Bir tek adamın günlük reçetesi: Din ve Diyanet işleri
AKP, Türkiye egemen sınıflarına “dini ve dinselleşmeyi kapitalist sömürünün, neoliberal yağmacılığın politik-ideolojik sis perdesi olarak kullanma yeteneği benden sorulur” diyor.
Fotoğraf: DHA
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş son dönemde açıklamalarıyla deyim yerindeyse gündeme oturdu. Hedef skalası epey genişti, laiklikten sosyal medya kullanımına kadar dinselleşme ve muhafazakarlaşma ile bağlanabilecek çeşitli meseleleri bir öncelik sırasına koymuş ve ajandasına uygun olarak seçip sahneye çıkmış gibiydi. Kimi tartışmaları da alevlendirdi haliyle. Özellikle laikliği hedef alan açıklamaları laiklik-muhafazakarlık gibi eskimeyen kimi çatışmaları körükledi. Mevcut kurulu laikliğin söylediği gibi dinin siyasete ya da kimi kurumsal alanlara dahil olmaması ilkesinin “yersizliğini” vaaz etti Erbaş, Allah ile kul arasında herhangi bir kurumsal bariyer örmenin anlamı yoktu, din her yerde olmalı, her yeri kuşatmalıydı! Yetinmedi Erbaş, Kur’an kursları açıklamasıyla toplumun sinir uçlarıyla oynamaya devam etti. Erbaş’a göre 4-6 yaş arası Kur’an kursları uygulamaları zorunlu eğitimin parçası olmalı; üniversitelerden gençlik merkezlerine, hapishane ve yurtlara çocukların ve gençlerin bulunduğu bütün kamusal yaşam alanları Kur’an kurslarıyla ilhak edilmeliydi. Sanki ele geçirilmiş gayrimüslim topraklarından bahsediyordu Erbaş. Zira başka dinlere kucak açmasa da yurtlar ve üniversiteler “dinsizliği yayma merkezleri” olarak kodlanıyordu AKP’nin kimi dinci-gerici kanatları tarafından bir süredir. ODTÜ ve İTÜ’de üniversite içine camii-mescit tartışmalarını hatırlayabiliriz. Bu köklü üniversitelerin bir çırpıda dağıtılmasını/yıkılmasını, yerlerine dini yapılar inşa edilmesini, bütçelerinin dinselleşme uygulamalarına aktarılmasını isteyen islamcı çevreler az çıkarmamıştı sesini zamanında. Özetleyecek olursak Ali Erbaş’ın açıklamaları AKP’nin muhafazakarlaşma-dinselleşme stratejisinin geri planında kimi siyasal gerilim noktalarına işaret ettiği için irdelenmeyi hak ediyor. Nitekim dincilik-laiklik gibi çatışma merkezlerine sıkıştırılmadan gözetilmesi gereken ekonomi-politik dertlere sahip açıklamalar bunlar. Ayrıca laiklik mücadelesinin bagajı açısından da bir tartışma alanı açıyor. Bu yazıda sınırları çizilmiş sonuçlara varmaya değil ancak çeşitli çıkarımlar yapmaya çalışacağız.
ERBAŞ’IN ÖTESİ: AKP’NİN İDDİASI
Öncelikle Ali Erbaş’ın motivasyonlarına bakalım. “AKP’nin ikinci adamı”, “Cumhurbaşkanlığı adaylığı”, “Erdoğan sonrası liderlik” gibi kişisel niyet ve manevralara sıkıştıran çeşitli spekülasyonlar bu yazının konusu değil. Elbette Erbaş bu açıklamaları tek başına, soyut ve bağımsız bir politik çizgiden yapmıyor. Tek adam yönetiminin kurumsal, politik, ekonomik çeşitli yönlerden oldukça sıkıştığı zamanlarda bu açıklamalar tesadüf değil. Erbaş’ın elde kılıç Ayasofya gösterisini de hatırlayabiliriz. Bu açıklamaların motivasyonlarını elbette eksik olmakla birlikte birkaç hedefle sınırlayabiliriz. Birincisi, AKP’nin yürüttüğü iktidar blokundaki çözülmelerin, yani egemen sınıflarla ittifakındaki yıpranma ve çözülmelerin ezilen sınıflardan rıza devşirme kapasitesindeki çözülmeyle iç içe geçtiği zamanlarda Erbaş’ın açıklamaları ya da AKP’nin dinselleşme yönünde vites arttırması; onu zayıflayan bünyesiyle ayakta tutacak en gerici-dinci tabakalara bir çağrı niteliğinde. Tarikat, cemaat, vakıf vb. sivil toplumun dinselleşmesinin radikal taraftarlarına hatta din devleti arzulayan organizasyonlarına “senin iktidar seçeneğin benim” hatırlatmasını yapıyor AKP. “Post-AKP” denilen (AKP sonrası) senaryolara “kapatın kapınızı” diyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi, Ayasofya hamlesini vb. de bu çerçevede yorumlamak mümkün. İkincisi AKP’nin bu post-AKP senaryolarında, Türkiye kapitalizminin “yenilenmesine” ilişkin gelecek planlarında, çeşitli burjuva parti ve fraksiyonlarıyla girdiği hegemonya savaşının bir ifadesi olarak okunabilir bu dinselleşme manevraları. Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları, son 60-70 yıllık kapitalist dönüşümde, son 30-40 yıllık neoliberal dönüşümde, din gibi ezilen sınıf ve tabakalarla bir uzlaşma aracını gerekli kılıyordu. Türkiye kapitalizminin dinle olan ilişkisi de ezelden beri “pragmatik” bir çizgide ilerledi. AKP sonrası senaryoları ve Türkiye kapitalizminin siyasal temsilcisi kim olacak sorusuna AKP’den bir meydan okuma Erbaş’ın bu açıklamaları. AKP, Türkiye egemen sınıflarına “dini ve dinselleşmeyi kapitalist sömürünün, neoliberal yağmacılığın politik-ideolojik sis perdesi olarak kullanma yeteneği benden sorulur” diyor. Çünkü din gibi bir politika aracının ya da dinselleşmenin Türkiye kapitalizminin restorasyonu açısından işlevini, hangi formda ve ne ölçüde olacağı değişmekle birlikte, bir süre daha “korumaya” devam edeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Buna aday çeşitli yapıların olduğunu da görüyoruz; DEVA’nın “muhafazakar endişe” temalı çıkışlarını, İYİP ve CHP merkezli “muhafazakarlıkla uzlaşma” stratejisini Türkiye kapitalizminin bu “hayati” ihtiyacında arayabiliriz. AKP’yi 20 yıllık iktidar kılan o girift yapbozun en önemli parçalarından biri, “dinselleşme stratejisi” ya da kitlelerle buluşma aracı olarak “dinin siyasallaşması”, şimdi burjuva iktidar değişikliği adayları arasında bir miras kavgasının konusu olmuş durumda. Son olarak da AKP’nin oyuncağından vazgeçmeyen inatçılığına değinebiliriz. AKP, iktidar yapısında ve kitle desteğinde yaşadığı çözülmelerin boyutuna rağmen ideolojik angajmanını terk etmiyor. Ancak baskı ve zorla, şiddetle ayakta kalan bu iktidar bariyerinin öbür yüzü olarak; yani politik söylem ve hareket alanı üretme kapasitesi olarak dinselleşmeyi tekelinde tutma biricikliğinden, bu konumdan vazgeçmiyor.
GERÇEK LAİKLİK MESELESİ
Erbaş’ın açıklamalarının bu türden ekonomi-politik dertlerden bağımsız olmadığını söylemek, aynı zamanda memleketteki herhangi bir gelişmede köpüren laiklik-muhafazakarlık çatışmasına tutarlı bir yerden bakmaya da zemin sağlıyor. Öncelikle bu derginin önceki sayılarında defalarca yapılan bir tanımdan başlayarak ana-akım tartışmalarda her daim eksik kalan yönün altını çizelim; gerçek laiklik. Laiklik, temelde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanıyor. Ancak bu ifade epey sorunlu. Çünkü her şeyden önce din ve devlet işlerinin bir “iş” olarak, yani kamu-toplum adına üstlenilecek işler olarak kabul edilmesi niyetten bağımsız olarak DİB gibi kurumları meşru kılıyor. DİB, Cumhuriyet’in kurucuları tarafından laikliği bu şekilde garanti altına almak üzere kuruldu, elbette laikliğin bu çarpık uygulamasının sonuçları umulanı karşılamadı. Laiklik, devletin ve devlet kurumlarının “din ve inanç alanına” yekten ilgisiz olmasıdır. Sadece ilgisiz olmak da değildir; gerçek bir laiklik ilkesi toplumsal yaşamdan dini ve dinselleşmeyi tümüyle tasfiye etmeyi hedefler. Ancak bunu kategorik olarak din ve inancı hedef alarak değil, dini ve inancı ortaya çıkaran ve insanları bu alanlara yönlendiren sosyal koşulları hedef alarak gerçekleştirir. Bu nedenle laiklik mücadelesi temelde demokrasi ve özgürlükler mücadelesiyle, bireyselleşme mücadelesiyle, yabancılaşmadan kurtulma ve insan olma mücadelesiyle yani sınıflar mücadelesinin gündelik pratikleriyle doğrudan iç içedir. Laiklik ilkesi, din olgusunu, Erbaş’ın yakındığı gibi “Allah ile kul arasına” bırakmayı, yalnızca bırakmayı değil, kişisel düşünce alanına “terk etmeyi”, bu ilgisizliği tutarlı kılacak çeşitli uygulamalarla din ve inancı kişisel özerkliğe deyim yerindeyse “sıkıştırmayı” hedefler. Çünkü laiklik ilkesi, devlet aygıtının inanç alanına ilgisizliği kadar bilimsel bilgiye ve eleştirel düşünceye de ilgisini örgütlemelidir. İnsanların deneysel, analitik, bilimsel, eleştirel düşünce süreçleriyle doğru kararlar verebilmelerini, bunun önüne geçen dinsel-uhrevi olguların sosyal yaşamdan koparılmasını hedeflemelidir. Laikliği savunmak, “basitçe din ve devlet işleri yürüsün ama birbirine karışmasın” demek değildir. Devlet aygıtı denklemden tümüyle çekilmeli, din alanı kişiye özel alan olarak “ilan edilmeli”, kamusal alandaki her türlü teşvik ve yönelimin önü kesilmeli ve insanları bilimsel-eleştirel düşünce süreçlerinden koparan bütün dogmatik-metafizik düşünce süreçlerinin terk edilmesi amaçlanmalıdır.
NASIL BİR LAİKLİK MÜCADELESİ?
Erbaş’ın açıklamalarına ilişkin tespit etmeye çalıştığımız ekonomi-politik öz, laiklik mücadelesinin yönüne ilişkin de ipuçları verebilir. Laikliği savunmak, bugün Türkiye kapitalizminin içine düştüğü darboğazda, hangi aktörün çeşitli deliklerle batmakta olan bu gemiyi yürüteceğine ilişkin girdiği kavgada, din ve dinselleşmeyi “en kabul edilebilir düzeyde” politik bir araç olarak kullanabilen siyasal seçeneğin peşine takılmak değildir. Çünkü bugün laikliği savunduğunu iddia eden hiçbir burjuva seçenek “gerçek anlamda” bir laiklikten bahsetmiyor. Bu nedenle bugün laiklik mücadelesinin taraflarını “laik-muhafazakar” gibi sınırları belirsizleşmiş bir yapay gerilimle tarif etmek mümkün değildir. Laikliği savunmak, bugün CHP’nin başı çektiği düzen muhalefetinin “Türkiye laik olsun da (yani “laik görünsün”de) dinci örgütlerin sivil toplumda örgütlenmesi, kadının sosyal ezilmişliği, ağır sömürü koşulları vb. bu sorunlar çok da önemli değil” türünden stratejisine ortak olmak da değildir. Laiklik mücadelesi, Türkiye kapitalizminin kullanmak zorunda olduğu bir politik araç olarak dinselleşmeyi ya da dinin siyasallaşmasını tespit etmek ve bu araca bütünüyle, buna aday aktörlere de açıktan cephe almakla tutarlı olabilir. Laiklik sorunu, sınıflar mücadelesinin bir konusu halinde yukarıda tarif edilen gündelik pratiklerle iç içeliğini koruyarak çatışma süreçlerinin bir momenti olarak ele alınmalıdır.
Türkiye burjuvazisi ve AKP’nin dinselleşme stratejisi ne kadar çok yönlüyse laiklik mücadelesinin bagajı da o kadar çok yönlü olmalıdır. Lise ve ortaokullara kadar cemaat ve tarikat örgütlenmeleri, din derslerinin kamu kurumları olan okullarda zorunlu kılınması, imam hatip okullarının/Kur’an kurslarının mahalle ve semt sınırlarını zorlayan bir yoğunlukta açılması, kadın mücadelesinin ısrarlı ve direngen taleplerine rağmen sosyal yaşamda kadın ve ezilen cinsel yönelimlere nefes aldırmayan düşman politikası, devlet bürokrasisi içinde cemaat-tarikat kadrolaşması, sivil toplumun-devletin kritik pozisyonlarında örgütlenen tarikatların birer sermaye birikim merkezleri haline gelmesi, işçilerin çalışma koşullarıyla ilgilenmeyen çeşitli sendikaların “din kardeşliği” gibi politik ajandalarla tarikatlara dönüşmesi, yoksul mahallelerindeki tarikat ve cemaatlerde “alacaklarından vazgeçmesi”, “şükretmesi”, “patronuna kardeş olması” vaaz edilen kimi işçi ve emekçiler… liste uzatılabilir. Laiklik mücadelesi, AKP’nin iktidar pratiğinin politik stratejisi olarak dinselleşme ve Türkiye kapitalizminin dönüşümündeki en etkili tutkallardan biri olarak dinselleşme boyutlarını karşı cephede birleştirmek ve bütünüyle bağımsız bir hat çizmek zorundadır. Yalnızca dinsel kurumsallaşmanın karşısında olmak değil, dinsel kurumsallaşmadan çıkarı olan egemen sınıflara ve siyasi odaklara karşı mücadele de laiklik mücadelesinin görevidir. Sorun, üniversitelerde kuran kurslarının yaygınlaşmasına karşı mücadelenin, tarikatların üniversite yönetimlerinden ya da teknokentlerdeki sermaye örgütlerinden aldıkları ihalelere karşı demokratik-özerk üniversiteyi, üniversite-sermaye işbirliğine karşı toplum yararına üniversiteyi savunma mücadelesiyle iç içe geçmesi sorunudur. Sorun, imam hatip okullarının AKP’nin örgütsel kadro rezerv alanları olarak kullanılmasına karşı mücadele ile imam hatip lisesi öğrencilerinin parasız-demokratik lise mücadelesinin iç içe geçmesi, imam hatip lisesi öğrencilerinin eğitimde gericileşmeye-dogmatikleşmeye karşı bilimsel eğitim mücadelesine kazanılması sorunudur. Modern topluma ilişkin her türlü sorun ekonomi-politik zeminde, sınıflar mücadelesinin konusu ve momenti olarak ele alınmadığında, ortaya yarım yamalak ve gerçeklikle ilgisi olmayan uyduruk çatışmaların, çatışma taraflarının ve ilkelerinin çıkması mümkündür.