‘Turnalar’a farklı bir yaklaşım
Yaşamı çekilmezliğinden kurtarmaya, güzelleştirmeye sevdalı insanların romanıdır Turnalar. Aynı zamanda Türkiye gerçeğinin ve bir döneminin de romanıdır.
Fotoğraf: Kadir İncesu
Tacim ÇİÇEK
Yaşamı çekilmezliğinden kurtarmaya, güzelleştirmeye sevdalı insanların romanıdır Turnalar. Aynı zamanda Türkiye gerçeğinin ve bir döneminin de romanıdır. Bizim romanımızdır yani. Kutlamak gerek Öner Yağcı’yı. Dili güzel, anlatımı güzel. Kurgusu ve yazılması gerekeni yazdığı için çabası güzel…
Toplumsal gelişimin karşısına çıkan ‘zor’un yarattığı ortamda yeşeren umutlar asla yenilmedi. Yaşayanlar, yaşadıklarını şu veya bu biçimde dile getirdi. Tanıklık yaptılar dönemlerine, yaşananlara… Ama kimi karşılık bulmadı, çünkü yalanı, gerçekte hiç olmayanı yazdıkları için. Kimi de ihaneti genelleştirdi elinden geldiğince. Kimi gerçeği tersyüz etti. Kimi de Öner Yağcı gibi dönemini ve yaşadıklarını yoldaşlarını, gerçekçi biçimde yansıtmaya çalıştı. İşte ‘Turnalar’ bu çabanın sonucu ve kanıtı. Ülkesinin çıkmazı karşısında bir umarla yola çıkan yiğit ve kararlı insanların romanı olan ‘Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum’, ‘Kızıl Kayalar’, ‘Halkız Biz’, ‘Ana’ gibi romanlar dizgesine eklenebilecek denli özgündür ‘Turnalar’ da.
İYİ BİR GÖZLEMCİ
Bu roman hakkında çeşitli yazılar yayımlandı. Çoğu da övgüden öteye geçmeyen yazılardı. Bana göre, bu romanın birkaç ilginç yanı var dile getirilmesi gereken… Birincisi ‘Turnalar’daki kişiler ayakları yere sağlam basan tutarlı ve yürekli, kararlı insanlardır. İkincisi, sancılı bir dönemdeki acılı birkaç kuşaktan güzel insanların ilişkilerini, savaşımlarını, umutlarını, sevdalarını ve hayata bakışlarını anlatırken, bu kişileri fiziksel olarak yüzeysel anlatmasıdır. Kişileri fiziksel özellikleriyle betimlememiş olmasının birçok nedeni olabilir; bunu bilebilme şansımız yok. Burada yazarın amacı ve niyeti için yorum yapabiliriz ama. Bu açıdan yorumum şudur: Aynı amaca yürüyen insanların özleriyle bütünleşmiş ve aynı; görünümleriyle de çevremizde gördüğümüz ve kanıksadığımız kişiler gibi farlı farklı olmalarıdır… Yazar bu yüzden onları bir bakıma belli belirsiz kişiler olarak betimlemiştir. Fiziksel tanımlama yapmamış olması bir eksiklik değil, aksine bir anlayışın, tutumun, seçimin dışa vurumudur demek olası. Diyor ki yazar bize: Önemli olan dış görünüşleri değil kişilerimin asıl önemli özellikleri niyetleri, çabaları ve amaçlarıdır. Değil mi ki biçimi belirleyen özdür zaten… Sonra tüm ilişkilerinde dürüstlüğü, sevgiyi ve güveni (Güven, ortak yaşam ve ortak mücadele temelinde duyulan üstelik de vazgeçilmez bir duygudur) esas alan bu sevdalılar, örgütlenmeleri doğrultusunda eylemlerini ve mücadelelerini bilinçli bir kararlılıkla sürdürürler. Bunların yaşamla (pratikle) çelişmediği gerçeğini romanın her sayfasında görürüz. Ki bu da yazarın iyi bir gözlemci olmasının sonucudur.
EYLÜL FIRTINASI
Mahpusluk gerçeğini, mahkumların içerideki yaşamlarını abartısız işlemiş olması, günümüz iletişim ve haberleşme araçlarından bazılarında yer alan haber, söyleşi ve yaşanmışlıklarla ilgili yazılarla ötüşmesi yine yazarın da onlardan biri olması, romanın özüne kendi kişisel hayat hikayesinden kesitler ve yaşanmışlıklar serpiştirmesi yüzünden inanılmaz, çarpıcı ve de şaşırtıcı geliyor bize. Romanın, ‘Eylül Fırtınası’ öncesi ve sonrasının büyük bir tablosu olarak belleklerde iz bırakmasının nedeni, yazarın hem yaşamış olduklarını hem de yaşanmışlıkları iyi ve sağlam içselleştirmiş olmasıdır.
Sevdaları, tutkuları ve mücadeleleri kardeşçe bir hayat için olan bu insanların karşısındaki ‘zor’un robot insanlarının somut örneği Cengiz’in (‘Kızılların sonu budur’ diye saldıranların) roman kurgusu içinde, onca yapıp ettiğine karşılık cezalandırılmamış olması; gerçekte yaşanan bir durumun ifadesidir. Bu ifade oldukça anlamlı ve çarpıcıdır… Yine mahpustakilerin farklı görüşler yüzünden birbiriyle didişmesi, hatta kafa kafaya vuruşması gibi durumlarda Erdal’ın tavrı farklılıklara rağmen barışçıl bir ortama duyulan ihtiyacın ve özlemin dile getirilmesidir.
ROMANIN EKSİĞİ
Buraya kadar yazdıklarım karşısında durup düşünecek olursak, eleştirinin yıkıcılık olmadığını, yapıcılığa ve metinsel gerçekliği anlamaya bir araç olduğunun altını çizebiliriz. Bu yaklaşım nesnelliği kaçınılmaz yapar. Nesnellik söz konusu olduğunda ise sadece romanın genel ve doğru yanlarından söz etmek anlaşılmamalıdır; çünkü bunun dışında gerçeklikler de var. Eksiklikleri var demesek bile romanda olması gereken şeylerin olmadığından da söz etmeliyim. Bana göre, genel eksiklikleri ve de olması gerekenler şunlar/dı: Kafa ve kol emekçilerinin kimi örgütlerinden ve bu örgütlerin mücadelelerinden söz edilirken, öğrenci olayları da içine serpiştirilirken, emekçilerin örgütü ‘DİSK’ten söz edilmemesi bir eksiklik… Çünkü kurgu içinde ‘TÖB-DER’den, ‘TİP’ten ve örtük biçimde öğrencilerin çeşitli örgüt ile dergilerinden oldukça söz edilirken dönemin etkin ve belirgin işçi örgütü ‘DİSK’ten söz edilmemesi (Görmezden gelmek) anlaşılır gelmiyor bana. Ayrıca işçilerin, emekçilerin mücadeleleri genel ve yüzeysel işlenmiş. Öğrencilerin, aydınların gerisinde bırakılmış yani…
Elbette ki Numan Usta, Zeki ve Yusuf da birer işçi, emekçi ama bunların örgütlülüğü ve örgütlerinin çabaları da işlenmeliydi diye demeden edemiyorum. Kurgusal da olsa roman kişilerinin ve tiplerinin bilmesi gerekir ki asıl öncü, işçi ve emekçilerle onların üyeleri oldukları örgütlerdir. Romanın eksiği bu... Ama ümitliyim, romanın genel havasından ardı gelecek ve örgütlü bilinçli işçilerin mücadele bayraklarını yükseltip amaca adım adım yürüdükleri bir ikinci kitapta bu giderilecek diye. Umarım yanılmamışımdır.
*Turnalar / Roman / Öner Yağcı / Cumhuriyet Kitapları