Cemil Şov Filminin Yönetmeni Barış Sarhan: Görünüyorum öyleyse varım!
Yönetmen Barış Sarhan ile yeni filmi Cemil Şov'u konuştuk.
![Cemil Şov Filminin Yönetmeni Barış Sarhan: Görünüyorum öyleyse varım!](https://www.evrensel.net/upload/dosya/194177.jpg)
Barış Sarhan | Fotoğraf: Kişisel arşiv
İLGİLİ HABERLER
![Adana’nın sinema tarihine yolculuk](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/194140.jpg)
Adana’nın sinema tarihine yolculuk
![Yılmaz Güney’in Umut Filmi ilk sahnenin çekildiği Adana Garı önünde gösterildi](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/194131.jpg)
Yılmaz Güney’in Umut Filmi ilk sahnenin çekildiği Adana Garı önünde gösterildi
![Altın Koza’da Onur Ödülleri Şerif Sezer, Yavuz Turgul ve Haluk Bilginer’e verildi](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/194167.jpg)
Altın Koza’da Onur Ödülleri Şerif Sezer, Yavuz Turgul ve Haluk Bilginer’e verildi
İsmail AFACAN
Adana
Cemil Şov, oyuncu olmanın hayalini kuran bir güvenlik elemanının hikayesini konu ediyor. Barış Sarhan’ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği filmde Ozan Çelik, Nesrin Cavadzade, Alican Yücesoy ve Cezmi Baskın gibi isimler rol alıyor.
Cemil Şov, İstanbul Film Festivali’nin ardından Adana Altın Koza Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Festivalde Yönetmen Barış Sarhan ile Cemil Şov’u konuştuk.
Filmin hikayesiyle başlayalım. “Cemil Şov” nasıl çıktı ortaya?
Ben eski bir reklamcıyım. 2012’ye kadar çok yoğun çalıştım. ‘Gösteri toplumu’ mu demek gerekiyor, biliyorum; onun ikonlarını yaratanlardan bir tanesiydim. Bu da benim üzerimde psikolojik bir baskı yaratıyordu. Bu bende kendisini fazlasıyla gösteren insanlara karşı biraz öfke yaratmıştı. Etrafımdaki insanlara bu öfkeyi gösteriyordum. ‘Artık kendime ait bir şey yapma zamanım geldi’ dediğimde bu öfkenin yaratıcı bir şeye dönüşebileceğini fark ettim. Ve temayı buldum. ‘Düşünüyorum öyleyse varım’a; ‘Görünüyorum öyleyse varım’ diye alternatif bir tema cümlesi yazmıştım. Onun üzerinden, vitrinde olmayan insanlarda bunun etkileri nasıl diye bir yere gittim. O da Cemil karakterini getirdi. O yüzden inanılmaz bir vitrin ortaya koymalıydım: Çok şaşaalı, çok parlak… Büyük bir sirk koymalıydım ortaya ki arkasındaki biri en büyük kontrastı yaratsın.
O sirk de bence artık AVM’ler. Kendimizden farklı karakterlere büründüğümüz, onların eşyalarının satıldığı, tavırlarımızın ona göre değiştiği bir yer. O yüzden AVM’nin arkasında olan bir insanın AVM’nin önündeki insanlara kendini göstermeye çalışma fikir benim çok hoşuma gitti. Onun özel olma hissiyatı, özel olduğunu zannetme durumu; ama özel olmadığını bizim bildiğimiz bir çatışma yaratmak istedim.
