01 Ekim 2021 00:31

Altın Portakallardan unutamadıklarım

Vecdi Sayar, Altın Portakal'a dair anılarını yazdı.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Vecdi SAYAR

Türkiye’nin en köklü film festivalinin ilk yıllarına tanıklık etme şansım olmadı. Turgut Demirağ, Ümit Utku, Yılmaz Duru gibi yapımcıların etkin olduğu yıllardı; belki de o yüzden Altın Portakallar onları gerçekten hak eden yönetmenlerin filmlerine gitmiyordu. “Karanlıkta Uyananlar” ve “Keşanlı Ali Destanı” dururken “Aşk ve Kin”e (1965), “Hudutların Kanunu” dururken “Zalimler”e (1967), “Vesikalı Yarim” dururken “İnce Cumali”ye (1968) verilen ödüller Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ilk yıllarındaki jürilerin tercihleri hakkında soru işaretleri barındırıyor.

7. Festival’de (1970) Yılmaz Güney’in “Bir Çirkin Adam” filmine giden Altın Portakal, belki de toplumda yükselen sol ‘trend’i yansıtıyor. 1971, 72, 73 yıllarının birincileri “Ankara Ekspresi”, “Zulüm” ve “Hayat mı bu?​” filmleri ise, darbe sonrası sinemamızın halini sergileyen örnekler olarak sinema tarihimizde yer alıyor. Oyuncular açısından daha tutarlı kararlara rastlıyoruz. Ne de olsa ‘star’lara ihtiyaç duyulan yıllar. Türkan Şoray, Fatma Girik, Selma Güneri, Hülya Koçyiğit, İzzet Günay, Fikret Hakan, Ekrem Bora, Yılmaz Güney gibi yıldızlar ilk ödüllerini o yıllarda alıyorlar.

1974 yılından başlayarak, Altın Portakal’ın yazgısı değişmeye başlıyor. “Düğün”, 75’te “Endişe”, 76’da “Deli Yusuf”, 77’de “Kara Çarşaflı Gelin” Altın Portakal alıyor. Jürilerin seçiminde de siyasal yaşamdaki değişime koşutluk bulmamak mümkün değil. Onat Kutlar, Oktay Akbal, Selim İleri, Atilla Dorsay, Sami Şekeroğlu, Semih Tuğrul gibi aydınlar jürilerde yer alıyor. 1977, festivalde ilk yılım. Onat Kutlar ve Işıl Kasapoğlu ile birlikte festivale uluslararası bir boyut kazandırmaya çalışıyoruz (Yoksa 1978 miydi, tam emin olamıyorum). Belediye Başkanı Selahattin Tonguç, festivale uluslararası nitelik kazandırmakta kararlı. O yıl, Bayan Sadoul gibi önemli konuklar geliyor Antalya’ya. Konyaaltı’da asgari konfordan yoksun barakalarda konaklıyoruz.  Ama, herkesin keyfi yerinde. 1978, Antalya’da ilk kez jüri görevi üstlendiğim yıl. O yılki jüride Prof. Alim Şerif Onaran, Ömer Kavur, Genco Erkal, Onat Kutlar, Kami Suveren, Mevlüt Ekinci, Osman Aydın, Ahmet Gönen, Şanar Yurdatapan ve Tan Oral ile birlikteyiz. Yavuz Özkan’ın “Maden”i ile Atıf Yılmaz’ın “Selvi Boylum Al Yazmalım”ı arasında bir tercih yapmakta zorlanıyor jürimiz. Onat’la belki de ilk -ve son- kez fikir ayrılığına düşüyoruz.    

SANSÜRE DİRENİŞ

Jüri görevim ’79’da da sürüyor. O yıl, Prof. Özdemir Nutku, Prof. Emre Kongar, Hale Soygazi, Atilla Dorsay, Tunca Yönder, Doğan Hızlan, Ahmet Keskin, Nurettin Tekindor, Kenan Değer, Tonguç Yaşar var jüride. Ama, ilk gün karşımıza çıkan sansür engeli nedeniyle o yıl ödül vermiyoruz. Üç filme (Yavuz Özkan’ın “Demiryol”, Ömer Kavur’un “Yusuf ile Kenan” ve Yavuz Pağda’nın “Yolcular”) kesintilerle gösterim izni veriyor sansür kurulu; bizim de festivalin başladığı gün haberimiz oluyor bu durumdan. Hemen toplanıp, “Filmleri sansürsüz izleme olanağı sağlanana kadar” değerlendirme yapmayacağımızı Belediye Başkanı Selahattin Tonguç’a bildiriyoruz. Aynı zamanda, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e bir telgraf çekerek kararımızı bildiriyoruz.

Başkan Tonguç’un cesur tavrını unutamam. Tereddüt göstermeden yanımızda duruyor.  Yapımcılar da jüriye destek veriyor. Jürimiz her sabah toplanıp, durumu gözden geçiriyor ve bir yanıt gelmezse yalnızca kısa filmleri değerlendirme kararı alıyor. Sonuçta, Süha Arın’ın “Tahtacı Fatma” adlı belgeseli, Festivalden bir Altın Portakal’la dönen tek film oluyor. Sansüre karşı en etkili protestolardan birini gerçekleştirmiş olmak, meslek yaşamımın en güzel anıları arasındadır hâlâ.  O yıllarda Kültür Bakanı olan Ahmet Taner Kışlalı’nın danışmanlığını yapıyorum. Festival dönüşü, sevgili Kışlalı’ya istifamı veriyorum, sansür karşısında boyun eğen bir yönetimde görev almak istemediğimi anlatarak. Onat da, yazılı olarak gönderiyor istifasını. Ne var ki, Bakan “Hükümet zaten sallantıda, bir de siz darbe vurmayın” diyerek istifaları yürürlüğe koymuyor. Nitekim, kısa bir süre sonra hükümet düşüyor. 17. Altın Portakal Film Festivali de 12 Eylül 1980 darbesi nedeniyle gerçekleşemiyor.    

16. ve 17. festivallerin ödülleri yıllar sonra (2011’de) verilebildi.  Zamanın Belediye Başkanı Mustafa Akaydın iki yılın jürilerini bir araya getirerek, verilemeyen Altın Portakalların sahiplerini belirlememizi istedi. Aramızdan ayrılmış olan dostların eksikliğini hissettiğimiz toplantıda, 1979 yarışmasının ödülü iki film arasında (“Demiryol” ve “Yusuf ile Kenan”) paylaştırılırken, 1980’in Altın Portakalı “Sürü”ye verildi.

DARBEDEN SONRA

’80 darbesi sinema üzerinden buldozer gibi geçerken, festival ‘riskli’ kararlar vermeyecek jüriler seçmeye özen gösterdi. Aradan sıyrılan 1-2 isim olabiliyordu gene de…  Jüri, o yıl askeri yönetimi huzursuz etmeyecek bir film bulamamış olmalı ki, birincilik ödülü, vermedi. Kavur’un “Ah Güzel İstanbul”u ikinci, Tuncel Kurtiz’in “Gül Hasan”ı üçüncü seçilirken, jürinin Erden Kıral’ın “Bereketli Topraklar Üzerinde”si ve Ali Özgentürk’ün “Hazal”ına birer yardımcı oyuncu ödülü vererek vaziyeti kurtarmaya çalıştığı anlaşılıyor. Sonraki yıllarda jürilerin daha dengeli kurulduğunu, kararların da aynı çizgide oluştuğunu söyleyebilirim. ’80’li yılların unutulmaz filmleri arasında, “Aaah Belinda” (ve aynı yılın üçüncüsü “Adı Vasfiye”), “Muhsin Bey” (ve aynı yıl ikinciliğe layık görülen “Anayurt Oteli”), “Uçurtmayı Vurmasınlar” (ve o yılın ikincisi “Sis”)i sayabilirim.

’80’li yıllarda festivali uzaktan izledim. Tek 1 yıl dışında… ’80 darbesi tüm derneklerle birlikte SİYAD’ı da kapatmıştı. Bu eksikliği kapatabilmek için, 1982’de yayın yönetmenliğini yaptığım VideoSinema dergisinin bir Sinema Yazarları Ödülü vermesini kararlaştırmıştık. Festivali izleyen yazar arkadaşlarla birlikte, En İyi Film Ödülü’ne “Bir Yudum Sevgi”yi, En İyi Oyuncu Ödüllerine de Müjde Ar ve Şener Şen’i layık gördük. Ben de, Belediye Başkanının iznini alarak törende ödülleri açıkladım. Festival jürisi ise Hale Soygazi ve Tarık Akan’a vermiş ödülleri. O törende, Türker İnanoğlu’nun üstüme yürüyüşü unutamadığım tatsız anılar arasındadır.

90’LARDAN 2000’LERE  

’90’larda yeniden Antalya Film Festivali’ni izlemeye başladım. Altın Portakal’ı “Karılar Koğuşu”nun kazandığı 1990 festivalinden “Karartma Geceleri” ve “Camdan Kalp” unutamadığım filmler arasındadır. ’93 yılından “Mavi Sürgün”, ’95’ten “Aşk Ölümden Soğuktur” (Yönetmen ödülü), ’96’dan “Tabutta Rövaşata”, ’97’den “Masumiyet” (Jüri Özel ödülü),  ’99’dan “Salkım Hanım’ın Taneleri” (ve aynı yıl Jüri Özel Ödülü alan “Mayıs Sıkıntısı” ile “Üçüncü Sayfa”), 2000’lerden “Büyük Adam Küçük Aşk” (ve aynı yılın seçkisinden “Vizontele” ile “Yazgı”), “Uzak”, “Yazı Tura”, “Kader” (aynı yılın Jüri Özel Ödülü “Takva”), “Yumurta”nın yanı sıra, Genel Sanat Yönetmenliğini üstlendiğim 2009 yılında En İyi Film Ödülü’nü paylaşan iki film “Bornova Bornova” ile Kosmos” (aynı yıl En İyi İlk Film seçilen “İki Dil Bir Bavul”) ve 2010’da“Çoğunluk” benim en iyiler listemde yerlerini aldı (Aksini belirtmediğim tüm filmler Altın Portakal kazandı).

2011’de “Nar”, 2012’de “Zerre”, 2013’te “Mavi Dalga”, 2014’te “İtirazım Var”, 2015’te “Kalandar Soğuğu”, 2016’da “Tereddüt” ve “Babamın Kanatları” hepsi de bana göre yılın en iyileri olmakla birlikte, jüriler tarafından Altın Portakal’a değer bulunmadılar. Ama, ne olursa olsun, Antalya sinemamıza yeni yönetmenler kazandırmış, yarattığı tartışmalarla sinema ortamımızı dalgalandırmayı başarmış bir festivaldir. İster yönetici, ister eleştirmen, ister jüri üyesi olarak geleyim, Antalya’da olmak her zaman mutluluk kaynağı olmuştur benim için. Madem öyle, neden bir yıl yaptıktan sonra bıraktın festival yöneticiliğini derseniz, orası başka hikaye…

2017-18 yıllarında, Ulusal Yarışma’nın kaldırılmış olması büyük bir talihsizlikti. 2019’da bu yanlıştan dönülmüş olması sinemamız adına ciddi bir kazanım. Tabii, Ulusal Yarışma’nın önemsenmesi, uluslararası boyutun göz ardı edilmesini gerektirmiyor. Antalya’da Uluslararası Yarışma’nın yer almasını her zaman savundum, 2009’da yaptığım seçkide de bu dengeyi korumaya çalışmıştım. O yıl, Krzystof Zanuusi, Karoly Makk, Bob Rafelson, Bille August gibi usta yönetmenleri ağırladık. Pandemi sonrası dünyanın usta yönetmenleri ile Antalya’da yeniden buluşacağımız günlerin özlemiyle ve tüm yarışmacılara başarılar dileyerek noktalayalım bu anılar demetini…              

ÖNCEKİ HABER

Ahmet Boyacıoğlu: Antalya, Türkiye sinemasının belleği ve arşivi

SONRAKİ HABER

Sektörleşemeyen sinema

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa