14 Eylül 2021 23:45

12 Eylül: Kültür-sanatın travması ve 41 yıllık çıkış arayışı

12 Eylül, Türkiye’de sanatı yargılamış ve baskı altına almıştı. Dosyamızın son gününde darbenin tanıkları olan Müjdat Gezen, Nur Sürer, Burhan Kum ve Gülsüm Cengiz’e yer veriyoruz.

Kenan Evren'in 12 Eylül 1980'de 04.00 dolayında TRT'de yaptığı konuşmanın ekran görüntüsü.

Paylaş

Hasan Metin TAŞKIRAN
İstanbul

SUNU

12 Eylül darbesi Türkiye’de sarılması güç yaralar açmış, birçok insan işkencelerde yaşamını yitirmiş, gözaltına alınarak kaybedilmişti, bu büyük yıkımın elbette ki sanata dokunmaması da imkansızdı. Toplatılan kitaplar, sergilerden kaldırılan eserler, yasaklanan filmler ve gözaltına alınan, yargılanan sanatçılar ile 12 Eylül, Türkiye’de sanatı yargılamış ve baskı altına almıştı. Dosyamızın son gününde darbenin tanıkları olan Müjdat Gezen, Nur Sürer, Burhan Kum ve Gülsüm Cengiz’e söz veriyoruz.


MİZAH GÜLÜMSETEREK BİR BAŞKALDIRIDIR

Müjdat Gezen
 

Tiyatro, Sinema ve Dizi Oyuncusu, Şair, Eğitmen Müjdat Gezen 12 Eylül’ü cumhuriyet tarihinin yüz karalarından biri olarak tanımlıyor. Gezen, Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?​” sözlerini ve 17 yaşında yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’i hatırlatıyor. 12 Eylül’de tüm toplum gibi kendilerinin de sıkıntılar çektiğini belirtiyor Gezen: “Benim yazdığım, Savaş Dinçel’in çizdiği Çizgilerle Nâzım Hikmet kitabı basılıp, satılıp piyasadan tükeneli 5 yıl olmuştu ve dava açıldı bize. Kenan Evren, ismen nerdeyse Müjdat Gezen, Savaş Dinçel diyecekti ama onu demedi, o Nâzım’ı sevmezmiş ‘Nâzım Hikmet hakkında kitap yazıp, çizenler var’ dedi. Yazılı çizili tek kitap da Çizgilerle Nâzım Hikmet’ti, aldılar bizi içeriye önce birinci şube, oradan Diyarbakır’a gittik, oradan de Bayrampaşa Cezaevine geldik. Ayağımıza, kollarımıza koca koca kapı kilitleriyle pranga ve zincir vurdular. Sonra Kenan Evren yaşlandı yargılandı öldü gitti, cumhuriyet tarihine kara leke olarak adı kaldı.”

"SANATIN KENDİSİ MUHALİFTİR"

Ancak bütün yaşadıkları şeylere rağmen cumhuriyet tarihinin günümüzdeki kadar ağır baskıyı 12 Eylül sürecinde yaşamadığını dile getiriyor Gezen: “Kanun hükmünde kararnameler, ‘merhaba’ desen cumhurbaşkanına hakaret, ‘Recep ayına girdik mi desen cumhurbaşkanına hakaret’, ben bir de ondan 4 yıl 5 ay ile yargılandım, yani Kenan Evren devrinde askeri darbeydi şimdiki rezalet de aynen sivil darbe işte.” Toplum üzerinde ağır baskı oluştuğunu ve korku yaratıldığını söyleyen Gezen, şu ifadeleri kullanıyor: “Ben 12 Eylül’de sayfa yönetmeniydim Kandemir Konduk ile, aralarında Aziz Nesin, Altan Erbulak Savaş Dinçel’in oluğu 28 kişilik bir kadroyla mizah sayfası yapıyordum büyük gazetelere, o gün bu kadar baskı görmedik. Ama bilmedikleri bir şey var korkutmak tehlikeli bir şeydir bu korkutmak gün gelir korkutanı da korkutur sonra. Bu tip baskıcı rejimlerin sonu da iyi olmaz, geldikleri gibi gidecekler, anketler onu gösteriyor, anketleri bırak çarşı pazar onu gösteriyor, çarşı pazarı bırak bu adamların kendi doğup büyüdükleri yerler bu sonuçları gösteriyor. Sanatın topyekün kendisi muhaliftir, bunlar gider yerine başkaları gelir, biz aynı şeyleri yapmaya devam edeceğiz. Çünkü mizah böyle şeydir. Ha buna tahammül edemezsin, bize dava açarsın aylarca o adliyeden şuna gideriz ama alışığız biz. Mizah gülümseterek bir başkaldırmadır.”