Cemil de kendisini çok yetenekli zanneden, oyuncu olmak derdinde olan bir güvenlik elemanı. Ve oyuncu olmak için her şeyini verebilir ama AVM’nin arkasında küçücük bir depoda her gün insanları seyrediyor. Aslında o bir özel güvenlik… O bir gün bir oyuncu seçmesine katılıyor. Her yere başvurmuş, bir tanesi olmuş. Eski bir Yeşilçam filminin yeniden yapımının bir oyuncu seçmesi. Oradaki eski kötü karakter seçmesi için katılıyor. “Seçme” veriyor aslında. Ama bir şekilde tekrar seçmelere katılmak istiyor. Bir şekilde Yeşilçam’ı oynamış karakter ile tanışmak gibi bir derde giriyor. Daha sonra tanıştıkça bir kötü karakter transformasyonu yaşıyor. İçinde şimdiye kadar gösteremediği hıncı, hırsı; vitrinin arkasında olduğu tüm kötü hisler kendini gösterebileceği bir vücut buluyor. Filmin böyle bir altyapısı ve fikri var.
İlk olarak kısa filmini yaptınız. O süreci sizden dinleyebilir miyiz?
Uzun metraj fikri olarak başladı. Platformlara bu fikirle katıldım. Saray Bosna’daki bir yapımcı “Görsel malzemesi zor, insanların zihninde canlandırması zor bir film. Öncesinde bir kısa film yaparsan işin çok kolaylaşır. Hem sen denemiş olursun, hem insanları ikna edersin” dedi. O yüzden arada bir tane kısa film yaptık. Sonra uzun metraj yolculuğumuza devam ettik. Oyuncular belirlendi, biraz tarzı da değişti.
Nasıl bir değişim yarattı?
Özellikle oyuncu seçiminde yarattı. İlk yarattığım karakter; sert, köşeli, içindeki hıncı belirgin bir karakterdi. Ozan Çelik bu işin içine kara mizahı dahil edebilecek yumuşak bir ton oldu aslında. Kısa film çekilirken uzun metrajı yazıyordum. Yeni karakterde Ozan’ı düşünerek yazdım. O karakteri yumuşattı. Böylece dönüşümü daha kuvvetli oldu.
İkincisi görsel anlamda kendime güvenimi getirdi. Daha önce yaptığım kısa film daha naif bir şeydi. Oradaki karanlık atmosferi yapabildiğimi, özellikle mizanseni çözebildiğimi, oyuncu yönetimi yapabildiğimi gördüm. Sinemanın araç gereçlerine, tekniğine hakimiyet çok önemli. Yazı yazmayı öğrenmek gibi bir şey. Kamera kullanımı, lens seçimi, müzik kullanımı vs. gibi noktalarda güzel bir deneyimim oldu.
AVM’leri ‘sirk’e benzettiniz. AVM’nin filmdeki önemine ve yerine dair neler söylemek istersiniz?
2012’de bir AVM’deydim. Arkaya açılan, elemanların arka tarafa gittiği bir kapı vardı. Ve baktığımda ön tarafın parlaklığı, oradaki insanların jilet görünümü bir anda kapının o tarafında bitiyordu. Karanlık. Işık rengi farklıydı. Yerlerde çöpler vardı… Onu görünce ön ile arka arasındaki farkın bu kadar net hissedildiği başka bir yer olamaz. Ve bize sunulan ile onun arkasındaki gerçek arasındaki fark bu kadar ‘bir kapıyla’ görünür oluyor. Hayatımda daha önce görmedim. O yüzden bu çelişkiyi göstermek istedim.
Halkın kendisini en çok vitrinde hissettiği yer AVM’ler. Ne yapıyor oraya gidince? ‘Piyasaya’ çıkarız denildiğinde çocuklar artık AVM’lerde çıkıyor. ‘Piyasaya çıkma’ imajını AVM’de yaratıyor. Oradaki markalara, restoranlara girerek görüyor. Orası çok yaşayan bir vitrin. İnsanların kendilerini başkalarıyla kıyasladığı, kendisini nerede gördüğü…
Filmin büyük bölümü -insanların görmediği- AVM’nin arka tarafında geçiyor. Oradaki ilişki ağına tanık oluyoruz…
Karanlık yan, önün parlaklığına göre tam zıt; askeri nizamın olduğu bir yer. Ve o kraldan çok kralcı karakterlerin kendi egolarını tatmin ettikleri bir yer. Bu film için AVM’lere gidip araştırma yaparak gördüğüm şeyler. Oradaki güvenlik müdürleri ile konuştuğum zaman duyduklarım… Genellikle eski polis oluyorlar ve nizam intizam onlar için çok önemli. Oraların karanlık ve izbe olması da çok enteresan.
Bir de AVM’ler o kadar büyük ki, arka tarafta kontrol edemedikleri karanlık noktalar var. O anlamda analojik olarak bir semt gibi. Girilemeyen yerler var. İnşaat halinde mesela. Hatta geceleri dolaşıyorlar, genç çiftler oralarda sevişiyorlarmış falan… Kendi içinde bir distopya neredeyse. O sinematik olarak çok heyecanlandırdı. Heyecanlandıran başka bir şey olarak derinliği oldu. Biçimin üzerindeki içeriği ayırt etmiyorum. Otopark koridorunun derinliğini görünce ‘Ben burada film çekmek istiyorum’ dedim. O derinlik, kolonetlerin arka arkaya dizilişi, gelen ışıklar benim için çok film yapılabilecek yerler. Sinematik olarak distopik evren yaratmak istedim.
Fotoğraflar: Basın görseli | Kolaj: Evrensel
Cemil, AVM’de çalışan bir özel güvenlik. Oyuncu olmak istiyor ama her defasında duvara çarpıyor. Ona dair ne söylemek istersiniz?
‘Ben özelim evreni’ diyelim ona… Zamanın ruhunu içinde taşıyan bir karakter. Tabii ki kendi içimdeki karanlık tarafı başka bir karaktere giydirdiğim bir şey. Kendimizden beklentilerimiz artık çok yukarıda. Potansiyel ve beklentiler arasında büyük bir fark var. Bunu yapabilecek yetenek, biçim ve ruh var mı? Ne olursa olsun bu olmalı diyoruz. ‘İnanırsan olur’ gibi bir umut tacirliği var. Hayır, inanırsan olmayacak çok şey var bu dünyada. Cemil de olacağına o kadar inanıyor ki, aslında toslamasının nedeni de biraz bu kör inancı. Ve çok ciddi bir inkar içinde. O yüzden insanlarla ilişkisini de kuramıyor. O yüzden biraz da kendisini yalnızlaştırıyor.
Oyunculuk denemeleri sırasında da sinema sektörüne dair göndermeler var. İçinde bulunduğunuz sektörle de hesaplaşıyorsunuz sanki?
Evet, haklısın. Sektörel bir şey olarak da bakılabilir. Ama sanatla ilgilenen insanlarda ‘Beni anlamadılar’ fikri çok tehlikeli bir yer. Gerçekliği de çok tartışmalı. Biraz da yapamadıklarının arkasında bir özür olarak konuluyor. ‘Bunu yapamadım ama nedeni başkaları’… Hem Turgay karakterinde hem de Ozan’da o durum var. ‘Çok büyük potansiyelim var ama insanlar köşeleri kapmış’ fikrini de biraz tehlikeli buluyorum. Aslında üretmenin önünde de engel gibi geliyor. Bu bahaneye insanların çok ihtiyacı var. Zamanın ruhu bir an evvel onu hemen yapmak. Biraz da bunun üzerinden bir hesaplaşmaydı.
Cemil karakteri, eski Yeşilçam yıldızı Turgay Göral karakterine özeniyor. Film başka bir yere eviriliyor. Orada Yeşilçam’a dönük nostaljik bakış eleştiriliyor. Neler söylemek istersiniz?
Aslında Cemil’in kendisini göstermesi için bir başka yerden güç almasına ihtiyacım vardı. Bir arkadaşı, sevgilisi olabilir… Ama onlar Cemil’e “Bu kadar senedir uğraşıyorsun, olmuyor işte” diyecekti. O yüzden de ölü biri üzerinden kendisini haklı çıkarmaya çalışması, onu bir ‘Kimse artık onun planını engelleyemeyecek, çünkü kendisini bir mite dayadı’ durumuna getirdi. Cemil’in sanki ileriki yaşlarını temsil edebilecek birine ihtiyacım vardı. Yani ‘yenilmiş bir kral’ diyebiliriz. Kültür tarihimizde kim olabilir diye baktım. Yeşilçam fikrini film biraz olgunlaştıktan sonra koydum. Şarkıcı, yazar olabilirdi. Kimi mitleştiriyorsak. Sinemasal olarak bana alan açacak bir Yeşilçam figürü seçtim. Çok da hoşuma gitti bu durum. Belki de Yeşilçam ile ilişkimiz çok hastalıklı. Onları erişilmez yerlere koyuyoruz. Oradan düştükleri zaman içimizde garip bir rahatlama oluyor. ‘Bu kadar yükseğe çıkarsan düşebilirsin’ gibi… O yüzden çok ilgimizi çekiyor ‘Ne idi ne oldu’ haberleri… Bilinçaltımız onu kötü görmek istiyor. Onu kötü görmek bize bir şekilde bir katarsis yaşatır gibi hissediyorum hep. Ve böyle bir karakteri anlatmak istedim. Yeşilçam’ı kişisel olarak çok seven biri de değilim.
İki film bir potada birleşiyor ve gerçekle sanal iç içe geçmeye başlıyor. Bir yanıyla ‘oyuncu olma hayalinin’ travmasını da güçlü kılıyor. Bunu sinema diline dönüştürmekte zorlandınız mı?
Sinemada en çok kullanılan tekniklerden bir tanesi karakter dönüşümüdür. Burada da tamamen onun üzerine kurulu bir şey. Farklı farklı yöntemleri var. Karakteri, görünümü, eylemleri yavaş yavaş değişebilir. Ben aslında bunların totalinin şizofrenik bir değişimini istedim. Gerçek olsun. Bir karakterden çıksın, başka bir insana dönüşsün. Mesela Polanski’nin Tenant filmi gibi. Benim dönüştürmek için dönüşümü sağlamak için çok kuvvetli sinemasal elemanlara ihtiyacım vardı. Yeşilçam filmlerinin birdenbire filmden kopmamızı sağlaması, sonra tekrar bağlanması ve siyah beyaz evrene dahil olması çok güçlü geçişlerdi. Bunu paralel kullanmak sanki bana bozulmuş bir zihin gibi hissettirdi. Tekleyen ya da gerçekliğin görüşünü arasında gidip gelen şeyi ben Cemil’in zihin yapısına benzettim.
Yer yer filmleşiyor yaşamı…
Evet. Filmleşiyor. Aslında taklitleşiyor. Burada dönüşüm tam da dediğiniz yer. Ben Cemil’i aldım bir film karakterine dönüştürdüm. Film karakteri gibi konuşmaya başladı. Film karakteri gibi konuşunca film karakteri gibi davranabilme ehliyetini kazanıyor. Bir insanı kaçırabilir, kan revan içine bir yerden bir yere yürüyebilir… Kötü olabilme ehliyetine sahip olabilmek için bir transformasyon yaşadı yani. Bunu yapabilmek için de Yeşilçam filmleri sanki onun zihninden gelen, ona yol gösteren kutsal görseller gibiydi.
Travmatik bir finalle bitiyor film. Oyuncu olamıyor ama başarıyor gibi…
Başarı sadece kendisinin bildiği bir başarı olarak kalıyor. Ona yetebilir mi? Aslında yetebilir. “Artık hepimiz ünlü olacağız. Birilerinin hayranı milyonlar olacak. Birilerinin on olacak” bir yerde okumuştum. On kişiye hayranlığını hissettirmek de Cemil’e belki yetecek.
Evrensel'i Takip Et