Belgeselden kurguya Pelin Esmer sineması
Pelin Esmer, hem şehre hem de yola, yolculuklara ait mekanların üzerine yazdığı sade, gerçekçi diyaloglar ve durumlar aracılığıyla, ifade biçimlerini sanatsal düzlemde yeniden yaratıyor.
Fotoğraf: pelinesmer.com
Dilara BİLGİSEL
Pelin Esmer, araçsal mantığa düşmeden toplumu topluma anlatan, ayık filmlerin yönetmeni. Hem şehre hem de yola, yolculuklara ait mekanların üzerine yazdığı sade, gerçekçi diyaloglar ve durumlar aracılığıyla, ifade biçimlerini sanatsal düzlemde yeniden yaratıyor. On dört yıl arayla çektiği iki belgeseliyle üç uzun metraj filminde vurguladığı konular ve hiçbirinde bozmadan sürdürdüğü sinematik yaklaşımı ile modern Türkiye’nin tarihini yazan yönetmenlerden.
OYUN VE KRALİÇE LEAR
Pelin Esmer’in iki uzun metraj belgeselini bir bütün olarak ele almak gerekiyor. Oyun (2005) ve bu oyunun ana karakterlerini takip eden Kraliçe Lear (2019), kurmaca ile gerçek arasındaki sınırı sorgulayan ve bu vesileyle, ifade etmenin önemini bir kez daha muhafaza eden belgeseller. Oyun (2005), Mersin’e bağlı Arslanköy’de yaşayan tarım emekçisi kadınların bir tiyatro oyunu sahneleme hazırlıklarını işliyor. Bir yandan harıl harıl prova yapan, öte yandan günlük yaşamlarını devam ettiren kadınların sözleri ve geçmişleri ortaya çıktıkça, oyunla gerçek arasındaki fark silikleşiyor. Yaşamın olağan akışının söz hakkı vermediklerini; sahne, sinema ve sinemaya özgü bakış açısı üstlenerek seyirciye aktarıyor. Gerçekliğin kendisi teatral bir rutine benzemeye başlarken tiyatro sahnesi, kişisel gerçeklerin ifade edildiği bir platform olarak kendini yeniden gösteriyor.
Oyun’un arkasını getiren Kraliçe Lear (2019) Arslanköylü kadınlardan beşinin, bu kez Anadolu’nun başka köylerine tiyatro götürmek için çıktıkları yolculuğu anlatıyor. Pelin Esmer de onların yoldaşı ve şahidi olarak, bu macerayı belgeleyip ölümsüzleştirmek adına kamerasını tekrar eline alıyor. Kadının Feryadı isimli oyunu sergilemek için 14 yıl önce bir araya gelen bu 5 kadının, tiyatroyu bir kenara koymak yerine, onu hayatlarındaki değişimin kalbine oturttuklarını görüyoruz. Yani yönetmenin, gerçek ve kurgu üzerine bir manifesto niteliğindeki ilk uzun metraj belgeseli, devamına kavuşmak suretiyle, ifade etmenin hayat değiştiren potansiyelini doğruluyor. Kaderin kendilerine ayrılan kısmını kabullenmek, bu kadınların artık tek seçeneği olmadığı gibi, kendilerini ifade etme biçimleri ve birbirlerine olan yaklaşımları da baştan aşağı yenilenmiş durumda. Aradan geçen 14 yıl içinde büyüyen çocuklar, hastalık sahibi olan eşler ve iş için tarladan şehre göçüşler sonra iki şeyin, ifade hakkının ve onun beraberinde getirdiği dayanışmanın güç kazandığını görmek, sanatın yaşamı somut olarak şekillendirdiğini kanıtlar nitelikte.
İFADE HAKKINA YAPILAN VURGU
Pelin Esmer belgesellerinde ifade hakkına yapılan bu vurgu, yönetmenin kurgusal evreninde de merkezi konuma sahip. 8 yıl arayla çektiği 3 uzun metrajında da derdini dile getirmenin yollarını arayan ve bulan karakterlerin bazen karşı karşıya, bazen de omuz omuza gelişleri işleniyor.
