Havuz problemi
Ülkenin en büyük havuzu, suyu, alın teri olan milli gelir havuzudur. Bu havuzu dolduranlar toplumun geniş kesimleri iken, havuzu hortumlayanlar hep, bir azınlık olmuştur.

Fotoğraf: AA&Freepik
İLGİLİ HABERLER

Aşı karşıtlığı ya da mayın tarlasında yürümek…

12 Eylül, iki çocuk, bir doktor…
Öğrencinin matematiği anlayıp anlamadığı havuz problemlerini çözmesiyle bir tutulur, problemi çözemezse “Sen daha ‘denklem kurmasını’, ‘bayağı kesirleri’ bilmiyorsun?” denirdi. Nedir bu havuz problemi? Tipik sorusu “3 musluk havuzu şu kadar sürede doldururken, 2 musluk şu kadar sürede boşaltıyor. Tüm musluklar açıkken havuz dolar mı, boşalır mı, ne kadar sürede?”
Günlük yaşamda da havuz problemleri olmaz mı? Neden olmasın?
Birinci havuz problemi;
Müessesenin gündüz bekçisi yaşlı Ali Seydi Dayı, kampüsün nizamiye kapısındaki küçük kulübesinde uyuklarken, kampüse ara sıra gelen araçların kornasıyla uyanır ve her aracı sıkıca sorgulayıp kontrol ettikten sonra giriş kapısını açardı. Yaz gelip de lojmanın erkek çocukları yasak olan havuza girmeye başladıklarında, bekçi kulübesinde duramaz, bütün enerjisini çocukları kovalamaya harcardı. Aslında havuzun, normal yüzme havuzundan farkı yoktu, ama yasaklanmıştı bir kere. Oysa, hayatında deniz görmemiş bu çocuklar için havuz, yüzmeyi öğrendikleri bedava bir yüzme kursu ve yaz tatilinin en güzel eğlencesiydi.
Hemen hiçbirinin mayosu yoktu, havuza beyaz donlarıyla girerler ve en fazla verimi almak için hiç durmadan yüzer, oynarlardı. Her daim bir gözcü olurdu. En keyifli anlarda “Ali Seydi Dayıııı!, kaçın!”. Hızla çıkarlar, kıyafet ve ayakkabılarını alır, ıslak donlarıyla lojman yönüne kaçarlardı. Havuz, işyerleri ile lojmanlar arasında yasak bölgenin başlangıcındaydı. Bu kovalamaca günde birkaç kez olur, çocuklar güvenli mesafeye geçip, geriye doğru “Ali Seydi Dayı niye izin vermiyorsun, sana ne zararımız var?” dediklerinde, bu sözler daha da tepesini attırırdı. “Yemin ederim, Allah yarattı demem gebertirim hepinizi! Yasak işte! Yasak!”
Sonraki günlerin birinde, erkek çocuklar gene havuza girmişken, kızlar da lojmanların ortasındaki ilkokulun bahçesinde oynuyorlardı. Ali Seydi Dayı bu kez her zaman ki yoldan gelmemiş, lojmanlar tarafını dolaşıp kaçış yolundan havuza geldiğinde çocuklar gafil avlanmıştı. Çocuklar bu beklenmedik baskının şaşkınlığıyla ıslak donları ile kaçarken geride kıyafet ve ayakkabılarını bırakmışlardı. Güvenli bölgeye geldiklerinde, Ali Seydi Dayı’nın “Nasılmış? Elimden kurtulamazsınız demedim mi?” diyerek ilk defa gülmelerine tanık oldular. Ayakkabılarını uzaktan tek tek fırlatıp geri verse de kıyafetleri vermedi.
Havuzdan çıktığından beri ağlayan, öfkelenen, yalvaran çocuklar, o vicdansızın insafına kalmışlardı. Dahası oyun oynayan kızlar, arkadaşlarının bu perişanlığını görüp, gülme, alay etme, üzülme arası bir tavırla izlemeye başladılar. Çocuklar da utanarak birbirlerine sokulup beklemeye başladılar. Bekçiye olan öfkeleri, ailelerine “Niye geldik bu şehre?” diğer arkadaşlarına “Kimin fikriydi bu havuz?” gözcüye “Niye dikkat etmedin?” sonra da kızlara “Ne gülüyorsunuz be, komik bir şey mi var?”