EN KÖTÜ GÜNLERİN 12 EYLÜL OLARAK KALMASINI İSTERDİM

Nur Sürer
 

Nur Sürer

12 Eylül sürecinde toplumun yaşadıklarını göz önüne alınca sanatçıların gördükleri baskıya üzülebilecek durumda olmadığını dile getiriyor Sinema, Tiyatro ve Dizi Oyuncusu Nur Sürer. “Biz çok zarar görmedik 12 Eylül’de yani 17 yaşında bir çocuk idam edildi, insanlar işkenceler gördü, öldürüldü, kayıplar var. Onların yanında biz ne yaşadık işte filmler yasaklandı 3 yıl sonra gene çıktı, acı olan öbür taraf asıl yıkıntı öbür tarafta” ifadeleriyle değerlendiriyor o günleri. Darbe sürecinde yaşadıkları ile günümüzü karşılaştıran Sürer bugün baskının daha da yoğun olduğunu söylüyor: “Eylemler yapıyorduk ama kimsenin görmediği yerlerde şimdi yapabiliyor muyuz? Ben hayatımın en kötü döneminin 12 Eylül olarak kalmasını isterdim yani idamlar, gözaltında kayıplar… Sinemacılar da ne baskı gördü. Filmler yasaklandı, benim bir iki filmim sansürde kaldı, sonra yine çıktı, seyirciyle geç buluştu. Yılmaz Güney’in filmleri baskı gördü. Bir korku iklimi oluşturdular. Birtakım yapımcılar ellerindeki Yılmaz Güney filmlerini yok ettiler diye duyduk, bir kısım filmleri hâlâ kayıp. Öbür taraf beni içimi daha yakan bir şey. Kendi halimize üzülemeyeceğim, öbür taraf daha travmalı ölümler, kayıplar var.”


EKİLEN TOHUMLARININ HASAT EDİLDİĞİ YILLARDAYIZ

Burhan Kum

Burhan Kum atölyesinde çalışırken.

12 Eylül darbesinin en yıkıcı sonuçlarından birinin de akademinin özerk yapısını parçalamak olduğunu söyleyen Ressam Burhan Kum ise darbe yıllarında İTÜ’de okurken akademiye girmek istediğini ancak baskıcı koşullarından dolayı öğrenimini yurt dışında tamamlamak zorunda kaldığını söyledi. “12 Eylül ile müthiş bir sansür başladı” diyor Kum ve şunları söylüyor: “Kenan Evren’in gideceği sergilerde nü eserler kaldırılırdı. Eleştirel eserler kaldırılırdı. Bu da insanların üzerinde otosansür yarattı. İnsanlar görünür olabilmek için belirli noktalardan ödün vermeye başladı.” Türkiye’de genel olarak resim sanatına kaşı bir düşmanlık olduğunu, çünkü resmin devletin doğrudan denetleyebileceği bir alan olmadığını vurguluyor Kum ve “12 Eylül döneminin ektiği tohumlarının hasat edildiği yıllardayız. İnsanların üzerinde müthiş bir korku var, koleksiyoncuların da üzerinde korku var. Koleksiyoncu da ne yazık ki Türkiye’de burjuvazi ve burjuvazi de doğrudan devletin güdümünde ve bağlı olduğu için herhangi bir aykırı muhalif resmi koleksiyonuna almak istemiyorlar. Bu da ressamları bu tür resimleri yapmaktan imtina etmeye zorluyor. Biz gene de yapıyoruz ama ne oluyor? O zaman da satışlar azalıyor ama inandığımız yolda yapmaya da devam edeceğiz. Bir cami resmine üzerinde Kur’an yazıları olan resimlere 100 binlerce lira veriliyor. Yeni gelen nesil de buraya yöneliyor ekonomik kaygılarla.” ifadelerini kullanıyor.

12 EYLÜL AKADEMİYİ YOK ETTİ

İktidarın sanatı kontrol edebilmesinin adımlarının 12 Eylül’de atıldığını; darbeden önce dönemin mücadelesi ile de birlikte daha özgür bir ortamın olduğunu aktarıyor Kum: “12 Eylül’den sonra akademide çıplak model yasaklandı. Anadolu’daki 46 tane akademinin hiçbirinde modelden ders yapılmıyor. Bu da çok sıkıntılıdır. Yani bir doktorun kadavra görmeden mezun olmasına benzer. Oradaki çıplak kadını ve erkeği bile cinsel obje olarak görüyorlar oysa biz onu bir insan olarak görürüz ve insanı tanımak için resmini yaparız. 12 Eylül’ün en korkunç darbelerinden biri de akademiyi yok etmek oldu.”


DİRENCİ, YAŞAMA SEVİNCİNİ, UMUDU YİTİRMEYELİM

Gülsüm Cengiz
 

Şair ve Yazar Gülsüm Cengiz de darbeyle birlikte Türkiye Yazarlar Sendikasına kapatılmak üzere dava açıldığı, yazarların yargılandığı; aralarında sanatçıların da olduğu Barış Derneği yöneticilerinin gözaltına alınıp hapsedildiğini hatırlatıyor. Cengiz “Ataol Behramoğlu’ndan Arif Damar’a kadar birçok şair tutuklandı, hapsedildi. Toplumcu gerçekçi Şair Yazar Rıfat Ilgaz’ın gözaltına alınıp tutuklanışı ve kendisine yaşatılanlar, 12 Eylül faşizminin acımasız yüzünü ortaya koyuyor. Mayıs 1981’de Cide’de gece yarısı gözaltına alınan 74 yaşındaki Rıfat Ilgaz’ın, gözleri bağlanıp elleri zincirlendi, halka ibret için teşhir edilerek Kastamonu’ya götürüldü, verem hastası olan şair 4 gün boyunca ayakta sorgulandı.” Darbe döneminde şiire yeni başlayan şair ve yazarların farklı tutumlar içinde olduklarını aktaran Cengiz, kimilerinin geçmişinden pişmanlık duyduğunu dile getiriyor: “Hukukta çıkarılan pişmanlık yasasına paralel olarak “pişmanlık edebiyatının” ürünleri boy verdi. Kimi etkisine kapıldı egemen ideolojinin. O dönemin suskunluğu, susturulmuşluğu içinde konuşabilecek, yazabilecek ortam bulan kişiler kendi doğru bildiklerini doğru olarak dayattılar. Sanatta, özelde şiirde anlamsızlık yaygınlaştı. Baskı ortamından dolayı şair yazarların cezaevlerine atıldığı, sürgünde olduğu, dergilerin kapandığı, şairlerin farklı yönelişler içinde olduğu; umut yitimindeki şairlerin kendi iç dünyalarına çekildikleri / çekilmek zorunda kaldıkları bu dönemin; ülkemiz edebiyatının üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu.” Buna karşın gerek Anadolu’da gerek İstanbul’da şiire çıkan pek çok genç şairin ve yazarın toplumcu geleneğe bağlanmaktan, bu doğrultuda ürün vermekten vazgeçmediğinin de altını çiziyor Cengiz: “Arif Damar’ın ‘Eksilmedi bendeki umutsuz umut’ dizesi benim için bu tutumun özeti gibidir. 19 Mayıs 1984’te 1256 imzalı Aydınlar Dilekçesi, Prof. Hüsnü Göksel, Prof. Bahri Savcı, Prof. Fehmi Yavuz, Aziz Nesin, Bilgesu Erenus, Esin Afşar Aral’dan oluşan bir heyet tarafından cumhurbaşkanı ve TMMB başkanına verildi. Kenan Evren buna tepki gösterdi ve hemen dava açıldı. Artan işkence, baskı ve açlık grevlerinde ölümler üzerine; 29 Haziran 1990’da Düşünceye Özgürlük yürüyüşü yapıldı.”

