12 Eylül’ün açtığı yoldan gidenler…
Günümüzde her ne kadar darbecilerin “muhafazakarlara” zulüm ettiği ‘iddia’ edilse de dinselleştirme yolunun en önemli dönüm noktası Kenan Evren politikalarıyla başlar.
Fotoğraf: AA&Unsplash Kolaj: Evrensel
Cenk Yılmaz BAYIR
Türkiye’de belirli dönemlerde alevlenen laiklik tartışması son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın çıkışlarıyla birlikte tekrar başladı. Erbaş’ın adli yıl açılış törenindeki konumu ve duası, dinin; ev, siyaset, ticaret ve adalet konularında daha belirleyici olması gerektiğini ima eden yorumlarının anayasaya ve laikliğe uyuşmaması çokça eleştirildi. AKP’nin dinileştirme, muhafazakarlaştırma politikalarının ilk yıllara nazaran daha açık ve daha keskin olduğunu söylemek mümkün. Öyle ki AKP’nin sadece kendi etki alanını değil burjuva ana muhalefet partisi CHP’nin de politika yapım sürecini bir anlamda dini-muhafazakar bir eksende dönüştürebiliyor olması son derece kritik. Bu meseleler bir tarafa Türkiye’nin neredeyse son 40 yılını içeren dini, muhafazakar dönüşümün temellerinin nasıl atıldığına ve 12 Eylül darbesinin buradaki pozisyonuna göz atmak günümüzü anlamada bize yardımcı olabilir.
KURULUŞ YILLARINDA LAİKLİK
Osmanlı İmparatorluğu’nun Sünni İslam’ın tek temsilcisi olduğu dönemdeki İslam’ın öne çıkan rolü, burjuva devrimi sonrası İttihat ve Terakki Cemiyetinin ‘iktidarıyla’ değişmeye başlar. İttihatçıların pozitivist, modernist ve aydınlanmacı eğilimleri nedeniyle ‘laik’ uygulamalar, çeşitli alanlarda işletilmeye başlasa da İslam’ın imparatorluk açısından önemli bir araç olması göz ardı edilmez ve propaganda aracı olarak kullanılır. Balkan Savaşları sonrası gayrimüslimlerin yoğunlukta olduğu toprakların kayıpları ile din, reaksiyonel olarak ortaya çıkan Türk milliyetçiliği ekseninde ilerler ve İslam’ın resmi ideolojideki öncü rolü zayıflar. Türk nüfusunun genelindeki Sünni İslam kimliği, milliyetçilik içerisinde de eritilerek yeniden üretilir. Türk burjuvazisi ve ağalarının işine gelecek şekilde İttihatçıların “milli iktisat politikası”na da yansır. Ekonomideki gayrimüslim ağırlığı azaltılmaya çalışılır.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da laiklik tartışmaları CHP içerisinde önemli bir yer teşkil eder. Önce saltanatın, ardından halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin, medreselerin kapatılması laikleşme yönündeki adımlarda önemli rol oynamıştır. 1927’de CHP’nin dört okundan biri laiklik olarak açıklanmış, 1928’e kadar anayasada olan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” ibaresi kaldırılmıştır. 1928’den 1948’e din dersi zorunlu olmaktan çıkarılmıştır. Lise ders kitaplarında İslam peygamberinin isminin başında ve sonunda herhangi bir dini sıfat bulundurmadan yazılması devletin ideolojisinin değişimine güzel bir örnektir. Bu durumu Demokrat Parti iyi kullanmış, kırsal kesimi kendine oy deposu haline getirmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşu gerek dini pratiklerin kurumlar içerisinde devam etmesi Türkiye burjuvazisinin dini kontrol altına alan ve onu araçsallaştıran geleneğinin devam ettiğinin de işaretidir. Çünkü her ne kadar laikleştirme uygulansa da dini politikalar DP ve CHP’nin burjuva ve feodal kliklerinin çatışmasıyla tekrar devletin politika yapım sürecine etki edecektir. Laikleşme, istikrarını ve egemen sınıflar nezdinde ihtiyacını kaybedecektir.
12 EYLÜL’E İLERLEYEN SÜREÇ
1950’lerden 12 Eylül’e varan süreç içerisinde cumhuriyetin ilk dönemlerindeki laikleştirme uygulamalarının yumuşadığını ve etkisinin azaldığını söyleyebiliriz. Kırsal kesiminin oyunu alma, onları kontrol altında tutma, herhangi bir isyanın çıkmasını önleme, onların din ve muhafazakarlık algısını devletin belirlediği dini biçim ile dönüştürme gibi amaçlarla din üzerine politikalar tasarlanmıştır. Din derslerinin çeşitli öğretim kademelerinde verilmesi, din adamı yetiştiren okulların eğitime devam etmesi, türbelerin yeniden açılması, dini cemaatlere göz yumulması gibi çeşitli uygulamalar 1980’e giden süreçte etkilidir. Aradaki 27 Mayıs darbesinin laiklik uygulamalarını saymazsak Menderes ve Demirel döneminde kesintisiz din, politik bir araç olarak kullanılmıştır. Özellikle 1970’lerde yüksek işçi sınıfı hareketi ve onunla paralel ilerleyen sosyalizm mücadelesine karşı milliyetçi ve İslamcı grupların devlet ve sermaye tarafından desteklenmesi, dinin emperyalistler tarafından sosyalizme karşı bir araç olarak kullanılması açısından önemlidir. Bu süreçte her ne kadar günümüzde mağduriyet devşirilse de Siyasal İslam’ın çeşitli biçimlerde örgütlenmesinin önü devlet eliyle açılmış Türk milliyetçiliği taraftarları Türk-İslam ekolüyle antisosyalist silahlı örgütlenmeye başlamışlardır. Bu grupların pek çok katliamda rolleri olmuştur.
12 EYLÜL VE DÖNÜŞÜM
12 Eylül darbesine giden yolun taşları bu bahsettiğimiz süreç içerisinde döşenir. Türkiye burjuvazisinin Kemalist politikaları bir kenara bırakıp dinci, muhafazakar potansiyeli kullanmak istemesi, ABD emperyalizminin Yeşil Kuşak Projesi ile “ılımlı İslamcı” grupları desteklemesi, egemenlerin çıkarlarını Türk-İslam sentezinde ortaklaştırır. Darbeyle birlikte halkın örgütlülüğünün her alanda üzerinden geçilmesi, darbecilerin politikaları gerçekleştirmede zorluk yaşamamasını sağlar. 1982 anayasasıyla din eğitimi devlet kontrolünde zorunlu hale gelir ve anayasal güvence altına alınır. Sünni-İslamcı bir din kültürü ve ahlak bilgisi müfredatı okutulmaya başlanır. Kur’an kursları büyük bir hızla açılır. Kenan Evren konuşmalarında kimi zaman hadislerden, ayetlerden alıntılar yapar. Laikliği içi boşaltılmış bir kavrama indirger. Günümüzde her ne kadar darbecilerin “muhafazakarlara” zulüm ettiği söylenilse de dinselleştirme yolunun dönüm noktası yine Kenan Evren’in politikalarıyla başlar ve ANAP Genel Başkanı Turgut Özal ile derinleşir. Özal, selefleri gibi tarikatlarla ilişkilerini sürdürür, hem kendisi tarikatlardan oy devşirirken hem de tarikatlar devlet desteğini arkasına alıp genişler. Nakşibendiler, Nurcular, Fethullahçılar siyaset sahnesinde daha görünür hale gelir. 1970’lerde sosyalizm mücadelesine karşı desteklenen İslamcı gruplar yavaş yavaş siyaset ve devlet bürokrasisi içerisine yerleşir. Bugün siyaset sahnesinde gördüğümüz birçok figür, aslında o günlerde yetiştirilen gençlerdir. Artık laiklik bir idea olarak duvara asılmış, gerçeklik ise dinin devlet içerisinde yeniden inşası haline gelmiştir.
12 EYLÜL’ÜN AÇTIĞI YOLDAN
Şu bir gerçektir ki bu dönüşüm hemen her alanda gerçekleşememiştir. Türkiye’de ordu bir zamanlar hem Kemalist değerlerin taşıyıcısı hem de OYAK gibi sermayeye sahip bir gücü olduğu için bu durum inşa sürecinde bazı ‘pürüzlere’ yol açmıştır. Bu inşa sürecindeki kritik noktalardan biri de 28 Şubat sürecidir. 28 Şubat, “dinci-laik” çatışması üzerinden bir alan açsa da dinileştirmenin bir kaldıracı olmuştur. Dini grupların, muhafazakarların mobilizasyonunun fitilini ateşlemiş, burjuvazi ve ABD tarafından artık kullanışlılığını yitiren Erbakan’ı ve Milli Görüşçülüğü tasfiye edip yerine ABD ve Türkiye burjuvazisi ile daha uyumlu çalışacak daha modern bir siyasal İslamcılığı; AKP’yi yaratmıştır. REFAHYOL’un sonu, ülkeyi krizden kurtarıcı AKP’nin başlangıcıdır. Bu başlangıç, ticaretten adalete, eğitimden siyasete çok yönlü bir dinselleşmeyi inşa etmektedir. Evrim teorisinin zorunlu eğitimde müfredattan kaldırılması, imam-hatip okullarının çeşitli kademelerde ve türlerde yaygınlaşması, tarikatların iş bulma kurumu gibi işlemesi ve kritik kadrolarda yer edinip darbe girişimine bulunabilecek güce erişmesi, İslam dininin değerlerine atıf yapan mahkeme kararlarının ortaya çıkması, çeşitli alkol yasaklarının zaman zaman kararnameyle gerçekleşmesi; tüm bunlar AKP döneminde gerçekleşenlerin sadece birkaç örneğini oluşturmaktadır.
Özetle, Ali Erbaş’ın bugünlerdeki söylemlerini nasıl rahatça ifade edebildiğini ve AKP’nin dinci-gerici dönüşümü inşa ederken şeriat tartışmasını nasıl sürekli açabildiğini anlamak için yıllar boyunca din politikalarının ülkemizdeki birikimini anlamak gerekiyor. Çünkü kuruluş değerleriyle çeşitli zıtlıklar taşıyan bu politikalar ancak uzun süren bir birikim ve örgütlenmenin sonucunda gerçekleştirilebilirdi, biz bu günleri yaşıyoruz.