Batı Anadolu’nun can suyu Büyük Menderes!
"Kuraklık tanrısal bir kader değil. 20. yüzyılda gelişen teknolojik imkanlarla ölçüsüz ve sorumsuz insan müdahalesinin yol açtığı bir küresel bozulma."
Fotoğraf: Yaşar Tok ve Dr. Öğretim Üyesi Gürçay Kıvanç Akyıldız
Yaşar TOK
Gazeteci-Yazar
İnsanlığın kendini ifade ediş biçimlerinin 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan değişimi, günümüzde oldukça farklı bir düzeye ulaştı. Aydınlanma sonrası başlayan hümanizm odaklı serüven, yaklaşık üç yüz yıl sürdü. Son yetmiş yıl, bu serüvene son vermeyi hedefine koyan değişim süreci olarak seyretti. Felsefeden psikolojiye kadar uzanan bu evrim ulaştığı son merhalede, hümanizma olarak tarif edilen insan odaklı yaklaşımını, “Hayat” kavramının içini dolduran daha başka argümanlarla eşitledi ve çoğalttı. Zenginleşti, daha gerçekçi hale geldi. Kedi-köpek türü evcil sevicilikten, atmosfer ve yeraltı sularının korunmasını da içeren bir transfer yaşadı. İnsancıllık kavramının dar kapsamını aşıp, hayatı var eden tüm canlı varlıklar ve su gibi, oksijen gibi fiziki var oluşun küresel vazgeçilmezlerini içerir hale geldi.
Yukarıdaki karmaşık giriş cümlelerini tercüme edecek bir olgu varsa, o da geçtiğimiz ağustos başında Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BM) tarafından onaylanan “İklim Raporu.” Teşkilatı Genel Sekreteri “İklim Değişikliği 2021: Fizik Biliminin Temeli” başlıklı rapor için sadece uyarı değil, eyleme geçilmesine yönelik olarak, diplomasi ölçülerini olağandışı aşan bir açıklama yaptı. Genel Sekreter António Guterres, "İklim krizinin her yerde daha önce hiç görülmemiş düzeyde kötüleştiği" belirtilen raporun içeriğine ilişkin, “İnsanlık için ‘kırmızı alarmın’ çaldığı anlamına geliyor” dedi.
Peki bu alarma karşı eyleme geçecek olan kim ya da ne? Dünyanın geleceğinden umudunu kesip kendisini Mars’ta yaşam koşullarına uyarlayacak fiziki, anatomik değişim arayışına veren bir avuç küresel sermayedar mı? Yoksa bu bir avuç gözü dönmüş ve ilk fırsatta bu gezegene tekmeyi atmaktan çekinmeyecek olanları her koşulda destekleyen, iktidar organlarını onların emrine vermekten imtina etmeyen G- bilmem kaç ülkelerinin yönetimindeki başına buyruk yarı diktatörler mi?
Çıplak gerçek bu! Bu gerçeği ortaya koyup, küresel bir iklim mücadelesi vermek gerekiyorsa, ne yazık ki bunu yapacak olanlar yine toplumun ötekileri, yoksulları, ezilmişleri, yani ‘aşağıdakileri’ olacak. Çünkü her şeyin olduğu gibi tüm dünyada suyun da rant elde edilen en önemli metaya dönüşümü, ‘aşağıdakiler’ için ona ulaşmayı giderek zorlaştırıyor. Su hakkı dediğimiz şey, doğal varoluş hukuku içinde bir hak olmalı değil mi? Artık değil. Su artık bir gelir-akar metası, vergi kalemi, hammaddesi masrafsız olağanüstü bir rant kaynağı, yeraltı akiferlerinin bir avuç yeryüzü markası (Coca Cola, Nestle vb. gibi) için talan edildiği en önemli kazanç kapısı.
Bu saydıklarımıza ilişkin betimlememiz klasik solcu hamaseti sayılmamalı, çıplak gerçek bu! Çözüm bu gidişata karşı, suya hepsinden daha fazla ihtiyacı olan ‘aşağıdakilerin’ yükselteceği itirazın akacağı ‘o şenlikli mecrada’ gerçekleşecek. Başka yolu yok!
BATI ANADOLU VE BÜYÜK MENDERES’TE ÇEVRE ALARMI!
Ekoloji kapsamlı bir kavram. Doğaya dair her şeyi kapsaması yanında, insanlığın yaşam formu tarafından üretilen tüm ekonomik ve yönetimsel süreçlerle de doğrudan ilişkili. Yani hava-su gibi temel yaşamsal elementlerin yanı sıra, toplumsal yaşamı niteleyen ne varsa tümünü dolaylı ve dolaysız içeren bir çerçeve. Bu yanıyla baktığımızda sadece yerel bir bölge, bir ülke ya da kıta değil, küresel ölçekte ortaklığa sahip etkileşimler bütünü!
Uzatmadan; Dünyanın öte yanında ne olup bitiyorsa, bu yanını hemen ve doğrudan etkileme kapasitesine sahip bir oluşumdan söz ediyoruz. Orada yapılan diyelim ki su altı nükleer bir silah denemesi, günü gelip burada bizleri okyanuslar veya atmosfer vasıtasıyla etkiliyor. Canlı yaşamını, o yaşamın göç sistemini, faunasını, dönüşümünü başkalaştırıyor ve bu etki dolaylı olmaktan çıkıp doğrudan hale geliyor.
Bu bakış açısını özetledik, çünkü Türkiye’nin Batı Anadolu Bölgesi için bin yıllardan beri adeta can suyu olarak yaşam biçimlerine anayurt olan Büyük Menderes Nehri öyle görünüyor ki yok olmanın eşiğinde. Dolayısıyla nehrin on bin yılı aşkın süredir devam eden havza etkisi de yerini kuraklık ve iklim bozunumuna bırakmaya başlamış durumda. Bu sonucun ortaya çıkmasına başlıca sebep, genel bir deyim olarak medyanın diline pelesenk olan küresel ‘iklim krizi’, yahut ‘ekolojik kriz!’ Bu bağlam yanlış değil ancak eksik. Ne var ki konumuz bu değil, geçiyoruz.
B. Menderes üzerine 2021 yılı itibariyle ulusal ve yerel medyada yayımlanan haberler, önceki yıllara göre hayli dikkat çekici yoğunlukta. Yaklaşık 600 km uzunluktaki nehir yolunun herhangi bir noktasında gün geçmiyor, kirlilik, kuraklık ve doğal yaşama dair bir sorun haber bültenlerine düşmesin! Hepsinden önemlisi, su kıtlığının yol açtığı baskın sorunlar, diğer sorunlara fark atarak tezahür ediyor. ’Fenni’ tarım, endüstri, kent yaşamı, doğal afetler ve sorumsuz tüketimin yanı sıra, suyun rant odaklı metaya dönüşümü, iklim bozunumu ile birlikte geleceğin korkulu rüyası olarak tetikte bekliyor.
Kuraklık tanrısal bir kader değil. 20. yüzyılda gelişen teknolojik imkanlarla ölçüsüz ve sorumsuz insan müdahalesinin yol açtığı bir küresel bozulma. Şimdiki yaşam biçimlerinin kesintisiz ve sürekli olarak devam eden doğayı aşındırıcı etkisine radikal bir önlem alınmadığı sürece nihayete ermeyecek bir sönümlenme. Bu süreç dualarla, yakarıyla geçmeyecek ve devamı en fantastik kurgularda izlediğimiz küresel kabuslara taş çıkartarak biçimlere bürünerek hayatımızın bir parçası olacak!
Bu gelecek kavrayışı içinde B. Menderes küresel bir damladan başka bir şey değil. Yani dünyanın akciğeri değil, ozon tabakası değil, su deposu değil…
BÜYÜK MENDERES’İN JEOLOJİK EVRİMİ
Buna karşın nehir, evvelemirden beri Batı Anadolu’nun can suyu! İnsanlığın son buzul çağ ertesinde başlayan neolitik serüveninin her aşamasının birinci elden tanığı ve şekillendiricisi. 600 km’yi bulan uzunluğuyla Türkiye’nin dördüncü büyük havzası. Etkilediği coğrafya dört ile yayılıyor. Aşağı ve yukarı olmak üzere topografik iki düzeyden akıp denize ulaşıyor. Her iki bölüm de farklı rakımlarda, ova düzlüğünde seyrediyor.
B. Menderes Nehri bir jeolojik graben (çöküntü) içinde yer alıyor. Bu oluşumun geçmişi 250 bin yıl öncesine dayandırılıyor. Jeologlar bu döneme Geç Pleyistosen devir diyor ve şimdiki nehir yatağı üzerinde; Denizli’ye bağlı Baklan ve Sarayköy ovalarında iki ayrı gölün varlığından söz ediyor. Ankara Üniversitesinden akademisyenlerin yaptığı bu araştırmada[1] , “Holosen başında boşalmış” (günümüzden 11-12000 yıl önce) olan her iki gölün kaynaklarının zamanla buluşup şimdiki Ege Denizi’ne ulaşmasıyla nehrin oluştuğu öngörülüyor. Bu saptamanın bilimselliğine halel getirecek başka bir çalışma okumadım şimdiye değin.
BEREKETLİ HİLAL’İN BU TARAFI
Bu jeolojik özellikler üzerine inşa edilen ne derseniz, kanımca insanlığın neolitik evrelerinin tümü ve antik çağ ve ‘modern’ çağın evrelerinin yerleşim kültürleri bütünü olduğunu belirtmek gerekiyor.
Nehir, günümüzdeki kaynağı olarak bilinen Afyon’un Dinar ilçesinden başlayarak, Denizli, Uşak ve Aydın coğrafyaları üzerinde sayısız uygarlığa ev sahipliği yapmış. “Ev sahipliği” deyimini pek kalıpsal bulabilirsiniz. Ne var ki gerçekten de nehir yolu üzerinde inşa edilen uygarlık yerleşimlerinin çetelesine göz attığınızda gerek mitolojik söylenceler, gerekse arkeolojik kalıntılar ışığında, nehrin insanlığa nasıl bir yaşam imkanı sunmuş olduğunu görebiliyor ve ‘ev sahipliği’ deyiminin itinalı ve haklı bir belirleme olduğuna kanaat getiriyorsunuz. Frigya topraklarından çıkıyor, Karya topraklarında denize dökülüyor. Yolculuğu boyunca insanlığın yerleşik yaşama geçişi, inanç kültürlerinin oluşumu, kent devletlerinin kuruluşu ve şimdiki zamana kadar yayılan toplumsal yaşamların pre-protohistorik dönemlerinden yazılı tarih dönemine, oradan günümüze kadar gelen yerleşim biçimlerine birinci elden tanıklık yapmış. Üzerine inşa edilen kentler, son 3 bin yıllık insanlık yaşamında, bölgenin tarihsel, ekonomik ve sosyal olarak en gelişmiş dönemlerini temsil etmekteler. Savaşlar, bölünmeler, yönetim değişiklikleri ve istilalar bu gelişmeye set çekememiş. Troya sonrası Anadolu istilasından en az etkilenen coğrafya olmuş. Helen uygarlığının en güzel mirası nehir yolunda serpilmiş. Pers ve Roma döneminin gözbebeğine dönüşmüş. Bizans ve Osmanlı’nın neredeyse özerk bölgesi olarak kalmış. Kuzey Afrika’dan, başlayıp Mısır ve Ortadoğu’yu derin bir kavisle dönerek gelip Anadolu’nun ortasından geçen, arkeolojinin adıyla söyleyelim, Bereketli Hilal’in bu yanı! İşte öyle bereketli, verimli bir havzadan söz ediyoruz.
Uzatmadan özetleyelim, artık kurumaya yüz tutmuş yatağı ve uzun yıllardır “havza kurtarma” planları yapan ilgili bakanlığın bile artık umudu kesmiş göründüğü B. Menderes Nehri, sadece bir nehir yatağı olmaktan öte, bir havzanın, havza mahiyetinde bir bölgenin geleceğini, kaderini temsil ediyor.
On bin yılı aşan serüveni boyunca oluşmuş yerleşim-üretim-üleşim kültürünün bundan sonrasını tehdit eden havza kuraklığı, toprakları üzerinde yaşayanlar kadar, hinterlandında hayat süren, ekonomisi toprağa ve suya bağlı insan topluluklarının da kaderini derinden etkiliyor.
B. MENDERES GÜZERGAHI
Yukarı Havza
B. Menderes günümüzde Afyon’un Dinar ilçesindeki Suçıkan (eski adıyla Marsyas) mevkiinden başlayıp Aydın’ın Söke ilçesinde denize dökülene kadar ortalama 600 km yol kat eder. Yukarı havza olarak sınırlanan bölge, Dinar’dan Denizli’nin Bekilli ilçesine kadar olan coğrafi alanda yer alır. Nehir bu bölgedeki düzlüklerde, adını aldığı menderes kıvrımlarıyla geniş açılar çizerek akar. Dinar’dan çıkıp Denizli’nin Çivril ilçesi sınırlarındaki Işıklı gölüne ulaşır, devamında 850 rakım yüksekliğindeki geniş Baklan ovasını aşarak Çal ilçesine gelir. Bekilli önlerindeki derin kayalıklar arasında uzanan kanyonları aşarak Adıgüzel barajına ulaşıp aşağı havzaya doğru yol alır.
Yukarı havzanın başlıca kaynakları Dinar’daki Suçıkan ve Düden (Suçıkan’ın yeraltı kaynağı Karakuyu adıyla bilinen, yaklaşık 15 km mesafedeki Eldere köyündeki göldür) akarları. İkince en önemli kaynağı ise Denizli-Afyon sınırındaki Akdağ-Sandıklı ilçesi civarındaki derelerden toplanan suları Işıklı gölüne taşıyan Kufi Çayı. (Bu arada yıllar önce kuruyan ve şimdi artık tarım arazisine dönüşen Akçay’ı zikretmeden geçmeyelim.) Kufi Çayı son yıllarda nehir yolu ve jeolojisi üzerine yapılan çeşitli çalışmalar tarafından bazen Holosen devir öncesi Baklan ovasında oluşan gölün kaynağı olarak zikredilir. Bu nedenle tarihsel olarak B. Menderes’in asıl kaynağı şeklinde de nitelendiğini belirtelim.
Aşağı Havza
İki havza arasındaki ‘orta havza’ olarak adlandırabileceğimiz yaklaşık 50 km’lik mesafeye yayılan B. Menderes nehir geçişi topoğrafyası 850’den 159 rakıma doğru dik eğimli olup, havzanın elektrik üretimi ve sulama amaçlı en büyük barajı dahil üç ayrı barajı (Adıgüzel, Adıgüzel 2, Cindere barajları) 30 km’lik mesafede barındırmakta. Aşağı havza bu eğimli coğrafyanın bittiği noktadan Ege Denizi’ne kadar uzanan mesafeye verilen ad. Denizli’nin Buldan ilçesi topraklarında yer alan Tripolis antik kentinden başlayarak Denizli topraklarından geçip, Aydın ilçelerine ve Nazilli ovasından Söke ovasına uzanıyor. Yol boyunca çok önemli üç ayrı akarsu tarafından besleniyor. Karacasu yönünden gelip Kuyucak-Pamukören açıklarında B. Menderes’e bağlanan Dandalaz Çayı, Beyağaç dağlarından kaynaklanıp Bozdoğan’ı aşarak Nazilli açıklarında nehre ulaşan Akçay ve Çine’den gelip Aydın civarında nehre karışan Çine Çayı en önemli besleyici kaynaklar.
B. Menderes Söke ovasını kat edip, bir zamanlar Ege Denizi’nin parçası olan ve o zamanlar Latmos Körfezi adıyla anılan, şimdiki Bafa gölüne bağlanıyor. Biraz ileride gölden çıkan nehir, taşkın önleyici kanallar vasıtasıyla delta (alüvyonların biriktiği çökelti ve dolgu alanı) bölgesindeki kanallardan geçerek denize ulaşıyor.
[1] Kazancı, Gürbüz, Boyraz; “Büyük Menderes Nehri’nin Jeolojisi ve Evrimi”, Türkiye Jeoloji Bülteni, Nisan-Ağustos 2011