Sermaye hükümetinin salgın ikiyüzlülüğü: İşyerinden yayılıyor, meslek hastalığı değil
Çalışma Bakanlığı genelgesi virüsün işyerinde yayılma riski olduğunu kabul ediyor, buna karşı aşılama öneriyor, istemeyen işçiye de test zorunluluğu getiriyor.
Fotoğraf: Hilmi Tunahan Karakaya/AA
Deniz İPEK
İş Güvenliği Uzmanı
Sürü bağışıklığı veya toplum bağışıklığı; bir popülasyonun belli bir yüzdesinin enfeksiyon veya aşılama yoluyla, patojenlere karşı bağışık hale gelmesi, toplumun geri kalanının da enfeksiyondan korunması veya o patojenden etkilenme riskinin azalması… Bugüne kadar aşılar sayesinde birçok ülkede kızamık, kabakulak, çocuk felci gibi hastalıklarda sürü bağışıklığı seviyesine erişildi. Kimi zaman şans eseri aşılanmamış bireylerin bir arada bulunması ve bu hastalıkların patojenlerinin ortamda bulunması halinde ufak salgınlar patlak verebiliyor. 2019 yılında Disneyland’de görülen kızamık salgını bunun bir örneğidir. Grip gibi virüsler ise çok hızlı evrimleştikleri için, toplumun sürü bağışıklığı noktasına erişmesi hiçbir zaman mümkün olamayabilir.
BİLİMSEL BİLGİNİN TIP ALANINDA TOPLUMA YAYILMASI ÖNEMLİ
Araştırma bulguları, komplo teorileri de dahil olmak üzere yanlış bilgi yayma konusunda tam bir bilgi kirliliği felaketi var. Yanlış bilgi yaymanın sonuçları vahim, özellikle sağlık alanında yol açabileceği durumlar hayati! Doğrulama ve bilinçli paylaşım önemli. Türkiye’de başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere kamu kurumları salgında şeffaflık ve katılımcılığı sağlamayarak kendilerine duyulan güvensizliği artırdı. Bilimsel bilginin özellikle tıp alanında erişilebilir kılınması ve topluma yayılması salgınla mücadelede büyük önem taşıyor.
SALGIN; YAŞAM HAKKI VE SAĞLIK HAKKI İHLALLERİ
Tam açılma sonrası günlük vaka ve ölüm sayıları düzenli olarak artıyor. Oysa salgın, yaşam hakkı ve sağlık hakkı ihlallerine yol açıyor. Son günlerde yoğun bakım ünitelerinde görevli hekimler, yoğun bakımda yatan hastaların yüzde 95’inin aşısız kişiler olduğunu açıklıyorlar. Buna koşut olarak “zorunlu aşı” uygulamasına geçilmesi talepleri daha kuvvetli dillendiriliyor.
İŞÇİLER SALGININ SONUÇLARI İLE DE BAŞ BAŞA BIRAKILDI
Salgında en çok büyüyen 2. ekonomi olarak büyüme rekorları kırıldı. Peki nasıl? Havada, karada ve denizde asgari ve zorunlu olmayan işlerde koronavirüs salgınına rağmen süren üretim baskısı, alınmayan önlemler işçileri, emekçileri ya bağışıklığa ya da ölüme itti. Hastalanan işçilerin çok olduğu işyerleri üretime devam etsin diye ‘Kapalı devre çalışma’ uygulamaları yapıldı ki zaten şantiyelerde ve hastanelerde fiilen bu düzen var. Hükümet daha ilk günden patronlara küresel ölçekte aksayan üretim ve tedarik zincirine yeni zincirlerle eklenerek fırsatlar yarattı. Bir fabrikada işçiler artan vakalar karşısında yasanın kendilerine tanıdığı “Çalışmaktan kaçınma hakkını” kullanmak istemişti. Kocaeli Valiliğinin çok tartışılan “İş bırakmayı yasaklayan” gece yarısı genelgesi bunu engellemek içindi. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından işyerinde korona virüsüne enfekte olan tüm sigortalıların hastalık olarak kabul edileceği ve bildirimlerinin iş kazası veya meslek hastalığı olarak bildirim yapılamayacağı genelge ile ilan etti. Meselenin özü virüse yakalan işçinin patronu sorumlu tutamaması, herhangi bir hak, tazminat talep edememesi.
İŞYERİNDE YAYILMA RİSKİ TAŞIYAN BİR HASTALIK İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIĞI KAPSAMINDADIR
İşyerlerindeki aşı tartışması da tam olarak bu çerçevede yapılıyor. Yeni bir genelge Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından geldi ve aşı yaptırmak istemeyen işçiler için haftada iki kez test zorunluluğu getirildi. Genelgede şöyle yazıyor: “Aşı olmayan işçilere, kesin kovid-19 tanısı konması durumunun iş ve sosyal güvenlik mevzuatı açısından olası sonuçları ayrıca bildirilecektir.” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, “Aşı olmayan işçi hastalanırsa patron işten atabilir” demeye getiriyor. Bu gerçek hükümetin ve sermayenin ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor. Peki ne oldu şimdi kovid-19’u iş kazası-meslek hastalığından saymayan SGK genelgesi? İşine gelince salgın işyerinden kaynaklı değil, gelmeyince aşı zorunlu çünkü virüs işyerinde de yayılabilir! Çalışma Bakanlığı genelgesi virüsün işyerinde yayılma riski olduğunu kabul ediyor, buna karşı aşılama öneriyor, istemeyen işçiye de test zorunluluğu getiriyor. İşyerinde yayılma riski taşıyan bir hastalık iş kazası ve meslek hastalığı kapsamındadır.
