Bir olay: Babacan'ın "mütevelli heyeti" çıkışı Bir kavram: Özerk üniversite
Burjuva muhalefetin önerdiği “özerklik” modeli, üniversitelerin sermayeyle bütünleşmesinin ve onun sınıf çıkarlarının insafına terk edilmesinin daha da ileri bir modeli olarak şekilleniyor.
Fotoğraf: Ali Aktaş
Bir olay: Babacan’ın “mütevelli heyeti” çıkışı
YÖK, atanmış rektörler ve üniversiteler tartışmasına dair Ali Babacan, katıldığı programda üniversitelere yönelik müdahaleci anlayışın karşısında özerkliği sağlama adına üniversitelerin yönetimlerini “mütevelli heyetlerine” devretme önerisini ortaya koydu. DEVA Partisi’nin, kendisi de bir “girişimci” olan Eğitim Politikaları Başkanı Mustafa Ergen de performansa dayalı üniversite modelini savunduklarını açıklayarak üniversitelerin piyasa mantığıyla şekillenmesi gerektiğini savunduklarını ortaya koymuştu. Burjuva muhalefetin başını çeken CHP’nin Grup Başkanvekili Özgür Özel ise geçmişte, “üniversitelerin idari, akademik ve mali açıdan daha özerk hale getirilmesi için" Meclis'te bir araştırma komisyonu kurulmasını isteyerek partisinin bu noktadaki görüşünü ortaya koymuştu. Özelikle Boğaziçi direnişiyle birlikte daha da gün yüzüne çıkarak toplumun geniş kesimlerince tartışılmaya başlayan demokratik ve özerk üniversite talebi, düzen muhalefetinin üniversite ve bilim politikalarını öne çıkardıkları örnekleri beraberinde getiriyor.
NEOLİBERAL PROGRAM EĞİTİME ÇARE OLABİLİR Mİ?
Bu noktada, üniversite gençliğinin en acil taleplerinden biri olan demokratik ve özerk üniversite talebine yanıt verme iddiası taşıyan bu çözüm önerileri, esasında gençliği bir oy deposu olarak gören sermaye partilerinin gençliğin sorun ve taleplerine yönelik çözüm üretme ihtiyacından ileri geliyor. Ancak bu noktada ortaya koyulan çözüm önerileri, zaten sorunların esas kaynağı olan kapitalizmin neoliberal dönüşüm programını eğitimdeki sorunların çözümüymüş gibi gösteriyor
Nitekim üniversitelerin “mali özerkliği” üniversitelerin kurumsal olarak da sermaye sahipleri tarafından fonlanması, kamunun buradan elini çekmesi ve üniversitelerin şirket gibi yönetilip kar elde etme amacı gütmesi anlamına gelirken, gelişmiş kapitalist ülkelerde örnekleri bulunan mütevelli heyeti uygulaması da üniversite yönetiminde kapitalistlerin doğrudan yer almasını içeriyor. Böylesi bir “özerklik” modeli, üniversitelerin sermayeyle bütünleşmesinin ve onun sınıf çıkarlarının insafına terk edilmesinin daha da ileri bir modeli olarak şekilleniyor.
Bir kavram: Özerk üniversite
Bilimsel bilginin ve bununla iç içe geçmiş biçimde teknolojinin üretildiği başlıca alanlardan biri olan üniversiteler, tam da bu özelliklerinden dolayı insanlığın ileri birikimini ve geleceğini temsil eden sınıflar ile tarihsel çıkarları gereği insanlığın bütünlüklü gelişiminin önünde engel olan gerici sınıfların karşı karşıya geldikleri kurumlar olarak şekillenmişlerdir. Bugün de burjuvazi bir yandan ekonomik varlığını gerçekleştirmek için bilim ve teknolojiye muhtaçtır, öte yandan toplumsal ve siyasal egemenliğini sürdürmek için bu üretimi denetim altında tutmak ve kendi ekonomik ve siyasal çıkarları çerçevesinde gerçekleştirilmesini güvence altına almak zorundadır. Ayrıca, egemen sınıflar tarafından gelişimine pranga vurulup denetim altına alınmaya çalışılsa da bilimsel bilginin üretimi, doğası gereği ilerici bir tarihsel platformla buluşmanın yolunu buluyor olduğundan üniversiteler de toplumsal muhalefetin bir parçası haline gelmektedir. Üniversiteler üzerinde özel bir denetim kurmaya yönelik bütün baskıların kaynağında bu açmaz yatmaktadır.
Bu noktada, üniversitelerde toplumun iki temel sınıfı olan işçi sınıfı ve burjuvazinin tarihsel çıkarları ve bununla bağlantılı olan politik platformları karşı karşıya gelmekte, sınıflar mücadelesi bilimsel bilginin üretimini ve üretildiği alan olarak üniversitelerin şekillenişini de koşullandırmaktadır. Burjuvazi tarafından kendi sınıf çıkarlarıyla sınırlandırılan ve sürekli olarak denetim altında olan bilimin özgürce gelişmesinin mümkün olduğu bir ortamın kurulması, demokratik ve özerk bir üniversitenin varlığını şart koşmaktadır.
TOPLUM YARARINA BİLİM
Bugün sermaye tahakkümündeki üniversitelerin de temel misyonu; piyasanın ihtiyaçlarına uygun olarak uluslararası şirketler ve yerli işbirlikçileriyle yakın ilişkiler kurması, onların ihtiyaç duyduğu konularda AR-GE projeleri hazırlamaları, devlet üniversitelerinin şirketlerin yan kuruluşları haline getirilmesi, üniversitelerdeki bilimsel faaliyetlerin amacının şirketlerin kâr maksimizasyonu için yeni yöntem ve teknolojiler üretmekle sınırlandırılması, burjuva devletin ideolojik ihtiyaçlarına uygun olarak üniversitenin sözde bilimsel araştırmalar yapıp raporlar hazırlaması gibi başlıklarla özetlenebilir. Tek adam iktidarının bütün olarak üniversite politikasını şekillendiren saikler, rektör atamalarındaki kıstaslara da yansımakta ve bir yandan üniversiteyle sermayenin kurduğu ilişkinin bağları kuvvetlendirilirken bir yandan da üniversite bileşenlerinin üzerindeki akademik ve siyasal baskılar arttırılmaktadır.
Bunun karşısında akademisyenler ve öğrencilerin özgürce tartışıp üretebilecekleri, bilimsel araştırma ve öğrenimin özgürce yapılabildiği, bilimin sermayenin değil, toplumun, halkın hizmetinde olmasının gerekliliğini ilke edinmiş bir üniversite; şirketler, uluslararası tekeller ve işbirlikçileri ve siyasal iktidarları karşısında bağımsız ve özerk kimliğini koruyan, kamu tarafından finanse edilen bir yapıda olmakla mümkün olabilir.