Kıyafetleri yanına alıp ağacın gölgesinde uyuklayarak zaferinin keyfini çıkardıktan sonra, kalkıp her bir kıyafeti bastonun ucuna takıp, dibinde oturduğu büyükçe bir dut ağacının dallarına astı. Çocuklar 2 saat kadar çıplak bekledikten sonra, mesaisi bitmek üzere olan Ali Seydi Dayı kulübesine doğru gidince, ağaçta asılı olan kıyafetlerini indirip göz yaşlarıyla giydiler. Gururları incinmiş, utanmış, küsmüş, sarsılmışlardı, artık havuza girmeyeceklerdi, girmediler de. Çocuk cıvıltısı sustu, Ali Seydi Dayı keyifliydi artık, havuz problemini çözmüştü.
İkinci havuz problemi;
Orman kaçakçısı Hayri, ormancıların sıkı tedbirleri yüzünden artık iş yapamaz olmuş, köyün dışındaki tek katlı yarı inşaat halindeki evinde karısı ve üç çocuğu ile son parasını da tüketmek üzereydi, üstelik eski BMC kamyonuna da kaçakçılıktan haciz gelmişti. Karısı Gülten’nin evin önündeki yarım dönümlük bahçede ektikleri ve baba evinden getirebildiği yiyecekler olmasaydı çok daha perişan olacaklardı. Ayrıca köyün doktorunun evine haftada bir temizliğe gider, çay, şeker parası ve harçlığı çıkarırdı.
Hayri karısından daha ufak tefek, iri yeşil gözlü, kirli seyrek sakallı, hızlı konuşan, gamsız kedersiz biriydi. Gece adamıydı, hemen her gece tüfeğini alır ava çıkar, çoğu zaman vurduğu bir tavşanla dönerdi. Sabaha karşı uyur, gözlerini açar açmaz, tabakasından önceden sardığı sigaralarını çayla beraber üst üste içerdi. Yaz kış giydiği sarı ceketi, kirden kahverengiye dönmüş, eskimiş neredeyse dökülüyordu. Yeni alınan hiçbir kıyafeti düğün veya bayram günlerinde giymez, utanırdı; mutlaka özel günler geçtikten sonra ilk kez giyerdi. Tek arkadaşı Rasim hemen her gün ziyaretine gelir, onun ülke ve dünya meseleleriyle ilgili anlattıklarını hayranlıkla dinlerdi. Hayri hep yüzdelikle konuşur, “bu köyün %75’i işe yaramaz, hava bozuyor yarın %90 yağış var, Amerika’nın Saddam’ı yenmesi %30-40 ihtimal.”
Karısı bazen kavga edip çocuklarını da alır bir süre baba evine gider, evde yemek yapan olmazdı, ama Hayri yiyeceğini oturduğu yerden çıkarırdı. Gündüzleri evin pencerelerini açar içeri kuşların girmesini bekler, yeterince serçe, bazen güvercin girdiğinde hızla kapatır, eline aldığı oklava ile evdeki kuşları vurup düşürürdü. Her defasında 8-10 serçe, 1-2 güvercin pişirerek karnını doyururdu, zaten av etini çok severdi. Av konusunda usta bir doğa adamıydı, köpeklerle tuhaf bir ilişkisi vardı, hemen onları dize getirir hiç havlatmadan yanına çağırır ve hemen dostluk kurardı.