"ZİHNİYETİNİZİ İKİ BİN DEFA ÇİĞNEDİM" DİYALOĞU

Yürüyüşe çok sayıda aydın, yazar ve sanatçının katıldığını aktaran Cengiz, düzenlenmesinde Şükran Kurdakul’un etkin görev aldığı bu yürüyüşe 83 yaşındaki yazar Cevdet Kudret’in de katıldığına yakından tanık olduğunu ifade ediyor. Cengiz yanlarına yanaşan Cumhuriyet muhabiri ile Cevdet Kudret arasında geçen diyaloğu şöyle aktarıyor: “ -Sayın Cevdet Kudret, yürüyüşe katılan yazarlardan birisiniz. 83 yaşındasınız, bu yürüyüşe niçin katıldınız?​’

-Birincisi, yazarların 1000 yıl yaşadığını sanıp onlara 700 yıl hapis cezası vermenin gülünçlüğünü belirtmek için yürüdüm. İkincisi, kendisi Doğu Anadolu’da oturup İstanbul’da ve başka yerlerdeki basımevlerini kapatan bir bölge valisinin tutumunu protesto için yürüdüm. Üçüncüsü, bütün yazarlarımızla birlikte 800 metre yürüdüm. Ortalama 2 bin adım attım. Düşünceyi yok etmek isteyenlerin zihniyetini böylece 2 bin defa çiğnedim.”

"ÖĞRETMENLİKTEN AYRILMAK ZORUNDA KALDIM"

Cengiz, darbe günü ve sonrası yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Yunanistan’da gerçekleşecek uluslararası bir barış etkinliğine davet edilmiştik. Çocuklarla birlikte gidebilmek için gerekli işlemlerle uğraşıyordum. Pasaport başvurusu için gideceğim gündü 12 Eylül. Darbeden sonra, 1980 öncesi TÖB-DER İstanbul Şubesi yönetim kurulu üyesi olduğum için süren davalarım nedeniyle aranmaya başlamıştım. Öte yandan 1970’lerin sonlarındaki bilinen koşullar nedeniyle öğretmenlikten ayrılmak zorunda kalmıştım. İşsizdim. Özetle söylemek gerekirse, darbe herkes gibi benim yaşamımı da olumsuz etkiledi.” 12 Eylül darbesinin, kültür sanat alanı üzerindeki olumsuz etkisinin uzun sürdüğünü ve baskıların biçim değiştirerek de olsa hâlâ sürmekte olduğunu söylüyor Cengiz: “Günümüzde düşünüp sorgulayan, eleştiren; halktan ve yaşamdan yana tutum alan ve bu doğrultuda yapıtlar veren yazarların, sanatçıların üzerindeki baskı eksilmemiş, artmıştır tam tersine. Evrensel Basım Yayın, Evrensel Kültür Dergisi ve Hayat Televizyonunun kapatılması yaşamlarımıza dokunan en somut örnektir. Bu durumun, yayınevinde kitapları yayımlanan pek çok şair ve yazar gibi kendisini de olumsuz etkilediğini söylüyor Cengiz ve şu ifadeleri kullanıyor: “Tek adam iktidarının, heykelden resme, şiirden tiyatroya, müzikten dansa bütün sanat dallarının üzerinde olumsuz etkisi var. Farklı, eleştirel iletisi olan sanat yapıtları yasaklanıyor, sanatçılar yargılanıyor. Bu baskılara, salgın döneminin getirdiği olumsuz koşulları da eklersek sanatçıların içinde bulunduğu durumu daha iyi anlayabiliriz. Bu durumdan çıkışın yolu da yine direnci, yaşama sevincini, geleceğe umudu yitirmeden; bağlandığı değerlere, mücadele geleneğimize, kültür birikimimize sahip çıkarak dayanışma içinde olmaktan ve örgütlenip birlikte mücadele etmekten geçiyor.”

---SON---

ÖNCEKİ HABER

Türkiye'de son 24 saatte 276 kişi Kovid-19'dan yaşamını yitirdi | 14 Eylül 2021

SONRAKİ HABER

Validebağ Gönüllüleri Üsküdar Belediyesine seslendi: Koruda doğa talanı sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa