01 Ekim 2021 00:35

Memleketin sinemadaki sureti: Altın Portakal

"Festival, bugün de Türkiye sinemasının kendisini gösterebileceği en sihirli ayna olarak kıymetini koruyor. Kimi zaman bu aynaya hiç görmek istemeyeceğimiz memleket suretleri yansısa da."

Fotoğraf: Pixabay 

Paylaş

Şenay AYDEMİR

Antalya Altın Portakal Film Festivali, ilk kez organize edildiği 1964 yılından bu yana birçok olaya tanık oldu. Ödüllerin alınıp reddedildiği, yumrukların konuştuğu, Altın Portakalların havada uçuştuğu, darbelerin hırpaladığı, filmlerin sansürlendiği, eleştirmenlerle- yönetmenlerin didiştiği; festival yöneticilerinin gazetecilere ayar verdiği koskoca bir 57 yıl var geride. Bu yıl 58. kez gerçekleşecek festivalin tarihinde kısa bir gezinti “Memleket ne ise festivalde o” dedirtecek paralellikler çıkarıyor karşımıza.

İLK FESTİVAL, İLK KAVGA

“Antalya Güzelleştirme Derneği” öncülüğünde 1964 yılına kadar bir şenlik olarak gerçekleştirilen festival, Belediye Başkanı Avni Tolunay’ın çalışmalarıyla bir film yarışmasına dönüştürüldü. Halit Refiğ’in “Gurbet Kuşları” filminin birinci seçildiği bu ilk festivalde, 33 film yarıştı, jürinin anlaşamaması üzerine ilk kavga yaşandı ve Altın Portakallar havada uçuştu. 1967 yılına gelindiğinde festivale “Sevmek Zamanı” isimli filmiyle katılan Metin Erksan, jürinin açıklanmasının ardından “Bu jüride benim filmimi değerlendirecek kimse yok” dedi. Aynı yıl sinemacılar tarafından bir bildiri yayımlandı ve “Festival, Türk sineması için zararlı olmaya başlamıştır. Jüri üyeleri yetkisiz, ilgisiz, birikimsiz kişilerden seçilmektedir” ifadelerine yer verildi. 1967 yılında ise gericiler Halit Refiğ’in “Haremde Dört Kadın” isimli filminin gösterildiği salona saldırdılar.

1970’e gelindiğinde festivalde istenmeyen adam ilan edilen Yılmaz Güney, “Bir Çirkin Adam” filmiyle ödül alarak geri döndü. Ülkenin siyasal çalkantılarla sarsıldığı, öğrenci gençlik hareketinin yükseldiği ve askerin muhtıra verdiği 1971 yılında yaşanan bir olay, portakalın rengini asker yeşiline doğru yaklaştırdı. Filmi birinci olarak değerlendirilmeyen ve üçüncü olan yapımcı Özdemir Birsel, “Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın takdir ettiği bir filmi üçüncülüğe nasıl layık görürsünüz” dedi ve ödülünü reddetti.

SANSÜR VE DARBE

1976 ve 1978 yıllarında yaşananlar, ‘Festival festival olmaya başladı’ dedirtecek gelişmelerdi. O yıllarda Antalya yalnızca sinema emekçilerini değil, şairleri, heykeltıraşları da barındırdı. Ancak bu durum uzun sansürün önüne geçmeye yetmedi. 1976’da Süreyya Duru’nun “Kara Çarşaflı Gelin” isimli filmi başkentten gelen bir emirle yarışma dışı bıraktırıldı. 1978’de ise Yavuz Özkan’ın “Maden” isimli film sansürlenmek istendi. Yavuz Özkan’ın filmini geri çekeceğini açıklaması, jürinin de “Kesilmiş bir sanat yapıtını değerlendirmemiz mümkün değildir. Yoksa istifa ederiz” açıklaması neticesinde film gösterildi ve büyük ödülü aldı.

1979’deki kriz bu kadar kolay aşılamayacaktı. Yavuz Özkan’ın “Demiryolu”, Ömer Kavur’un “Yusuf ile Kenan” ve Yavuz Pagda’nın “Yolcular” filmlerine sansür getirilmek istendi. Yönetmenlerin filmlerini geri çekmesi ve jüri üyelerinin Ankara’ya bildirgeler göndermesi etki yaratmayınca festival yapılamadı. 1980 yılındaki festival de darbe yüzünden gerçekleştirilemedi. Bu iki yılın filmleri 2011 yılında ‘Geç Gelen Portakallar’ başlığıyla festivalde gösterildi ve ödüller sahiplerini buldu. 1979’un en iyisi ‘Demir Yol’ olurken, 1980 yılının galibi ‘Sürü’ seçildi.

İki yıllık aradan sonra 1981 yılında gerçekleştirilen festivalde de karanlık egemendi. Zeki Öktem’in Yılmaz Güney’in senaryolarından çektiği “Sürü” filmi ve “Düşman” filmleri MİT müdahalesiyle yarışma dışı bırakıldı. Bu yıl en iyi film ödülü kimseye verilmedi.

‘YENİ SİNEMA’ RÜZGARI

’90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye ‘yeni sinema’ olarak adlandırılan bir yönetmen kuşağıyla tanışmaya başladı. Bu kuşağın filmleriyle Altın Portakal’a gelmesi festivalin yıllardır arasının çok iyi olduğu Yeşilçam geleneğiyle sorunlar yaşamasına neden olsa yapacak bir şey yoktu. Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu, Tomris Giritlioğlu, Handan İpekçi gibi ‘yeni sinema’nın temsilcileri festivale ağırlığını koymaya başladı. Ekonomik krizin hemen ertesinde 2002’de düzenlenen festival, yarışacak film olmadığı için çoğu daha önce vizyona girmiş yedi filmle gerçekleştirilebildi. 2004 yılında 70 kişilik bir jüri oluşturulması ise festivalin büyük fiyaskolarından biri olarak kayıtlara geçti.

2007’de “Ara”, 2011’de “Ateşin Düştüğü Yer”in ön jürinin kurbanı olması ve yarışmaya katılamaması tartışmalara neden olurken, 2008’de “Üç Maymun” (Nuri Bilge Ceylan), “Vicdan” (Erden Kıral), “Nokta” (Derviş Zaim), “Hayat Var” (Reha Erdem), “Süt” (Semih Kaplanoğlu) ve “Pandora’nın Kutusu” (Yeşim Ustaoğlu) gibi ustaların filmlerinin yer aldığı festivalde Tuncel Kurtiz başkanlığındaki jürinin “Pazar: Bir Ticaret Masalı” filmini seçmesi ise “Sanat sineması cezalandırıldı” yorumlarına neden oldu.

2010 yılında festivalin ulusal yarışma jüri başkanı olarak davet edilen Emir Kusturica, Bosna Savaşı sırasında Sırpları desteklediği iddialarıyla kültür bakanı ve bazı sinemacılar tarafından hedef gösterilince ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı. 2014 yılında “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” belgeselinin kimi ‘hassasiyetler’ gerekçe gösterilerek belgesel yarışmasına alınmamasıyla başlayan tartışmalar festivalin boykot edilmesine kadar vardı.

FESTİVALİN ‘LALE DEVRİ’

Bütün bu tarihi akışa bakınca, Altın Portakal’ın memleketin siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmelerinin sinemadaki sureti olduğunu görmek mümkün. AKP iktidarının dünyadaki ekonomik büyüme ve refahtan payını aldığı ilk döneminde festivale de bu yansıdı. İktidarın elinde bulunan belediye tarafından organize edilen festivalin ‘Lale Devri’ydi 2004-2008 yılları arası. Limuzinlerle servislerin yapıldığı, Hollywood yıldızlarının Konyaaltı Sahili’nde boy gösterdiği bu yılların ardından 2009’da belediye değişince yine ‘mütevazı’ bir festivale dönüştü. 2014’te bir kez daha el değiştirdiğinde artık ülke de değişmişti. Memlekette gezi yaşanmış, bir süre sonra da Kürt sorunu çıkmaza girmişti. Ekonomide daralma başlamıştı. Bütün bunların festival üzerinde yarattığı baskıyı kaldıramayan yönetim, önce sansür yolunu ardından da yarışmaları iptal etmeyi seçti.

2019’da bir kez daha belediye yönetimi el değiştirince ulusal yarışmalar da geri döndü. Önceki dönemlerde uygulanan prömiyer şartı konulmasıyla yarışmalardaki kalite artsa da Altın Portakal’ın şanına uygun gelişmeler de yaşanmadı değil! 2019’da Zeki Demirkubuz’un başkanlığındaki jürinin gece yarısı yönetmelik değişikliği dayatması ve festival yönetiminin buna direnememesi günlerce konuşuldu.

EN SİHİRLİ AYNA

Yerel yönetimler elden ele değişirken, festival de biçimden biçime girdi ama bir biçimiyle devam etti. Türkiye sineması Altın Portakal’ın ev sahipliğinde çıktı hep karşımıza. ’60’lı yılların başında ‘yönetmenler kuşağı’nın ortaya çıkışıyla bir ihtiyaç haline gelen festival, bugün de Türkiye sinemasının kendisini gösterebileceği en sihirli ayna olarak kıymetini koruyor. Kimi zaman bu aynaya hiç görmek istemeyeceğimiz memleket suretleri yansısa da.

ÖNCEKİ HABER

Meclis yarın açılıyor: Sosyal medyaya sansür, patrona teşvik, Diyanet’e akademi

SONRAKİ HABER

Türkiye’de festival filmlerinin serüveni

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa