Murat hem temsilcimiz hem de neşe kaynağımızdı
Hayatını kaybeden Gazeteci, Evrensel İsveç Muhabiri Murat Kuseyri’yi sürgün öncesi cezaevinde aynı koğuşta kaldığı yoldaşı Hüseyin Öge anlattı: Murat hem koğuşun temsilcisi hem de neşe kaynağıydı.
Murat Kuseyri (orta sıradaki kırmızı kazaklı) | Fotoğraf: Hüseyin Öge'nin kişisel arşivinden
Hüseyin ÖGE
Murat Kuseyri’yi tanımadan önce adını, abisi Mustafa Kuseyri’nin 1970 yılında Ankara’daki ölümünü Mustafa Taylan’ın anlatımlarından duymuştum. Aradan birkaç yıl geçti. Ankara’ya gittik. Eskişehir’de PTT’de çalışan işçilerin örgütlenme sorunu vardı. Taylan, DİSK’e bağlı Yeni-Haber-İş sendikasından yöneticilerin bazılarını tanıdığını söylemişti. Onlardan birisiyle görüşecektik. Orta boylu, kara kuru ama güleç yüzlü benim yaşlarımda birisiyle buluştuk. Gelen Murat Kuseyri’ydi. “Sendikanın genel sekreteriyim” diye kendini tanıttı. Taylan, “Mustafa Kuseyri’nin kardeşi” diye ekleyince o anda hemen ona kanım ısındı. Sonraki aylarda birkaç kez Eskişehir’e geldi. Onu PTT’de çalışan işçi arkadaşlarla tanıştırdık. O zaman koşullar gereği biz çekildik, o sendikal örgütlenme faaliyetlerine devam etti. Disiplinliydi ve sınıf sendikacılığı ilkelerini uygulamak için çaba harcıyordu.
İşçi sınıfının kararlı, yiğit bir savunucusuydu. Sendika bürokratları ondan öfkeyle bahseder. 12 Eylül darbesi sonrasında yakalandı. Çanakkale Cezaevinde koğuş temsilcimiz oldu. Tutukluların haklarını idare karşısında hep kararlılıkla savundu. Cezaevinden çıktıktan sonra sanırım Adana’da eski bir davadan dolayı gözaltına alındı ve karakoldan kaçtı, sonra yurt dışına çıktı. Uzun yıllar Evrensel’e yurt dışından haberler yazdı. İşçi sınıfının ve partinin sadık bir evladıydı.
İşkencelerde dik durmuştu. Sigara müptelası olmasına rağmen onu çözmek için sigara tekliflerini hep reddeder hiç sigara içmediğini söylerdi, onunla işkencede bulunan yoldaşları bunu gülerek anlatırken o sevimli ve güleç haliyle “Ya ne yapacaktım? İşkencecilere bir sigaraya teslim aldık mı dedirtecektim?” diye gülerek konuşması hepimizi neşelendirirdi.
Cezaevinde koğuş sorumlusu seçildi. Bu arada onunla olan dostluğumuz, yoldaşlığımız da iyice pekişti. Cezaevine düştüğümde ben evliydim ve eşim de hamileydi. Bir kızım olmuştu. Kızımın fotoğrafı ranzamın arkasında baş ucumda asılı duruyordu. Murat inanılmaz derecede çocukları severdi. Cezaevinde olan bütün arkadaşların çocuklarının fotoğrafı onun albümünde de bulunurdu. Kızım Özlem her görüşe geldiğinde onun bir fotoğrafı da muhakkak Murat’a verilirdi.
Cezaevi deyince hep hüzünlü günler akla gelir. Ama devrimci tutsakların bu günleri sevinçli günlere dönüştürdüğü anlar da hep olmuştur. Örneğin; koğuş içi cezaevi avlusunda maçlarımız olurdu. Murat hep kaleci olurdu ve kalesini, elinden düşürmediği sigarasını içerek korurdu. Murat’ın sigara konusunda ayrıcalığı vardı. Komün sigara içenlere günde 5 adet veriyorsa Murat’a bir paket verirdi. Bazı sigara içen arkadaşlar da kendi paylarından bir kısmını ona severek verirlerdi.
Murat’ın bir sevimli huyu da gece uykuda konuşmasıydı. Bizler ona “Ya Murat senin bu huyunu işkenceciler bilseydi sana uyku ilacı verip seni konuştururlardı” dediğimizde “Onlara konuşmazdım” diye gülümserdi. Koğuş sayımlarında genellikle çok az kişi kalkıp sayım yerine gittiğinden gardiyanlar çoğu zaman diğer kalkmayanları ranzalara giderek sayarlar ve Murat’a “Yahu hiç olmazsa yarısını kaldır, bize de yazık ranza ranza gezip saymak zorunda kalıyoruz” derlerdi. Bu lafları işitmekten bıkan ve bu durumu içine atan Murat’ın bir gece yarısı uykusunda “Koğuş kalk, sayım alanına” seslenmesiyle uyanmış ve ne oluyor diye ranzalarından etrafına bakarken üç-beş arkadaşın pijamalarıyla ve uykulu gözlerle koğuşun ön kısmına, sayım alanına gittiğini görünce kahkahalar ortalığa dökülmüştü.
Kısacası Murat hem koğuşun temsilcisi hem de neşe kaynağıydı.
Cezaevi sonrası ben İsviçre’ye o da İsveç’e gitmek zorunda kaldık. Siyasi mülteci olmuştuk. Yoldaşlığımız hiç bitmedi. O bir sefer İsviçre’ye geldi. O’nu evimizde 15 gün ağırladık. İsviçre’nin birçok yerini birlikte gezdik. Birkaç yıl sonra da biz ailecek İsveç’e gittik. Onun misafiri olduk. Birlikte unutulmaz iki hafta geçirdik. Galata Köprüsünü hatırlatınca İsveç’te köprü üzeri balık tuttuk, göl kenarında çadır kurup kamp yaptık. Gezdik, eğlendik. Murat candı, yoldaştı.
Hastalandığını oraya gidip-gelen arkadaşlardan öğrenince boğazıma sanki gelip bir şey oturdu. Hastalığını herkesten saklamış. Beyninde bir tümör bulunmuş. Doktorlar günlerinin sayılı olduğunu bildirmişler. Nevzat Acan’la birlikte onunla defalarca bağ kurmaya çalıştık. Telefon ettik, mesaj attık. Hiçbirine cevap yazmadı. Bu bizi daha da kahretti. Ama onu sevmeyi hiçbir zaman bırakmadık.
Hastalığı onu seven herkesi kahretti. Hastalığı süresince Evrensel gazetesine haber geçme görevini hiç aksatmadı. Ona “Sen proletaryanın yiğit devrimcisisin” derdim, gerçekten de öyleydi. Ona cezaevinde birlikte çektirdiğimiz fotoğrafı gönderdim. Daha sonra onun yanında olan arkadaş fotoğrafa baktığını ve duygulandığını telefonda bana söyleyince hüznüm bir kez daha arttı.
Murat, biz seni tanımaktan, yoldaşlık etmekten hep mutlu olduk. Seni sevmeye de devam edeceğiz.