01 Ekim 2021 00:26

Türkiye’de festival filmlerinin serüveni

"Türkiye’de düzenlenen film festivallerinin geçmişine baktığımızda festivallerin sinema sektöründe önemli bir rol oynadığını görürüz."

Fotoğraf: Pixabay 

Paylaş

Güney BİRTEK

Sinema tarihindeki ilk film festivalinin Venedik’te (1932) düzenlenmesinin ardından sinema sektöründe film festivallerinin etkisi her geçen gün artmıştır. Her dönemin yıldız oyuncularıyla birlikte gitgide popüler bir kültür haline gelen film festivalleri, verdiği ödüllerle büyük bir heyecanla karşılanır. Film festivallerinin en önemli özelliği, seçici bir kurul tarafından seçkiye alınan filmlerin sinemaseverlerle buluşarak toplu bir şekilde gösterilmesinin ardından o filmlere verilen ödüllerdir. Hem insanlar için sosyal bir aktivite, hem sinemacıların birbirleriyle tanıştığı, çekilecek yeni filmlerde yapılacak anlaşmaların, ortaklıkların temelinin atıldığı imkanlar verir film festivalleri. Oyuncular hayranlarıyla bir araya gelir, bir şenlik havasında geçer günler…  

FESTİVAL SİNEMASI

Türkiye’de düzenlenen film festivallerinin geçmişine baktığımızda festivallerin sinema sektöründe önemli bir rol oynadığını görürüz. Geçmişinde daha çok Yeşilçam adıyla anılan Türkiye sinemasında festival filmleriyle vizyon filmleri neredeyse birbirine eşitti. Aralarında günümüzde olduğu gibi bir uçurum yoktu. Seyirci tarafından beğenilen filmler, ülkenin önde gelen film festivallerinde (Adana, Antalya, İstanbul, Ankara) görünür, ödüller alırdı. Günümüzde ise Türkiye’deki festival filmlerinin/sinemasının çoğu vizyona girdiğinde filmin yapımını kurtaracak hasılata ulaşamıyor. Bu durumun en büyük handikabı sinema salonlarının bu filmlere alan açmamasından kaynaklanıyor. Ülkedeki sinema salonları; anlaşmalı film şirketlerinin fabrikasyon ürünü gibi hep aynı formül üzerinden yazılıp çizilen ve direkt popüler kültürde karşılığını bulan yerli komedi, romantik yapımları ya da dev bütçeli Hollywood filmlerini tercih ediyor. Bu vesileyle bağımsız filmler bu pazar altında eziliyor. Film festivalleri tam bu noktada devreye girerek, bu binbir dertle çekilen bağımsız filmlerin festival filmlerine dönüş serüvenini başlatıyor. Türkiye’de özellikle 2000’li yıllarda başlayan ve gün geçtikçe Recep İvedik’te zirveyi oynayan komedi filmi furyası sinema salonlarında bağımsız filmlerin önünü tıkadı. Oysa 2000’lere gelmeden önce Yılmaz Güney’in, Atıf Yılmaz’ın, Ertem Eğilmez’in, Zeki Ökten’in vb. sinemacıların toplumsal gerçekçi filmleri hem gişede iyi işler yapıyor hem film festivallerinde ödüller alıyordu. Umut, Selvi Boylum Al Yazmalım, Kapıcılar Kralı gibi filmleri hatırlayalım…

Türkiye ve dünyada yönetmenlerin çıkış noktası ve gelişimi film festivalleri sayesinde yani “festival sineması” doğrultusunda sağlanmıştır. İran sineması tam bu merkezde iyi bir örnek olabilir. Abbas Kiarostami gibi, Asghar Farhadi gibi İranlı yönetmenlerin filmleri Avrupa’daki hatta Amerika’daki film festivallerinden ödüllerle dönmüştür. Burada filmleri diğer ülkelere taşıyan dağıtımcı firmaların, fonların önemi büyüktür. Mevcut sistemde her şeyde olduğu gibi sinemada da iletişim ağı, çevre geniş olmalıdır. Yönetmenler bir nevi kendi sinema dillerini film festivalleri doğrultusunda geliştirir. Bir filmin yerelden genele geçiş serüveninde o filmin yapımcısı ve dağıtım gücünün önemi büyüktür. Türkiye’deki filmlerin destekçisi daha çok Kültür Bakanlığı tarafınca sağlandığı için hiç kuşkusuz sansür de işin içine giriyor. Sinema sanatının özgür akıllara, özgür yaratım ruhuna ihtiyacı var. Sinema ancak öyle kendini geliştirebilecek bir sanattır. Fakat Türkiye’deki devlet mekanizması onlarca yıldır senaryolara, filmlere sansür uyguladığı için yeni şeyler üretememe sıkıntısı devam ediyor… Sansüre uğrayan bir festival filminin yönetmeni ne kadar özgün olabilir diye sormalıyız kendimize.

SİYASET VE TOPLUM

Festivallerin zaman zaman ülke politikasından etkilenmesi her zaman o dönemin sinemasını da etkilemiştir. Film festivallerine hem katkı sağlayan devlet aklı, kendisinin ve ülke toplumunu eleştiren filmlere sansür uyguladığı için festival filmlerinin ağır topu olan “arthouse sinema” istediğini tam olarak veremez. Arthouse film tarzında ya da sanat/festival filmleri olarak tanımlanan bu sinema dilinin temelinde eleştiri kültürü etle tırnak gibi iç içedir. Örneğin İtalyan yeni gerçekçiler, Fransız yeni dalgacı yönetmenlerin çıkış sebebi ve filmlerini göstermesi mevcut iktidara, yönetim şekline karşı bir tavırdı. Her şeyin politik ve sınıfsal olduğu bir dünyada elbetteki sinema da politiktir. Sinema, işleyişinde eleştiri barındırır. Topluma ayna tutar, insanı insanla yüzleştirir.

Seks filmleri furyası ve 1980 askeri faşist darbenin ardından iyice çöküşe geçen Türkiye sinemasının kurtarıcısı 1996’da seyirciyi yeniden sinema salonlarına getiren Yavuz Turgul’un Eşkıya filmi olmuştu. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Türkiye sinemasında gişe ve festival filmleri arasındaki fark uçurum olmaya başladı. Sinema ve toplum birbirini besleyen iki yegane kavram. Bir ülkede sinema vb. sanat alanı gelişememişse, kısır bir döngüye girmişse bunun iki sebebi vardır. Siyaset ve toplum. Bir ülkede toplum haklarını savunurken ne kadar örgütlenmişse, sınıf bilincinin farkına varıp hakları için ne kadar mücadele ediyorsa, dayanışmaya kol kanat germişse o ülkede sanat da gelişir, sanatın karşılığı da hak ettiğini alır. Türkiye 1960-1980 arası belki de en verimli zamanlarını yaşadı. Gün geçtikçe örgütlenen halk Yılmaz Güney gibi sinemacıları/sanatçıları doğurdu. Çözülme 1980 askeri faşist darbesiyle başladı ve o çürümüş yapının kalıntıları 2021 Türkiye’sinde hâlâ devam ediyor… Festival filmlerinin gişe sıkıntısı devam ederse -ki öyle görünüyor… Yakın gelecekte sinema salonlarından çok dijital platformlara yönelebilir. Bu da sinema sanatında yeni bir döneme geçişin başlangıcı olur.

ÖNCEKİ HABER

Memleketin sinemadaki sureti: Altın Portakal

SONRAKİ HABER

TGS: Halk TV patronu sendika karşıtı tavır içinde, Mahiroğlu’nu olumlu adım atmaya davet ediyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa