Avrupa'nın Gündemi | Avrupa ve ABD arasında güven krizi
Afganistan'dan AB ile görüşmeden çekilme ilanından sonra Avustralya ile denizaltı paktı yapan ABD, Fransa'nın bu ülkeyle kendi anlaşmasının iptal olmasına neden oldu. Güven krizi tartışılıyor.
Boris Johnson (solda), Emmanuel Macron (ortada), Joe Biden (sağda) | Fotoğraflar: AA, DHA, Flickr
Fransa, Avustralya, ABD ve İngiltere arasında yaşanan nükleer denizaltı krizinin yankıları sürüyor. Avustralya, ABD ve İngiltere ile AUKUS adı verilen denizaltı inşaatı anlaşması imzalaması sonrası Fransız şirketi ile önceki benzer anlaşmasını iptal etmiş ve bu durum Fransa’nın büyük tepkisine yol açmıştı. Almanya merkezli Telepolis sitesinde yayımlanan makalede, Fransa’nın sorunu Avrupalılaştırma çabası ve AB’nin ABD’den bağımsız dünya gücü olma konusunda NATO’nun fonksiyonuna değiniliyor ve güven krizinin aşılıp aşılamayacağı sorgulanıyor.
İngiltere merkezli Financial Times’tan çevirdiğimiz makalede de “Paris ve Washington arasındaki çatlak; Fransa ve Almanya, ABD’nin başını çektiği Irak savaşına karşı çıktığından beri bu kadar kötü olmamıştı” denilerek ülkelerin güveni restore etmesinin zorunlu olduğu savunuluyor.
Fransa’da nisan 2022’da gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimleri etrafında aday yarışları hızlandı. Macron henüz yeniden aday olacağını açıklamadı ama bir aday olacağına işaret eden açıklamaları hızlandı. Son haftalarda basında en fazla çıkan kişi ise aşırı sağcı Eric Zemmour oldu. Daha düne kadar birçok televizyon kanalında program yapan ve yazılı basında köşesi olan Zemmour resmen aday olacağını belirtmese de aday gibi davranıyor. Politis dergisinden çevirdiğimiz yazı Zemmour’un neden tehlikeli olduğunu işliyor.
DENİZALTI ANLAŞMAZLIĞI: AVRUPA ABD’YE NE KADAR GÜVENİYOR?
Thomas PANY
Telepolis
ABD, Avustralya ve İngiltere arasındaki Hint-Pasifik Paktı tarafından milyar dolarlık “yüzyılın anlaşması” bozulduktan sonra Fransa krizi Avrupalılaştırmaya çalışıyor.
Bir denizaltı ticaretinin böyle dalgalar yaratacağını kim düşünebilirdi? Fransa’da Avustralya ile yapılan anlaşma “yüzyılın anlaşması” olarak tanınıyor. ABD, Avustralya ve Büyük Britanya arasındaki yeni güvenlik ortaklığı “AUKUS”la bağlantılı olarak nükleer enerjili denizaltılar inşa etmek için teknoloji teslimatının iptal edilmiş olması, diplomatik Richter ölçeğinde “yüksek” etkili bir deprem olarak kabul ediliyor.
Liberation’ın pazartesi günkü baskısında yer alan habere göre Avustralyalı temsilciler, 2016’dan beri sözleşmeden memnun olmadıklarına dair işaretler veriyorlardı. Fransız temsilciler sağır olmasalardı, zamanla Fransa ile müzakere edilen dizel motorlu denizaltıların teslimatının Avustralya’nın “güvenlik gerekliliklerini” artık karşılamadığı anlaşılabilir ve bir B planı uygulamaya sokulabilirdi.
Fransa Savunma Bakanlığı Sözcüsü Herve Grandjean, AUKUS’un açıklandığı gün olan 15 Eylül’de Avustralya’dan Canberra’nın sözleşmeden memnun olduğunu ve bir sonraki aşamaya hazır olduğunu belirten resmi bir mektup aldıklarını söyledi. Bu, nisan ayında yapılmayanların kısa sürede telafi edildiği şeklinde yorumlandı: Takip anlaşmasının imzalanması.
Şimdi Paris aldatıldı, Macron sessiz, diplomasinin konuşmasına izin verildi: ABD ve Avustralya’dan Fransız büyükelçileri geri çekildi ancak Londra’daki büyükelçi çekilmedi. Bu da Paris’in İngiltere’yi önemsiz gördüğü anlamına geliyor: İngiliz hükümetinin politikası basitçe fırsatçıdır.