EMEĞİN VE TOPLUM SAĞLIĞININ KORUNMASI HALKASINDAN TUTMALI
Emeğin ve toplumun sağlığının korunması için; salgını ilk günden beri her fırsatta emekçilerin birikimlerine ve kazanılmış haklarına saldırı olarak değerlendiren kapitalistler ve hükümetlerine karşı aşının eşit ve ücretsiz yapılmasının önünü açacak yaptırımlar getirilebilir. Aşıyı reddeden yanılsamalara imkan vermemek için tüm dünyada eşit ve ücretsiz aşı konusunda işçi sağlığı ve güvenliği alanında çalışan emekçiler de mücadele ederek, emeğin ve toplum sağlığının korunması halkasından tutmalı. Kapitalizm altında işçi ve emekçilerin, emeklilerin canından daha ucuz bir şeyin olmadığı salgın vesilesiyle bir kez daha görüldü. Salgın koşullarında çalışmak zorunda bırakılan ve ölenler işçiler. Aşı önceliği ve aşıya erişimin kolaylaştırılması (Aşı merkezlerinin günlük yaşam içerisinde en kolay erişilebilecek yerlere getirilmesi, iki gün sürebilen ateş vb. etkiler nedeniyle ücretli izin kullanılması) ve sınıf içerisinde aşıya karşı olan gerici ön yargı ve tereddütleri kırarak aşılanma, bugün emeğin korunmasının temel halkasını oluşturuyor.
KENDİ İLAÇ VE AŞILARIMIZI KENDİMİZİN ÜRETECEĞİ GÜNLERİ YAKINLAŞTIRMAK İÇİN MÜCADELE
İlaç bugün ticari bir meta özelliğini çoktan kazanmış durumda. Hatta ilaç sektörü dünyada silah sanayisinden sonra kârlılığın en yüksek olduğu bir alan haline geldi. Dünyanın en büyük 12 ilaç firması 1990-2014 arasındaki 1200 birleşme ve satın alma sonucunda ortaya çıktı. Emperyalizme karşı mücadele deniyorsa sağlığın devletin sorumluluğunda ve halkın hakkı olacağı, bakımın kapsayıcı olacağı, koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin birleştirileceği, hizmetin bedava ve herkes tarafından erişilebilir olacağı, toplumsal hizmetler, sağlık hizmetleri ve toplumun sosyoekonomik gelişiminin koordine edileceği, sağlık sistemine halkın katılımının esas olacağı bir ülke için, kendi ilaç ve aşılarımızı kendimizin üreteceği günleri yakınlaştırmak için mücadele edilmeli. Bilim, doğa yasalarının ortaya çıkarılması ve doğadaki materyallerin kullanılması ile gelişir. “Bilim ahlakın düşmanıdır” düşüncesi, tıpkı “Doğa, ahlakın yaratıcısıdır” düşüncesi gibi, insan faktörünü göz ardı eden idealist bir düşüncedir. Doğa gibi, bilimin de ahlakı yoktur. Bilimin gelişmesi doğrudan insanın doğaya egemenliğinin gelişmesine bağlıdır. Bilimin gelişmesi de, pratik olarak yönlendirilmesi de doğrudan o toplumun üretici güçlerinin gelişmişlik düzeyi tarafından koşullandırılmıştır. Bir taş yardımıyla bir insanı öldürdüğümüzde taş ne kadar suçluysa, insan öldürmeye yarayan bir mermi de o kadar suçludur. Antibilimsellik aranıyorsa AKP hükümetinin, Bomonti’deki Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) İlaç Fabrikasını 2005’te kapatmasında arayın. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ kapatma kararını, “Bizim ilaç fabrikamız olsun diye bir niyetimiz yok” diye savundu. 14 yıl aradan sonra AKP hükümeti yaşanan ilaç sıkıntısı ve yüksek fiyat sorununu çözmek için “yerli ve milli ilaç” çağrısı yaptı.
İŞTEN ATMA HAKKI TANIYAN BİR GENELGE DEĞİL TOPLUMSAL BAĞIŞIKLIĞI SAĞLAYACAK YASA
1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda, kovid-19 hastalığına karşı geliştirilen aşıların uygulanmasına dair bir hüküm yok. Bu aşamada, kanunilik koşulu hâlâ eksik. Yaşam hakkı, en temel hak. Bu hak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 6. maddesinde güvenceye alınmış. Koruyucu haklardan. Devletin, bu hakkın mutlak korunmasında pozitif yükümlülüğü var. Yaşam hakkını korumada pozitif yükümlülüğü olan devletin, geldiğimiz aşamada yükümlülüğünü yerine getirmesinin en önemli adımı, aşı düzenlemesini içeren patronlara işten atma hakkı tanıyan bir genelge değil toplumsal bağışıklığı sağlayacak yasa çalışması yapması.