Eğitim hakkı için mücadelede sorunlar ve talepler
Yoksul kesimlerin eğitimin özelleşmesiyle birlikte gitgide eğitimden kopartılması bugün egemen sınıfın temel kazanımlara ve haklara yönelik saldırılar bütününün bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Kaynak:Angelina Litvin/ Unsplash
Berfin Ezgi TATLI
YTÜ
En geniş ve basit anlamıyla tanımlayacak olursak eğitim bireylerin toplumsal yaşantı içerisinde kendilerini var edebilmesi için gereken bilgi, beceri ve anlayışları edinme, kişiliklerini geliştirme ve geçmiş kuşakların yeni kuşaklara bu deneyimi aktarması meselesinin bütünüdür. Yani aldığımız eğitimin bizleri toplumsal yaşantıya hazırlaması gerekir. Becerilerimizin gelişmesine olanak sağlayacak olan alanlar olması gerekir. Bunlarla birlikte bugün açısından egemen sınıfların tüm bir toplumu kendi saflarına kazanabilmelerinin ideolojik araçlarından biri olduğu söylenebilir. Kara ve sömürüye dayalı kapitalist sistemde eğitim, üretim sürecinde belli dönemler ve belli durumlar açısından ihtiyaç duyulan vasıflı bireylerin yetiştirilmesi gibi bir işleve sahip olmuştur. Bunlarla birlikte son iki yüz yıllık sürece baktığımızda ise eğitim alabilmenin parasız ve bütün vatandaşların ulaşabileceği bir hale getirilmesi, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde “her insanın eğitim hakkı olduğu” ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ise “Her çocuğun parasız, temel eğitim hakkı bulunduğu” maddelerinin yer alması, anayasada “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” şeklinde yer alması kazanılmış en önemli haklardan birisidir.
Ancak sistemin krizler sonrası kendisini yeniden yapılandırmak üzere geliştirdiği neoliberal politikaları uygulamaya sokmasıyla birlikte devletin tüm bir kamusal alanı piyasaya açmaya yönelik hamlesinde eğitim alanı da devletin bu “yükten” kurtulması adına bu dönüşümden payını almıştır. Neoliberal politikalar, sistemin yaşadığı krizden çıkmak üzere geliştirdiği politikalar olması bakımından bu yeniden yapılanma ve dönüşüm süreci eğitim açısından da benzer bir şekilde devam etmiştir. Yani eğitimin bu bağlamda yeniden yapılandırılması yalnızca eğitim sisteminin piyasaya açılması, paralı hale getirilmesi değil bundan daha öte toplamda bir sistem sorunu olarak karşımıza dikilir.
Bu noktada giderek özelleşen bir eğitim içerisinde fırsat eşitsizliği gün be gün artmış, yoksul kesimlerin eğitime ulaşabilmesi giderek zorlaşmıştır. Kamusal eğitimi sağlayacak, eğitimin herkes için eşit, parasız, ulaşılabilir ve nitelikli bir biçimde sürdürebilmesini garanti altına alacak olan devlettir. Eğitim hakkının bir hak olarak kazanılması en başta devletlere bu noktada sorumluluk yüklemektedir. 2011’den bu yana hane halkının eğitim harcamaları ortalama 40 milyar artmış durumdadır*. Eğitim-Sen’in 2019-2020 eğitim öğretim 1. yıl değerlendirme raporuna göre* Türkiye’de eğitimde yaşanan ticarileşmenin sonucu olarak kamusal eğitim harcamalarının oranı yüzde 74, hane halkı ve özel kaynaklardan yapılan eğitim harcamalarının oranı yüzde 26’dır. Bu oranlar bize eğitim masraflarının giderek öğrencilerin, velilerin sırtına yükleniyor olduğunu göstermektedir.
Neoliberal dönüşümle birlikte eğitimdeki özelleştirmeler de büyük oranda artış göstermiştir. 2018-2019 eğitim öğretim yılında özel okulların resmi okullara oranı %11 iken şu an bu oran %24’e yükselmiştir.
TÜRKİYE’DE EĞİTİM: PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR
Tüm bu oranların bizlere gösterdiği şey eğitim sisteminin parayı verenin düdüğü çaldığı bir biçime doğru hızla dönüştürüldüğü. Yoksul kesimlerin eğitimin özelleşmesiyle birlikte gitgide eğitimden kopartılması bugün açısından egemen sınıfın temel kazanımlara ve haklara yönelik saldırılarının bütününün bir parçası olarak karşımızda duruyor. Ve bu saldırı sonucunda eğitim kapitalistler açısından kar ve rant olarak yeniden düzenlenmiş. Diğer yandan da özel okulların sayıları artmış, devlet okullarında verilen eğitimin niteliği özel okullardan çok daha geride kalmış ve aslında baktığımızda devlet okullarında kayıt paraları, bağış paraları yollarıyla eğitim paralı hale getirilmiştir. Eğitimin piyasalaşması giderlerin öğrencilerin ve velilerin sırtına kayıt parası, bağışlar şeklinde yüklenmesini de getirirken parasız eğitim yalnızca kayıt parasının olması veya olmaması olarak anlaşılmamalıdır. Eğitim hakkı dediğimizde bunu bir öğrencinin eğitim alabilmesi için gerekli olacak ihtiyaçlarının tümünün devlet tarafından karşılanması şeklinde okumamız gerekir. Bu ihtiyaçlar içerisine elbette yol, beslenme, barınma, kültür-sanat yani tüm koşullar bakımından eğitim almaya uygun yaşam koşullarını içeren ihtiyaçlar da dahildir. Niteliksiz ve paralı eğitim yalnızca kendi başına değil, ancak eğitimin özelleştirilmesi, kısıtlı eğitim imkanları ve fırsat eşitsizliği yoluyla en geniş gençlik kesimlerinin ihtiyaç duyulan ucuz iş gücü alanlarına hazırlanması, eğitim yoluyla gençliğin ilgi ve yeteneklerine göre fiziksel, sosyal ve mesleki anlamda gelişmesinin önünün kapatılarak hâkim ideolojik politik düzenine uyumlu nesillerin devamlılığı bakımında ele alınmalı. Dolayısıyla eğitim hakkının gasbı, eğitime ulaşmada en geniş gençlik kesimlerinin eğitim hakkının gasbı anlamına geliyor. Parasız eğitim talebi, eğitim için maddi giderlerin devlet tarafından karşılanması talebi, dolayısıyla eğitimin sınıfsal olarak karakterinin ve kapitalist sistem içerisindeki konumunun doğrudan içinde bir alan olarak mevzileniyor.
Geçtiğimiz bir buçuk senelik pandemi sürecindeyse eğitimin ücretsiz olmadığı durumu tamamen gözler önüne serilmiştir. Ekipmanı olmayanın eğitime hiçbir koşulda erişemediği koşullar eğitimdeki fırsat eşitliği uçurumunu giderek arttırmış, öğrencilerin eğitimden tam anlamıyla kopartıldığı bir süreç olmuştur. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, bir öğrencinin eğitim alabilmesi için gereken tüm koşulların sağlanması gerekiyorken pandemi sürecinde öğrencilerin eğitime ulaşabilmeleri için gereken hiçbir ihtiyacın sağlanmaması bunun tam zıttı bir örneği oluşturmaktadır.
Bugün açısından baktığımızda ise liselerin yüz yüze açılmasıyla birlikte eğitimin paralı hale getirilmesinin örneklerini çok daha net gözlemleyebiliyoruz. Örneğin okullara kayıt yaptırabilmek adına bağış adı altında öğrencilerden alınan kayıt paralarının 400-500 liraya kadar ulaşması, tüm bunların yanında öğrencilerden A4 kağıtları, tahta kalemleri, tahta silgileri istenmesi hatta ve hatta okul içerisindeki dolaplardan bile kira bedeli istenen bir sürece girilmesi eğitim hayatına başlayabilmenin bile ne kadar masraflı olduğunu gözler önüne seriyor. Tüm bunların yanında zorunlu tutulan üniformaların öğrencilere sağlanmaması ve öğrencilerin okula girebilmek için bu üniformalara en az 200 lira veriyor olmaları da devlet okulu olmasına rağmen eğitime erişimdeki eşitsizlikleri gözler önüne seriyor.
EĞİTİM SORUNU BİR SİSTEM SORUNUDUR
Peki bunlar karşısında biz neler yapabiliriz? Bugün parasız eğitimi talep etmek aynı zamanda parasız ve nitelikli bir eğitim almayı talep etmek anlamına geliyor. Bu da aslında kendimizi tüm bir toplumsal yaşantı içerisinde var edebilmek, hem bu yaşantıyı hem de kendimizi şekillendirebilmek ve geliştirmek anlamına geliyor. Bizim üzerimize düşen ilk görev sıra arkadaşlarımızdan başlayarak eğitim almamızın önüne geçen ne varsa onun karşısında ve daha iyi bir eğitim için neye ihtiyacımız varsa bunu karşılamak üzere birleşmek. Kayıt paralarının kaldırma isteminden tutalım da üniformaların ücretsiz dağıtılmasına, öğrencilere dersleri takip edebilecek ekipman desteği sağlanmasından tutalım da okullarımızda pandemiyle birlikte gereken önlemlerin alınmasına kadar bizi rahatsız eden her neyse onu belirleyerek onun etrafında önce sıra arkadaşımızdan, daha sonra sınıfımızdan daha sonra da diğer sınıflardan arkadaşlarımızla bir araya gelerek bu taleplerimizi okul yönetimlerinden istemeliyiz. Bugün daha iyi bir eğitim alabilmek için ekstra kaynak kitap almamız gerekiyorsa, yol, beslenme gibi aslında en temel insani ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için de burs talep edebiliriz. Biz öğrencilere parasız eğitimi sağlamakla yükümlü olan devletten bunu sağlaması için burs, ücretsiz ulaşım talep etmek, yani kısaca ücretsiz olarak her öğrencinin ulaşabileceği ve eşit imkanlarla katılabileceği bir eğitimin sağlanması için birleşmek ve bunlar için mücadele etmek, bir kazanım olan eğitim hakkımızı korumak ve bunu ilerletmek açısından oldukça önemli bir görev olarak yeni dönemde karşımızda duruyor. Bununla birlikte yukarıda da tarif ettiğimiz gibi eğitim hakkımızın neoliberal politikalarla birlikte piyasaya açılması ve yeniden yapılandırılması bir sistem sorunu olarak karşımızda duruyor. Bu sebeple parasız bir eğitim mücadelesi yürütmek aslında bizleri bu koşullara sürükleyen sistem karşısında mücadele etmenin kendisi olmuş oluyor. Eğitimin bu hale gelmesi bir sistem sorunudur ve bunun karşısında yürüttüğümüz mücadeleler de kendisini sistem karşıtı bir biçimde var etmek zorundadır.