Yönetmenin 2002’de tamamladığı ilk kısa belgeselden, Koleksiyoncu’dan uyarlanan 11’e 10 Kala (2009), kentsel mekanın ve onu şekilden şekile sokarak geçen zamanın insanı ezme biçimleri üzerine bir hikaye. Sıkışmış insanı, bir yanda yılların koleksiyoneri, takıntılı ve yalnız bir adam, öte yanda ise ona yardım etmekle kalmayıp ondan çıkar da sağlayan, geçime muhtaç bir apartman görevlisi olarak gösteriyor. Nesnelerin öznelerden öncelikli olduğu bir dünyada, ifadenin kendisi de nesneler aracılığıyla, onların katı fakat renkli, ölümsüz varlıklarıyla gerçekleşiyor. Yönetmenin bu hikayeyi anlatırken ne ideolojik ne de kişisel hiçbir ön yargıya başvurmamış olması, yalnızca mekana ve zamana bağlı kalarak onların uyumsuz birlikteliğini sergilemesi, izleyiciyi sıklıkla ikilemde bırakmak için, sanki özellikle tercih edilmiş. Bu açıdan bakıldığında, Pelin Esmer’in kendi yaklaşımının da filmdeki şeyler hükümdarlığını besleyecek şekilde nesnel olduğunu söylemek mümkün.
11’e 10 Kala’daki filtresiz, nesnel yaklaşımı bir adım ileriye taşıyan Gözetleme Kulesi (2012), bir seyahat firmasında hostes olarak çalışan Edebiyat Öğrencisi Seher’le, söz konusu gözetleme kulelerinden birinde yeni işe başlayan Nihat’ın birbiriyle kesişen yolları üzerine, vurucu ve zor bir film. Her şeyi gören ve peşinen yargılayan gözün karşısında eksik ve mahcup kalan insanı, taraf tutmamakta ısrar eden başka bir gözden, kameranın lensinden gösteriyor. Seher’in ve Nihat’ın hemen yanı başlarında duran ifade araçları ile kurdukları ilişki, filmin nesneler üzerinden ilerleyen metaforik altyapısını zenginleştiriyor. Seher, otogara yeni varan yolculara anons yaparken kullandığı mikrofona asıl derdini söyleyemezken, Nihat başından geçenleri, belki de ilk defa bir telsize anlatıyor. Bu iki yolcu ve suçlunun, dile getiremedikleri şeyler üzerinden kurdukları birliktelik ise, duyguları sömürmekten de umut kapılarını tamamen kapatmaktan da imtina etmesiyle öne çıkarak filmi çözümsüz bir çözüm noktasına taşıyor.
Pelin Esmer’in en çok ses getiren son uzun metrajı, İşe Yarar Bir Şey (2017), ilk iki filmde işlenen ifade zorluğu ve imkanlarına yeni bir boyut kazandırıyor. Birbirine ayna tutan, farklı kuşaklardan iki kadının, artık yaşamak istemeyen bir adama yardım etmek üzere bir araya gelmelerini, uzun bir tren yolculuğu eşliğinde anlatıyor. Para kazanmak zorunda olmasa, yalnızca şiir kitapları yazmaya devam edecek olan Leyla ile konservatuvara girme hayalleri kuran Hemşire Canan, yine bakmak, yargılamak ve ifade etmek üzerine kurulu bu anlatının başkarakterleri. Kendi içinde bir ifade aracı olan şiir ise, adeta üçüncü bir ana karakter olarak işlev görüyor. Şairin yalnızca şahit olan ve aktaran gözünü vurgulamakla kalmıyor, Pelin Esmer’in bir sanatçı olarak kendi bakışını ve dolaysız ifade biçimini de ilk defa, açıkça itiraf etmiş oluyor.
Belgeselden kurguya uzanan ama bu ikisi arasındaki farkları sorgulamaktan da geri durmayan Pelin Esmer sineması, ifade hakkının etrafındaki düğümü çözmek için elini uzatmaktan fazlasını yapıyor. Kendi içinde bir ifade biçimi olan sinemadan ve onun yalnızca dilediğini gören gözünden, hem tarafsız hem de vicdan sahibi bir bakışla bakmayı başarıyor.