Fransız hükümeti şimdilerde Joe Biden’ın Avustralya ile iş birliği yaparak vurduğu darbeyi bir Avrupa krizine dönüştürmeye çalışıyor. Avrupalı ortakların desteği aranmakta. İlk başarılar, AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in dayanışma beyanları, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen (işini büyük ölçüde Macron’un onayına borçluydu) ve AB’nin küçük diplomatik önlemleri.
Ek olarak ABD ile Fransa, İngiltere ve Almanya arasında BM Genel Kurulu oturum aralarında yapılacak dışişleri bakanları toplantısı da şimdilik iptal edildi.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg tarafları uzlaştırmaya çalışıyor. “Birlik” çağrısında bulundu: Katılan ülkeler büyük resme odaklanmalı. Fransa, İngiltere ve ABD “ileriye dönük bir yol bulmalı” ve “Bu anlaşmazlığın ittifak için kalıcı sorunlara yol açmasına” izin vermemeli.
Stoltenberg, örneğin Ukrayna’da, çatışmalar konusunda kendini ifade ettiğinde sıklıkla olduğu gibi, gerçekleri uydurmak, onun bildirilerinden daha zordur. Le Monde, iki NATO üyesi ABD ve İngiltere’nin, iddiaya göre Paris’in haberi olmadan altı aydır “Fransa’nın arkasından” Avustralya ile yeni bir güvenlik ittifakı üzerinde müzakere etmeleri gerçeğinin “yüze vurulan bir tokat” olduğunu yazdı.
Fransız gazetesinde yer alan bilgilere göre Macron, Biden’ın görüşme teklifini şimdilik erteledi. Söz konusu olan, Stoltenberg’in gizlediği şey: Avrupalıların Trump ve Afganistan’dan sonra ABD’ye, duydukları güven kaybı ne ölçüde? Kendilerini ABD’ye askeri bağımlılıktan kurtarmak için adımlar atma isteği ne kadar büyük?
Aynı zamanda NATO üyesi olan AB devletlerinin, Çin’e karşı bağımsız bir politika izleme ve böylece sadece Amerikan-Çin rekabeti arkasından hareket etmek yerine, ABD’den farklı bir duruş sergileme konusundaki siyasi iradeleri ne kadar büyük?
(Çeviren: Semra Çelik)
FRANSA VE ABD: GÜVENİN RESTORE EDİLMESİ GEREKİYOR
Financial Times
Başyazı
Öfkeli ihanet iddiaları, elçileri geri çekme, ticari ve teknik iş birliğinde misilleme yapma tehditleri dolaşıyor. Fransa “AUKUS” adlı Avustralya, ABD ve İngiltere’nin yeni güvenlik ortaklığına karşı öfkeli bir tepki gösterdi.
Batı ittifak ülkeleri arasında 2003’ten beri bu kadar kin dolu bir diplomatik tartışma olmamıştı. Paris ve Washington arasındaki çatlak; Fransa ve Almanya, ABD’nin başını çektiği Irak savaşına karşı çıktığından beri bu kadar kötü olmamıştı. O zaman ABD, ittifak ülkeleri tarafından yarı yolda bırakıldığını hissetmişti. Çok şükür çarşamba günü Emmanuel Macron; Joe Biden ile yaptığı telefon görüşmesinde ABD’nin, Fransa ve AB’nin Hint-Pasifik’teki rolünü ve daha güçlü bir AB güvenlik politikasını desteklemesi karşılığında tartışmayı sakinleştirmeyi tercih etti. Fakat güveni geri kazanmak için bir görüşmeden fazlası gerekecek. Kısa vadede (Fransa’nın) Avustralya ve İngiltere arasında ilişkileri tamir etmesi daha da zor olabilir. Paris doğal olarak kızgın çünkü en yakın güvenlik partnerlerinin gizliden nükleer denizaltı anlaşması yapması kendisinin Avustralya ile yaptığı güvenlik anlaşmasını bozguna uğrattı.
Bu sadece prestij kaybı ya da kaybedilmiş bir güvenlik kontratı değil, daha fazlası. Fransa, Hint-Pasifiğinde daha fazla etkili olmak istiyor, sadece orada toprakları olduğu için değil aynı zamanda 21’inci yüzyılın geleceğine orada karar verileceği için.
İngiltere, Almanya ve Hollanda da hemfikir. Fransa’nın artık işlevsiz olan Avustralya ile denizaltı anlaşması Hint-Pasifiğinde daha çok askeri güç kazanmak içindi. Fakat bu anlaşmanın batması Fransa ve diğer Batı güçlerinin ABD ve Çin güç savaşında üçüncü bir yol çizmenin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Fransa’yı kızdırma pahasına da olsa Washington, Çin’i korkutmak için yeni ve güçlü bir Asya-Pasifik güvenlik anlaşmasını kullanmayı tercih ediyor olabilir. Paris’e danışmadan bu adımı atmak bir hataydı; zaten Biden da bunu Macron ile telefon görüşmesinde kabul etti. Vefasız Anglosakson görünümü Rusya ve Çin’le daha yakın ilişkiler isteyen Fransız milliyetçilerin ekmeğine yağ sürüyor.
Bazı sağcı Fransızlar, Charles De Gaulle liderliğinde olduğu gibi Fransa’nın NATO’nun entegre komuta kontrolünden çıkmasını istiyor. Fransa’yı hiçe saymak, Avrupalıları vergi ve aşı patenti gibi diğer meselelerde sırtından vurmak Çin’e yönelik yürütülecek sistematik rekabet ve ekonomik tehditlere karşı transatlantik iş birliğini güçlendirmek için teşvik etmiyor. Diğer yandan, Fransa’nın; özellikle Avrupalıları kendi güvenliği için daha fazla sorumluluk almasını istiyorsa ABD’nin desteğine ihtiyacı var. Bu davayı Washington’u durdurmak adına daha fazla sürdürmek Almanya, Polonya ve diğer ortakları uzaklaştırır. Fransa, kendi hamlelerinin diğer ülkelerin başkentlerinde kuşkuyla bakılmasını hafife alıyor. Daha önce hiçbir ABD hükümeti, en azından söylemde, AB’nin güçlü bir askeri savunma rolü almasında bu hükümet kadar destekleyici olmadı. Ortak güvenlik çıkarları, mesela Mısır’da olduğu gibi, bu tartışmada da feda edilmeyecek kadar önemli.
Aynı şey İngiltere için de geçerli. Ango-Fransız hırçın ilişkisi konusunda da çok şeyler söylüyor. Macron ve Biden durumu düzeltmeye çalışırken aynı gün Boris Johnson denizaltı tartışmasıyla ilgili Fransa başkanına “Kendine gel” diyordu. Fransa ve İngiltere liderlerin kısa vadeli siyasi çıkarları durumu yumuşatmıyor. Johnson Brexit’ten finansal kazanç bekliyor, Macron ise Brexit’in maliyetli olduğunu göstermek istiyor. Ama ikisi de kendi emelleri için beraber çalışmak zorundalar. Johnson’un Global Britanya hedefi, Britanya Avrupa güvenlik meselesine tam dahil olmadığı sürece aslında içi boş bir hedef. Aynı şey Macron için de geçerli, eğer daha güçlü Avrupa hedefi varsa İngiltere için de bir rol olması gerekiyor.
(Çeviren: Çınar Altun)
ZEMMOUR VEBASI
Michel SOUDAIS
Politis
Eric Zemmour’un seçim sahnesinin önlerinde olması artık bir olgudur. Toplumun dışında, televizyonsuz, radyosuz, gazetesiz, sosyal medyasız yaşanmıyorsa bu herkesin gördüğü bir olgudur. Aday olma konusunda hâlâ düşündüğünü belirtse bile polemikçi aslında kararını vermiş. “Zemmour Cumhurbaşkanı” sloganlı afişleri yapıştırtırsanız ya da yapıştırılmasına göz yumarsanız, belediye başkanlarından aday olmak için gerekli olan desteği toplama girişiminde bulunursanız, eylül ortasında manalı bir başlık taşıyan “Fransa son sözünü söylemedi” ve kapağında Fransa bayrağı önünde kendi resmi olan ve bir manifestoya benzeyen kitap yayımlarsanız, adaysınızdır demektir. Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu, basın organlarından “ulusal siyasi tartışmalarda” polemikçinin “Televizyon ve radyoya çıktığı sürenin hesaplanmasını” istemekle doğru yaptı. Bunun üzerine Cnews televizyon kanalında Zemmour’un, yaklaşık iki yıldır karşısında karşı çıkacak kimse olmadan iğrenç düşüncelerini yaymak için değerlendirdiği günlük programına son verildi.
Fakat bu kürsüye son verilmesi basın organlarında büyük bir yankı bulmasına engel olmadı. İğrenç kitabı yayımlanmadan Figaro Magazine dergisi kimi bölümlerini yayımladı, Zemmour C8, France 2, CNews, RTL Matin, BFM TV… gibi televizyon ve radyo organlarının yoğun davetlerin tümüne bile cevap veremiyor. Hepsi onunla ve onun üzerine röportaj ve program yapmak istiyor ve böylelikle başlayan cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının merkezine oturmasını sağlıyorlar (…) Geçmişte birçok defa mahkeme tarafından mahkum olan Zemmour’un destekleyicileri bulunuyor; dernek olarak örgütlenen bu taraftarlar bir gecede 50 bin afiş asabilecek kadar iyi örgütlenmişler. Oluşturulan birçok grup söylemleri etrafında argüman oluşturma ve seçim programı üzerine çalışıyor.
Cumhurbaşkanlığı yarışmasına katılmasını iyi bir haber olarak değerlendirmek için çok naif olmak gerekir. Kuşkusuz adaylığı (aşırı sağcı) Marine Le Pen’e doğrudan rakip ve (sağcı) LR partisinin Meclis Grup Başkanı Damien Abad’a belirttiği gibi bu adaylık “Sağı parçalamak için pimi çekilmiş bir el bombasıdır”. Ama adaylığı bununla sınırlı tutarak memnun olmak bu adaylığın kampanya sürecindeki tartışmalara getireceği zehirli etkiyi göz ardı etmektir (…) Yazı ve konuşmalarıyla Zemmour göçmenlik üzerine radikal söylemlerin marjinallikten çıkartılmasına geniş bir olanak sundu ve böylelikle karşılaştırılarak Marine Le Pen’in söylemlerinin kabul edilebilir hatta daha mantıklı olarak görülmesini sağlayacaktır. Bu stratejiyi sonuna kadar götürme konusunda kararlı: “Eğer cumhurbaşkanlığına gidersem bu, konularımı dayatmak için. Cumhurbaşkanlığı bir soru etrafında oynanıyor, bu sorunun dayatılması ve cevaplar verilmesini sağlamak lazım” diye belirtiyor. Gürültü yaparak oyun sahnesinin merkezine oturmayı amaçlayan ve buna ulaşabilmek için basının kötü reflekslerini tam olarak bildiğinden ertesi gün “Ben şok etmek için buradayım” diye demeç veriyor. Ve basın da bunun üzerine atlayarak onu gündem yapıyor.
Fransa’nın “2050 yılında yarı İslamcı bir ülke” ve 2100’de ise “İslam cumhuriyeti” olacağını iddia ediyor. (Ünlü gazeteci) Lea Salame ise bu iddiayı ciddiye alarak (İçişleri Bakanı) Gerard Darmanin’e soruyor. Seine-Saint Denis bölgesinin “yabancı bir iç toprak” ve burada “yazılmamış bir yasayla kafeteryalarının çoğunluğunun sadece erkeklere açık olduğunu” iddia ediyor, LCİ (haber kanalı) ise ardından meseleyi tartışma konusu ederek ekranlara taşıyor ve editörlerinden Pascal Perri ile bu bölgesin sosyalist İl başkanı Stephane Troussel arasında sert bir tartışma yaşanıyor (…) Komplocu bir teori olan Avrupalı halklarının yerine göçmen bir halkın geçeceğini savunan “büyük yerine geçme teorisini” savunan Zemmour “Çocuğunun adını Muhammed koymak Fransa’yı işgal etmektir” diye demeçlerde bulunuyor. Haber kanalları hemen konunun üzerine atlıyor, bu arada CNews kanalı ise (İkinci dünya savaşı esnasında İnsanlığa karşı suç işleyenlerle iş birliği yapmaktan 10 yıl hapis cezasına çarpıtılan) Papon davasını tekrar gündeme getiriyor ve onun “siyasi bir adaletin” kurbanı olduğunu belirtiyor… Bu ritimle kampanya iğrenç ideolojik konular üzerinden yürütülecek.
(Çeviren: Deniz Uztopal)