Hem müzisyen hem sendikacı
Müziğinizi ya da kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Şiirin şiirle, müziğin de müzikle anlaşılabileceğini düşünenlerdenim. Abdal ya da Haluk Tolga İlhan deyince akıllara Ervah-ı Ezelde geliyorsa burada müziğime dair bir şeyler söylemişimdir diye düşünüyorum.
Aynı zamanda opera sanatçısısınız, devlet sanatçısı olmanız hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?
Bir devlet kurumu olarak üniversitelerde okuduk, YÖK’e karşı mücadele verdik, devlet operasında görev almak ise devletle bir uzlaşımı ifade etmiyor. Bulunduğunuz alanda dönüştürücü bir rol üstlenebiliyorsanız, önemli olan budur. Sendikal olarak da mücadele ettiğimiz kurumlardaki olgulara karşı sınıf kimliğimizin bilinciyle halkın sanatçısı olmayı tercih ediyoruz, Ervah-ı Ezelde albümünde ürettiklerimiz ise bunun bir göstergesi kabul edilebilir diye düşünüyorum.
Yıkılan heykeller, yasaklanan kitaplar, televizyon dizilerine sansür... Son olarak da, Yunus Emre’nin şiirlerinin okul kitaplarında sansürlenmesi.... Sanata sansürle ilgili neler söylemek istersiniz?
Tüm bunları, sanat ve sanatçıya karşı tutumun bir devlet geleneği olduğunu bir kenara not ederek değerlendirmek gerek. 5. yüzyılda hürriyet fikrini savunan Atinalılar dahi Miletus’un tahrip edilişini hatırlatan bir piyesin temsilini devamlı yasaklamışlardı. Bu, yöntem olarak, devletlerin kısa vadede hızlı çözüm mantığıyla sahiplendikleri evrensel bir baskı yöntemi olarak bugün hâlâ devam etmekte. Muhteşem Yüzyıl dizisinin bir kurgu olduğunu dahi kabullenemeyecek bir zihniyetten söz ediyoruz. Diğer taraftan tasavvufi öğeleri sahiplenen bir düşünce yapısının, kendi ideolojisine ters düştüğü durumlarda yine aynı değerleri bir anda ötekileştirdiğini görüyoruz. Bugün Yunus Emre’nin bir dizesinden rahatsız olan iktidarı, bir başka zaman bugün sahiplendiği Mesnevi’yi de, Necip Fazıl’ın şiirlerini de deforme ederken görebiliriz. Kars’taki İnsanlık Anıtı ucube olarak değerlendirilerek yıkıldığında sanatçıların ve sanatseverlerin içi yandı. Görülen o ki, toplumsal olarak ciddi bir yozlaşma ve yozlaştırılma sınavından geçiyoruz. Tabii bu yöndeki icraatların iktidarın kendi içerisinde bulunduğu çelişkili ve kendi egemenliğini güvende hissedemediği anlarda yoğunlaştırdığını da unutmayalım.
Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?
Yoksulların, sömürülenlerin örgütlenememesi, çığrından çıkan sömürü sistemine karşı topyekûn bir mücadelenin gerçekleştirilememesi en büyük problemimiz. Savaşların, siyasi erklerini dilediği gibi bizim topraklarımızda tabiri caizse at koşturuşunun, fakirliğin, düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasının önüne geçilememesinin temel nedeni olarak görüyorum. Kültürel yapımıza maneviyat ile aşılanmaya çalışan şükretme, uzlaşma, iktidarı sorgulamama ve biat etme gibi kavramlar tasfiye edilemediği sürece de böyle bir bütünlüğün oluşturulması zor görünüyor. Çözüm ise organik bir sınıf mücadelesi için bireylerin inisiyatif almaya başlaması.
Coğrafyamız savaşlar coğrafyası, sanatçılar savaşa karşı neler yapabilir? Sanat dünyasının yapabileceklerinin sınırı bu kadar mı?
Aslında Marx’ın da dediği gibi “İnsanlık tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.” Savaşlar hep var ve var olmaya devam ediyor. Bu noktada erdemsel olarak insanların ölmesi korkutucu ve desteklenebilecek bir mücadele biçimi olarak görülmüyor. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Egemenlere karşı verilen haklı “savaşlar” var ve sanatçı bu alanlarda taraf olmalıdır değil mi? Sanatta sınır yoktur, dolayısıyla sanatın bu anlamdaki gücü, sizin bunu nasıl ve hangi derecede nereye yönlendirdiğinizdedir. Sanatın yapıcı, birleştirici ama bir o kadar da yıkıcı ve dönüştürücü olduğunu biliyoruz. Kolektif mücadelenin zorunluluğunun farkındayız fakat tarihte bireyin de son derece belirleyici olan rolünü unutmayalım. Bu noktada sergilenen bir oyunla, yazılan iki satır şiirle, söylenen bir türküyle uyandırılacak bir fikir, bir duygu kitleselleştirilebilir ve bütünleştirilen bir duygu birçok noktada itici güç olabilir.
RUHİ SU MEVZUU
Ruhi Su’ya benzetiliyorsunuz, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Daha önce birçok röportajımda da belirttiğim gibi, Ruhi Su ile aynı cümlede anılmak dahi çok gurur verici. Teknik olarak aynı şan ekolünden geliyoruz, fakat benzeştirildiğimiz ortak taraflar daha çok muhalif eylemler ve bunlar karşılığında ödenen bedeller. Tabii burada asıl meselenin Ruhi Su’nun taşıdığı sanatsal değer olduğunu ekleyelim: Ruhi Su, yaşadığımız topraklarda 20. yüzyılın en büyük ses sanatçısıdır.
Evrensel'i Takip Et