12 Eylül 2021 00:58

Aydın Çubukçu: "Bugünkü rejim, 12 Eylül’ün elinde kılıçla cami minberine çıkmış hali"

Fatih Polat, üzerinden 41 yıl geçse de, çok boyutlu etkileri devam eden 12 Eylül askeri darbesinin siyasal etkilerini Yazar Aydın Çubukçu ile konuştu.

Fotoğraf: AA

Paylaş

SUNU:

12 Eylül’ün üzerinden tam 41 yıl geçti… TRT Radyosunda 12 Eylül sabahı İstiklal Marşı’nın ardından çalınan Harbiye Marşı ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzalı Milli Güvenlik Konseyi ‘bir numaralı’ bildirisinin okunmasıyla, Türkiye’nin yakın tarihini derinden sarsan darbe resmen ilan edilmiş oldu. Bazı rakamlara bakmak, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı tahribatın boyutlarını gözler önüne sermek için yeterli: 650 bin kişi gözaltında alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 210 bin dava açıldı. Bu davalarda 230 bin kişi yargılandı. 7 bin idam kararı istenirken, 517 idam cezası verildi. 50 kişinin cezası infaz edildi. 12 Eylül işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde uygulanan politikalar nedeniyle de katıksız bir ‘sermaye darbesi’ydi. Üzerinden 41 yıl geçse de 12 Eylül askeri darbesi sadece bir geçmiş, acılar ve zulümden ibaret değil. Darbeden bugüne uzanan süreçte politikadan ekonomiye, hak mücadelelerinden kültür-sanat alanına kadar birçok alan hâlâ darbenin izlerini yaşıyor. 12 Eylül’ü birçok yanıyla işlediğimiz ve 4 gün sürecek "12 Eylül: Dün, bugün, yarın" dosyamız bugün Fatih Polat'ın Gazeteci-Yazar Aydın Çubukçu'yla yaptığı röportajla başlıyor. 


Fatih POLAT

Üzerinden 41 yıl geçse de, çok boyutlu etkileri devam eden 12 Eylül askeri darbesinin siyasal etkilerini Yazar Aydın Çubukçu ile konuştuk. Örgütlü mücadeleye dayalı geçmişi ile darbelerin hem hedefi olmuş, hem de onlarla mücadele etmiş bir isim olan Çubukçu, 12 Eylül askeri darbesini klasik anlamda faşizm kavramının içini dolduran “Kristalize olmuş bir tekelci burjuva hareketi” olarak tanımlıyor. Toplumu sindirmeyi ve örgütsüzleştirmeyi esas alan 12 Eylül’ün bugün AKP ile devam eden siyasal İslam’ın önünü açtığını vurgulayan Aydın Çubukçu, “Bugünkü rejim, 12 Eylül’ün elinde kılıçla cami minberine çıkmış halidir. Aslında, Erdoğan’ın 12 Eylül’den öğrendikleri arasında belki de en işlevlisi budur. Dinsel ideolojiyi uzun zaman bir siyasetin dayanağı olarak kullanmak, hem siyaseti hem ideolojiyi yıpratır. Bu etkisizleşmeyi dengelemek ancak zor kullanarak mümkün hale gelir” diyor.

Türkiye’nin siyasi tarihinde pek çok askeri müdahale ve darbe görüyoruz. 12 Eylül’ün diğer bütün bunlardan farklı bir özelliği var mı? 

12 Eylül’ün ayırt edici özelliği, doğrudan toplumu hedef almasıydı. Diğer darbeler ya da muhtıralar, bir hükümete ya da herhangi bir hükümetin güncel politikalarına karşı yapılmışken, 12 Eylül, “Toplumu hizaya getirme” amacı güdüyordu. Gerçi bu bakımdan 12 Mart 1971 darbesiyle ortak bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. O zaman Genelkurmay Başkanı olan Memduh Tağmaç, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” demiş ve darbenin hedefinin bu “uyanış” olduğuna işaret etmişti. Ne var ki, 12 Mart 1971 sonrasında, toplumsal muhalefetin, sinmek bir yana daha da yaygın ve güçlü bir biçimde ayağa kalkışına tanık olduk. 12 Eylül, birçok siyasal gözlemcinin işaret ettiği gibi, 12 Mart’ın eksik bıraktıklarını tamamlamayı amaçlıyordu. Bence darbeciler açısından eksik kalan en önemli unsur, “sosyal uyanış” probleminin halledilmemiş olmasıydı. 12 Mart darbesinin hedef aldığı bütün siyasal hareketler, başta sol ve sosyalist akımlar ve yine darbenin hedefi olarak görülen İslamcı siyasal hareketler (Necmettin Erbakan) güçlenerek çıktı. Yapılan ilk seçim, aslında darbe hakkında bir referandum özelliği taşıyordu ve 12 Mart bu seçimlerde mahkum edildi.

12 Eylülcüler, bundan önemli dersler çıkarmış gibi görünüyor. 12 Mart’ın eksik bıraktıklarının başında siyasi partilerin, parlamentonun, sendikaların, meslek örgütlerinin ve önemli kitle derneklerinin kapatılmamış olması geliyordu. 12 Eylül, işin sırrının, toplumsal muhalefetin örgütsüz bırakılmasında olduğunu biliyordu. Ama daha önemlisi, örgüt kavramının “tehlikeli” olduğunun topluma kabul ettirilmesiydi. Sendikalar başta olmak üzere, her türden örgütün “terör, anarşi, devlet ve millet düşmanlığı” ile aynı anlama geldiğine dair bir algı, şiddet politikalarının da desteğiyle yerleştirildi. Bir başka kanaldan, düşünce ve edebiyat, sanat aracılığıyla, örgütsüzlüğün özgürlük olduğu propagandası geliştirildi. Özellikle sol parti ve örgütler, bireysel özgürlüklerin, aşkın, müziğin vs. düşmanıydılar, vs. Bunun da şiddetin yanı sıra etkili olduğunu gördük. Özellikle neoliberal politikalara eşlik eden bu ideolojik saldırı, oldukça uzun süre etkili oldu. 

Neoliberal politikalar demişken, kuşkusuz 12 Eylül’ün ekonomi politiğine de ayırt edici bir özellik olarak bakmak gerekir. 1980 yılının ocak ayında “Milliyetçi Cephe Hükümeti” tarafından “uzman” Turgut Özal’a hazırlatılan bir ekonomi paketi gündeme geldi. O dönemin muhalefet lideri Bülent Ecevit, “Bu program ancak askeri darbe gücüyle uygulanabilir” demişti. Aslında Dünya Bankası ve IMF’nin önerileri doğrultusunda, Latin Amerika ülkelerinde uygulanmaya başlamış bir programdı bu ve başta işçi sınıfı olmak üzere çalışanları hedef alan bir ağırlaştırılmış sömürü planına dayanıyordu. Bütün dünyada Thatcher- Reagan dönemi diye adlandırılan “küreselleşme, neoliberalizm çağı” başlamıştı.

Özetle, toplumsal özellikleri bakımından örgütsüzleştirme ve sindirme, ekonomik politikaları bakımından da ağırlaştırılmış bir sömürü ve kapitalizmin önündeki her türlü engelin temizlenmesi, 12 Eylül’ün temel karakteristiklerini oluşturuyor.

12 Eylül darbesinin siyasal sonuçları hakkında neler söylersiniz?

Benim önemli gördüğüm en belirgin siyasal sonuç, burjuva partiler arasındaki programatik farklılıkları silmiş olmasıdır. Öncesinde, “liberal, hür teşebbüsçü” bir partiyle, “sosyal demokrat, devletçi” parti arasında belirgin farklılıklar görebilirdiniz. Bunların ekonomik programları da, sosyal programları ve ideolojik özellikleri arasındaki farklılıklar hemen söylenebilirdi. “Demokrasiye geçiş süreci” denilen dönemde, yani darbe koşullarının güya kaldırılması, parlamentonun ve siyasi partilerin yeniden açılması döneminde, Turgut Özal, generaller çetesinin görüşünü şöyle özetlemişti: “Türkiye’ye iki buçuk parti yeter.” Sonra bir “iki buçukluk” başka bir adım attı; “İki buçuk gazete yeter” dedi.  Hedeflenen “demokratik” siyasal ortamı, çok iyi özetleyen iki simge üzerinden anlatıyor bu sözler. Siyasal partiler ve basın üzerinde tam denetim sağlayabilmek için önce sayılarını en aza indirmek gerekiyordu. Sonra, bunlar arasındaki farklılıkları görünüş farklılıklarına indirmek... O yılların bir reklam filminin sloganı 12 Eylül’ün “Partileri dizayn etme” girişimini özetliyordu: “Yok aslında birbirimizden farkımız!” 

Özal, “Dört eğilimi tek parti çatısı altında birleştirme” misyonunu üstlendi. Milliyetçi, dinci, solcu, merkezci, aynı partinin programını benimseyerek aralarındaki farklılıkları silerek birleşeceklerdi! Aynı çatı altında birleşmeseler de bir süre sonra, özellikle ’90’lı yıllar boyunca, bütün burjuva partiler birbirinin kopyası denilebilecek ekonomik ve sosyal programlar temelinde aynılaştılar. Sonraki gelişmeler ayrıca değerlendirilebilir, ama ’80 sonrasının yirmi yılına damgasını vuran budur.

12 EYLÜL KRİSTALİZE OLMUŞ TEKELCİ BURJUVA HAREKETİYDİ

Türkiye 12 Eylül öncesinde 15-16 Haziran gibi sınıfsal ve siyasal etkilerinden çokça söz edilen işçi sınıfı mücadelelerine tanıklık etmişti. Sermayenin destek verdiği 12 Eylül darbesini sınıf ve siyaset ilişkisi bakımından nasıl değerlendirirsiniz?

Çok açık bir biçimde, 12 Eylül, işçi sınıfımız başta olmak üzere, uyanan ve örgütlenen bütün halk kesimlerini hedef alan bir darbedir. 12 Mart öncesine özelliğini veren sosyal hareketler, işçi, köylü ve öğrenci hareketiydi. 12 Eylül öncesinde ise, köylülüğün rolü oldukça gerilemiş, gençlik üniversite dışı gençlik olarak yeni bir özellik kazanmış, işçi sınıfı ise bütün kitlesiyle mücadeleye girmişti. Dönemin TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Halit Narin, darbeden sonra “Bugüne kadar işçiler güldü, biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde” demişti. Bu harika vecize, darbenin sınıfsal özünü anlatır. Ama işçiler, yalnızca sendikal güçleriyle değil, siyasal uyanışlarıyla da burjuvaziyi ağlatıyorlardı. Bu yüzden kanlı 1 Mayıs tertipleri, işçi ve sendika önderlerine karşı suikastlar, işçi mahallelerine yönelik yıkım saldırıları, bu büyük toplumsal gücü sindirmenin araçları olarak kullanılmaya başlamıştı. Darbeyle birlikte bu saldırılar zirveye çıktı. Kitle halinde tutuklamalar, işkenceli sorgular, “faili meçhul” cinayetler ve ağır hapis cezaları, sendikaların, mahalle derneklerinin, partilerin yasaklanıp kapatılması, esas olarak işçi sınıfını hedef alıyordu. Bu bakımdan, 12 Eylül’e kristalize olmuş bir tekelci burjuva hareketi demek yanlış olmaz. Klasik anlamda faşizm kavramının içini dolduran bir özelliktir bu. 

"HERKES İÇİN DERSLER TOPLAMI"

12 Eylül’e direnme, onunla hesaplaşmak bakımından devrimci siyasetler nasıl bir karneye sahipler? Bununla bağlantılı olarak devrimci örgütlenmeler, daha sonraki yönelimleri bakımından, hem teorik hem de örgütlenme biçimleri bakımından 12 Eylül’den nasıl sonuçlar çıkardılar?

Direnme karnemiz, Şili, Arjantin, Yunanistan vs. solcularıyla aynıdır. Söylenecek pek bir söz yok. Benzer özellikler, yalnızca darbecilerde değil, sol hareketlerde de var. Yenilgi sonrası toparlanma ve yeniden mücadeleye girmekte ise oldukça yetenekli bir sol olduğumuzu söyleyebilirim. Bu süreç biraz uzun sürmüş gibi görünebilir, ama yenilginin büyüklüğüyle kıyaslanırsa, aslında ne kadar derin ve sağlam köklere sahip olduğumuzu gösteren bir ayağa kalkıştır bu. Şu ya da bu partiyi, grubu ayırt etmeden söylüyorum, yeniden örgütlenme, radyo, gazete, televizyon gibi yayın faaliyetleri, mücadele yetenekleriyle bir bütün olarak Türkiye solu, geçirdiği onca badireye rağmen yolunda yürümeye devam etmiştir. Bu süreçte, legal ve parlamenter yolların da kullanıldığı daha zengin bir mücadele alanı yaratıldığını söylemek yanlış olmaz. Gezi direnişi gibi bir deneyimi de yaşamış olan Türkiye solunun bir başka zenginleşme imkanı Kürt özgürlük hareketinin deneyimlerinden doğmuştur. 12 Eylül darbesinden çıkarılacak dersler belki, hiç kimse tarafından madde madde yazılmamıştır, ama öyle görünüyor ki, hareketin gelişme özelliklerinin kazandırdığı ortak söylem ve eğilimler “Herkes için dersler toplamı” yaratmıştır.

12 EYLÜL SİYASAL İSLAM’IN ÖNÜNÜ AÇTI

AKP iktidarı, anayasa referandumu sürecinde ‘darbecilerle mücadele’ söylemiyle çeşitli liberal kesimlerden de destek görmüştü. Ancak daha sonraki süreçlerde bu desteği verenlerin bile AKP’nin pratiği için ‘sivil darbe’ kavramını kullandığını gördük. 12 Eylül, darbe ve siyaset bağlamı açısından AKP nasıl okunmalı sizce?

Birçok yorumcunun ortak görüşü, AKP’nin bir 12 Eylül yaratığı olduğudur. Özel olarak AKP’nin değilse bile, İslamcılığın, siyasal İslam’ın güçlenip iktidar olmasının yolunu açan bu askeri darbedir. Miting meydanlarında elinde Kur’an’la kürsüye ilk çıkan Kenan Evren olmuştur. Ondan önce bunu yapan kimse yok. Dini, komünizme karşı barikat olarak tanımlayan da onun akıl hocaları, Türk-İslam Sentezi teorisyenleridir. Başta Fethullahçılar olmak üzere, tarikatların toplumsal hayata ve devlete girmelerinin önünü açan da 12 Eylül’dür. “Laikliği dinsizlik olarak yorumlayanlara karşı mücadele” başlatan da Kenan Evren’dir. Böyle yorumlayan zır cahiller dışında kimse yoktu kuşkusuz, ama dine sahip çıkma görüntüsü vermek önemliydi, bunu yaptı. Başka birçok “yol açıcı” etkinliğinin içinde dinciliği siyasal güç toplamanın meşru aracı hale getirmesi bakımından Evren’e, AKP’nin çok büyük borcu vardır.  Diğer yandan her darbe, siyasal komplo ve provokasyonlarla birlikte yürür. Darbecilik, aynı zamanda entrikacılık demektir. Haziran 2015 ve Kasım 2015 seçimleri arasında yaşananlara bakınca, ikincisinin bir seçim değil darbe olduğunu söylemek abartı olmaz. Ardından, 2016 “Allahın Lütuf Darbesi” geldi. 2017 referandumu, YSK aracılığıyla gerçekleştirilen (Mühürsüz oylarla Üsküdar’ı geçen at meselesi), bir başka darbe değil midir? KHK ve kayyum uygulamaları da, hiç kuşkusuz darbeci yöntemlerdir. Tamamen işlevsiz hale getirilmiş bir parlamento, sesi kısılmış bir muhalefet, yasaklanan grevler, gösteriler, hak arama yolları, tam denetim altına alınmış adliye... Şimdi bir darbe yönetimi altındayız ve pek çok gazetecinin dile getirdiği gibi, “Böylesini 12 Eylül’de bile görmedik!”

Dinin bu kadar pervasızca kullanılması, Diyanet İşleri Başkanının adeta bir şeyhülislam pozunda her daima “Reis’in” yanında poz vermesi, bu darbeci yönetimin kural dışı dayanaklara ihtiyaç duyduğunun göstergesidir. Ama yalnızca dine dayanarak ayakta durulmayacağını elbette Erdoğan da bilir. Kaba kuvvet olmadan din bir işe yaramaz. Bugünkü rejim, 12 Eylül’ün elinde kılıçla cami minberine çıkmış halidir. 

Aslında, Erdoğan’ın 12 Eylül’den öğrendikleri arasında belki de en işlevlisi budur. Dinsel ideolojiyi uzun zaman bir siyasetin dayanağı olarak kullanmak, hem siyaseti hem ideolojiyi yıpratır. Bu etkisizleşmeyi dengelemek ancak zor kullanarak mümkün hale gelir. Şiddet de, siyasetin ve ideolojinin desteği olarak uzun zaman kullanılamaz. Bu kez başka tamir edici araçlar kullanmak gerekir. Mesela “yumuşama”, “demokratikleşme” gibi... Ne var ki AKP bunları kullanma yeteneğini ve fırsatını da kaybetmiştir; çünkü inandırıcılığını, daha doğrusu aldatma gücünü kaybetmiştir. Bu yüzden bazılarının “Fabrika ayarlarına dönme” beklentisi tamamen karşılıksızdır. Bir süre için 12 Eylül Anayasa’sıyla, Kenan Evren’le hesaplaşma görüntüsü prim yaptı... Ardından FETÖ heyulasıyla kavgayı gündeme soktu. İşin doğrusu artık malzeme tükendi. “İç ve dış düşman” torbasında ne kaldığını yakında göreceğiz.

YARIN: 40 yıllık ekonomi politik bir devridaim

 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

ETF işçileri patronun ‘zamsız çalışma’ dayatmasına karşı iş bıraktı

SONRAKİ HABER

Tarım ve Orman Bakanlığına atama bekleyenler seslerini duyurdu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa