ahmet’in yanına dönüşünü sahneliyor. 2019’da vizyona giren Kız Kardeşler ise, kasabada yaşayan zengin ailelere besleme olarak verilen üç kız kardeşin yeniden bir araya gelişinin hikayesi. Bu filmlerde ele alınan toplumsal meseleler, belirli bir kesimin veya görüşün çığırtkanlığını yapma amacını taşımaktan uzaklar. Yaptıkları şey, aslında, karakterlerinin yanı sıra, ışık ve mekan kullanımlarıyla da, sadece iktidar zehirlenmesine ve insanın evrimsel zaaflarına değil, genel geçer anlatı kurallarına da başkaldırmak.
Günümüz dizi kültüründe ve büyük gişe rakamlarına oynayan sinema yapımlarında mutlaka başrolde bulduğumuz, alenen kötü işlere bulaştıklarında bile seyirciyi peşlerine takan karakterlerin, Emin Alper filmlerinde yeri yok. İzleyende sempati ya da acıma hissi uyandıracak tek tük karakter, hikayelerin çekirdeğinde değil, dış çeperinde yer alıyor. Şahit olduğu manzaranın karşısında yüzünün aldığı unutulmaz halle, Tepenin Ardı’nın Sülü’sü, Kız Kardeşler’in takla delisi Hatice’si ve Abluka’nın, belki de kayıp olmasıyla, doksanlar Türkiye’sinin en çok unutulmak istenen yüzünü hatırlatan Veli Abi’sinden başka, arkasında durabileceğimiz, izlediği yoldan gidebileceğimiz hiçbir karakter yok.
Filmlerin ana karakterlerinin hepsi ise birer yabancı. Bunlar, nerelerinden tutsak elde kalan, popüler tabirle, antikarakterler. Tüm maddi ve manevi eksiklikleriyle, aslında insanlığın genel durumunun birer örneği olan bizlere birebir benziyorlar ve çekici izleyicinin kafasına indirmeleri de işte bu şekilde gerçekleşiyor. Tepenin Ardı’nda, bir sis bulutu gibi, inceden yayılan gerilimin temel unsurlarından biri, filmi izledikçe, önce tanıdığımız insanlara ve belki sonra, kendimize de benzettiğimiz karakterleri. Seyirciyi pürdikkat tutmak için güzel, gururlu ya da namuslu olmaya gerek duymuyorlar. Bazen göstere göstere, bazen de el altından verdikleri şaibeli kararlarla, kendileriyle oynadıkları aldatmaca oyunlarıyla ve her şeyden önemlisi, bilinçli hayatlarını işgal eden rüyaları ve kabuslarıyla, seyirciye ayna tutuyorlar.
Karakterlerin birer figürana dönüştüğü Emin Alper filmlerinde, ışık ve mekan ise, başlı başına birer karakter teşkil ediyor. Filmlerin vurduğu çekiç darbesini güçlendiren atmosferi beslemekle kalmıyor, insanı anlamak için insanın yetersiz kaldığı yerde, kasten devreye giriyorlar. Abluka’nın açılış sahnesi, yüksek tavanlı bir odanın tavanına bağlı iplerden aşağı sarkan bir dizi floresanın geniş açıyla çekilmiş karesi, ki bu bir tesadüf değil. Filmin ana karakteri, taze muhbir Kadir’in girip çıktığı istihbarat lokasyonlarında, aynı ışık kaynağını tekrar ve tekrar görüyoruz. Floresanın kör eden fakat aydınlatmayan beyaz ışığının bir uzantısı olan sokak lambalarının ışığı, tepeden bakan, iş görmek değil, gözetlemek peşinde, güvenilmez bir güç kaynağı rolünde. Bu beyaz ışığın hasmı olan ateş ise, filmin iktidara oynayan öteki ayağını temsil ediyor. Geceleyin sokak aralarında kurulan seyyar tezgahların etrafındaki karanlığı yumuşatan kızıl-sarı bu ateşle, metal çöp kutularının içini boyayan ateş, aynı el tarafından yakıldıklarını düşündürüyor.
Abluka’daki tüm iç ve dış mekanlar, yalnızca Kadir’in hapisten çıkışını değil, yaşamın tamamını bir şartlı tahliye durumu olarak kodlarken, Tepenin Ardı, benzer bir kapalı alan baskısını, kırsal dış mekana transfer ediyor. Burada doğa, insanın hem ezeli ve ebedi düşmanı hem de onun kendi içinde yaşadığı iktidar çelişkisinin başlangıç noktası olarak karşımıza çıkıyor. Bir tür travma sonrası stres bozukluğu yaşadığını tahmin ettiğimiz Zafer’le, genç ağaçlar arasında kurulan köprü, tematik bir detay olmanın ötesine geçerek, filmi sonuna kadar götüren olay örgüsünü oluşturuyor. Tepenin Ardı, sıradan hikaye ve çatışma mekaniğine göre değil, ağırlıklı olarak mekandan ve ışıktan ibaret imgelerin çizdiği yoldan, seyircisini bir yabancılaşma hissine düşürerek ilerliyor. Film, doğal ışığı var olan en saf haliyle alan bu imgelerin içinden geçiyor ve kamera lensinin, dostun da düşmanın da başından beri kendisi olduğunu itiraf etmesiyle sonlanıyor.
Son uzun metraj, Kız Kardeşler’in ana mekanı olan dağ köyü ve onu çevreleyen sapa arazi ise, ilk iki filmdeki ögeleri barındırmak suretiyle, bir şey daha yapıyor. Gerçeği kurgudan ayıran dördüncü duvarı yıkıyor. Doğayı yalnızca bir düşman değil, kaçınılmaz bir son ve onun tekerrürü olarak anlatıyor. Filmin en tehditkar karakterleri olan iki eşkıya, sordukları “bu davarlar kimin,” sorusuyla, doğanın mülkiyete karşı gelen ve önünde sonunda ona el koyan kimliğini temsil ediyor. Filmin kilit sahnelerinde, adeta bir çift ölüm meleği olarak görünüp kayboluyorlar. Bir yanda çaresizlik ve ölüm fakat öteki tarafta kendini sürekli tekrar eden bir hikayenin bir parodisiyle, film sonlanıyor. Kültür Bakanlığından alamadığı desteğe rağmen, 2019’da Berlinale’nin ana yarışmasında yarışan Kız Kardeşler, yalnızca karakterleriyle değil, bir karşı-hikaye oluşuyla da yedinci sanata çekicini indiriyor.
Emin Alper, yeni tayin olduğu İç Anadolu kasabasına su götürmek için mücadele eden genç bir savcının hikayesi olduğunu bildiğimiz dördüncü uzun metrajı Balkaya’nın çekimlerine, geçtiğimiz haziran ayında başladı. Biz de bir çekiç hayaliyle, bekliyoruz.