Hayri’nin köyü, sulak bir yerdi, nehrin doğduğu göz buradaydı ve küçük doğal göletlerde bile balıklar yaşıyordu. Köyün çalışkan, aklı başında muhtarının öncülüğünde köyde çok sayıda balık havuzu yapılmaya başlanmış ve ilk satışlar köylünün yüzünü güldürmüştü. Son dönemlerde, köylüler, satış yapılacak büyüklüğe gelmiş balıkların havuzlarda azaldığını fark edince, hırsızlara karşı daha dikkatli olmaya başladılar. Ancak birileri, geceleyin en ters zamanlarda gelip, serpme ağlarını atarak kilolarca balığı alıp kaçıyorlardı. Her defasında farklı yerlerdeki havuzlara gidiyorlar bir türlü yakalanamıyorlar, köpekler de havlamıyordu. Muhtarın zekice bir planıyla, bütün havuzlara o akşam dikenli teller koydular. Birkaç gün sonra gece gelen iki müdavim, her zamanki gibi havuza ağ atıp, onlarca balığı çuvallarına doldurup sessizce kaçacaklardı.
Ancak bu defa işler ters gitmiş ağları tellere takılmıştı, serpme atan, bu işe çok öfkelendi, “Şu ağı bir kurtarayım öbür havuzdan iki kat balık almazsam…” Ağı kurtarmak üzere ceketini çıkarıp, havuza girdi ve karanlıkta epey uğraştı ama ne fayda! Ağ dikenli tele öylesine takılmıştı ki, çıkarmak imkansızdı. Aniden iki el tüfek atıldı ve havuzun ışıkları yanınca, bu iki kişi can havliyle kaçmaya başladılar. Muhtar, “Allah kahretsin gene mi kaçırdınız?” diye köylülere kızarak ağın atıldığı yere geldiğinde “Vay namussuz!” deyip gözleri parladı. Sabahleyin muhtar ve bir grup köylü, köy meydanına geldiler. “Ey cemaati müslüm, sonunda emeğimizi çalan ve helal kazancımıza göz diken balık hırsızını yakaladık! Hırsız bu ceketin sahibidir, bu ceket, sahibi gelip alana kadar meydandaki bu ağaçta asılı kalacaktır!” Cekete bakan gülümseyip, yanındakinin kulağına bir isim fısıldıyor, dinleyen de gülerek başıyla onaylıyordu. Köy meydanındaki sağlık ocağına gelen doktor, ağaçta asılı ceketi gördü ve konuşulanlardan neler olduğunu anladı, şaşırdı ve hafiften utanarak hızla sağlık ocağına girdi.
Hayri, beline kadar ıslanmış vaziyette bahçeler arasından gizlenerek eve dönebilmişti. Karısı yorgun yatıyordu, doktorun evini temizlemiş, giderken de Hayri’nin önceden getirdiği balıklardan pişirip “bekar adam, yesin” diye doktora götürmüştü.
Hayri’yi o halde görünce “Ne oldu len? Hani ceketini naptın?”
Sarı ceket, ağaçta on gün kadar asılı kaldı, Hayri on gün evden dışarı çıkmadı. Sert bir rüzgarla ceket havaya savruldu, uzaklara sürüklendi. O günden sonra havuzlarda balık hırsızlığı olmadı. Muhtar, havuz problemini çözmüştü.
Büyük havuz problemi;
Bütün havuz problemleri kolayca çözülebiliyor mu? Havuzlar büyüdükçe problemleri çetrefilleşiyor. Ülkenin en büyük havuzu, suyu, alın teri olan milli gelir havuzudur. Bu havuzu dolduranlar toplumun geniş kesimleri iken, havuzu hortumlayanlar hep, bir azınlık olmuştur. Bu yüzdendir ki bu ülkenin aydını, ilericisi, devrimcisi hakça bir paylaşım talebiyle bu adaletsizliğe itiraz etmiş ve bedel ödemişlerdir.
Önceki iki olayda, havuz problemi kıyafetlerin ağaca asılmasıyla çözülmüştü, kıyafetler gitti, insanlar kaldı. Oysa, milli gelir havuzunun adil bölüşümünü isteyen yurtsever gençlerin, bedenleri darağaçlarına asılıp, geride yeşil parkaları, koyu renk paltoları, kıyafetleri kaldı.
Ülkenin en büyük havuz problemi hâlâ çözülemedi.
Evrensel'i Takip Et