Son Bakış
Kim bilir belki de bu son bakış aynı zamanda bir fotoğrafa hapsedilmiş ilk bakıştır.
Fotoğraf: Savaş Ay
"Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun
Sevgim acıyor.”
Erdal Eren tartışmalı bir yılın 25 Eylül’ünde Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde doğmuştur. Tartışmalı diyorum çünkü kafa kağıdında her ne kadar 1961 yazsa da annesi Erdal’ı nüfusa büyük kaydettiklerini belirtmiştir.
Erdal Eren 1980 yılında Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisidir. İncecik bir gençtir Erdal. İnce bedenine, incecik bir yüz ve narin elmacık kemikleri eşlik eder. İncecik parmakları mürekkebe değse kalem olup yazacak gibidir. Ama kocaman bir yüreği ve kızıl bir inadı vardır.
1980 yılında Ankara’da Türkiye gibi karanlık ve kanlı günlerden geçmektedir. Gencecik insanlar pusularda son nefeslerini vermektedir. İşte o gençlerden biri de 30 Ocak 1980 günü öldürülen Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner’dir.
Sinan Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü Ayrancı’nın Hoşdere Caddesinde bir gösteri düzenlenmiştir. Gösteriye asker müdahale etmiş ve 24 kişiyi gözaltına almıştır. Gözaltına alınanlardan biri de Erdal Eren’dir. Erdal gösteri sırasında çıkan çatışmada Piyade Er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanarak yargılanır ve suçu sabit bulunarak idama mahkûm olur.
Gözaltına alınmasından idamına kadar geçen 10 ay 11 gün boyunca hem cezaevinde hem de mahkemede herkesin gözü önünde Erdal Eren’in o incecik bedenini, incecik yüzünü, incecik parmaklarını kıpkırmızı çiğnerler. Ama Erdal’ın yüreği ve inadı da kanı kadar kızıldır. Ne sese gelir ne de söze…
İdam edilmeden 16 saat önce Erdal Eren’i cezaevinde Savaş Ay ve Emin Çölaşan ziyaret eder. Bu ziyarette Erdal Eren avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını söyler. Haklı da çıkar Erdal Eren 13 Aralık 1980 günü apar topar idam edilir.
Erdal bugüne miras olarak kalem parmakları ile yazdığı ve en mahreminde saklayarak ulaştırdığı bir mektup, bir de idamından 16 saat önce Savaş Ay tarafından çekilmiş bir fotoğraf bırakmıştır. Hücresinin yarı aralık kapısının eşiğinde, kahverengi gocuğu ile ayakta durduğu bir fotoğraf. Bacakları hafif aralı, yumrukları yarı sıkılı, küçücük gözleri kısık, bakışları kor bir fotoğraf…
Erdal Eren’in ardından çok söz söylendi, çok şiir yazıldı, çok ağıt yakıldı, çok şarkı söylendi. Ardından şarkı söyleyenler en çok 17 yaşında oluşunu dillendirdiler. Erdal Eren’in uzaktan akrabası olan Teoman, Erdal’ın annesinin rüyasında yıllar sonra bile Erdal’ı hep öldüğü yaşta gördüğünü öğrendiğinde “Daha On yedi” şarkısını bestelediğini söyler. Gülten Akın “Büyü” şiirinde; “Büyüyüp onyedine geldiğinde/Büyü de baban sana/İdamlar alacak” diye yazar. Ahmet Kaya “Yaşamadın Sen” şarkısında; “Doğdun da büyüdün ama yaşamadın sen” der. Sezen Aksu, sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı, bestesini Onno Tunç’un yaptığı “Son Bakış” şarkısında “Ama aman, yandım amman/Kurşun gibi izler/Son bakıştaki o gözler/Kaldı aklımızda” diyerek Erdal Eren’in son bakışı ile kor olup ciğerimizi dağlayışını dile getirir. Erdal Eren için söylenmiş şarkılara buradan ulaşabilirsiniz.
Ceylan Önkol 2009 yılının 28 Eylül’ünde Diyarbakır’ın Lice İlçesinin, Şenlik (Sıpéni) köyünün, Hambaz (Xambaz) mezrasında evinin 200 metre uzağında koyun otlatırken meydana gelen patlamada öldü. Öldüğünde 12 yaşındaydı.
Savcı ve otopsi yapacak doktor, olay yerinin ‘teröre müzahir’ bölge olması nedeniyle bölgenin riskli olduğunu ve can güvenlikleri olmadığını gerekçe göstererek olay yerine gitmedi. “Devleti Aliyye’yi” temsilen hiç kimse olay yerine gitmeyince Ceylan’ın parçalanmış bedeni 6 saat kaldırılamadı. Ceylan'ın cesedi daha sonra köylüler tarafından karakola götürülerek inceleme yapıldı.
Ceylan’nın ağabeyi Rıfat Önkol, karakolda Ceylan'ın cesedinin yanında 3-4 saat ifade verdiklerini, karakol bahçesinde kardeşinin cesedine inceleme yapıldığını belirtir. Daha sonra da “Ceylanımızı battaniyeye, anamın eteğine sardık. Alıp götürüp defnettik" der.
Ceylan’ın ölümü sonrasındaki son yargı kararı birkaç ay önce sonuçlandı. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi İçişleri Bakanlığı'nın yüzde 90 oranında kusurlu olduğunu belirterek aileye tazminat ödenmesine karar verdi.
Olayda yaşamını yitiren Ceylan Önkol patlamamış mühimmata dokunduğu iddiasıyla yüzde 10 kusurlu bulundu. Ne de olsa ‘teröre müzahir’ bölgenin çocuğuydu, patlamamış askeri mühimmatlar onun uzmanlık alanıydı.
Ceylan Önkol’un ardından iki ağıt yakıldı. Birini Sezen Aksu ile Tarkan birlikte söyledi. “Gözlerime astılar seni/Ceylanım kör oldum ben/Ne havan topu ne mermi/Senle vuruldum ben” diyordu şarkının bir yerinde.
Ceylan’ın ağabeyi Abdülkadir her ne kadar bu sözlerin annesi Saliha Hanım’ın acısını harlayıp Ceylanını eteğine toplayışını hatırlatıp ağlattığını belirtse de Ceylanını unutmadıkları, yalnız bırakmadıkları için Sezen Aksu ve Tarkan’a teşekkür ettiğini, kızının herkesin dilinde bir türkü olmasının buruk sevincini yaşadığını söyler. Sezen Aksu ve Tarkan’ın birlikte söyledikleri Ceylan şarkısını buradan dinleyebilirsiniz.
Ceylan için yakılan diğer ağıt Nazan Öncel’e aittir. Şarkısının adı yine Ceylandır. Ceylan’ın ağzından yazılmıştır sözler. Kendi ağıtının anlatıcısı olan Ceylan şöyle der: “Annem hasta/Babam yasta/Vuruldum ben/Çocuk yaşta oy oy oy/Söyleyin amcalara/Kıymasınlar Ceylan’lara” Nazan Öncel’in Ceylan şarkısını buradan dinleyebilirsiniz.
Ceylan Önkol’dan da bugüne miras son bir bakış kalmıştır. Belki de okula kaydının yapılması için çekilmiş vesikalık fotoğrafa hapsedilmiş bir bakış. Turuncu bir kazağın sıcaklığına inat biraz şaşkın, biraz korkmuş belki biraz da vesikalık fotoğraf çektirmenin tedirginliği sinmiş bir son bakış. Kim bilir belki de bu son bakış aynı zamanda bir fotoğrafa hapsedilmiş ilk bakıştır. Ne de olsa bazı Kürt çocuklarının son bakışı aynı zamanda ilk bakışıdır…
Cemile Çağırga 2015 yılının 7 Eylül’ünde Cizre’nin Cudi Mahallesi’nde evinin kapısının önünde öldürüldü. Öldüğünde 10 yaşındaydı.
Cemile’nin annesi Emine Çağırga kızının öldürüldüğü anı ve sonrasını şöyle anlatır: "Evimiz yüksek bir noktada. Cizre'den patlama ve silah sesleri geliyordu. Ne olup bittiğini görmek için kapının önüne çıkıp baktık. Birden bize de ateş edilmeye başlandı. Avluya kaçtık. Cemile önümde düştü, ben de üzerimize yağan kurşunlardan korunmak için Cemile'nin üzerine kapattım kendimi. Kalktığımda Cemile'nin yaralandığını gördüm. Bağırdım yardım istedim ama Cemile kollarımda can verdi.
O gece kızımın cesedini koynuma alarak uyudum. Sabah saçlarına ve ellerine kına yaktım. Sonra onu yıkayıp kefenledik. Cesedi bozulmasın diye, kayınbiraderimin evindeki derin dondurucuyu getirip kızımı içine koyduk. Üç gün boyunca kızımın cesedini buzlukta beklettik."
Sözün, yasın, hatta insanlığın bittiği donmuş bir ölümdür Cemile’nin ölümü. Hangi insan tutabilir ki Cemile’nin yasını, hangi kuram formüle edebilir ki Cemile’nin yasını. Varsın tutulmasın Cemile’nin yası ve bizi hapsetsin o ana. Hapsetsin ki yüreğimizdeki, ciğerimizdeki o dondurucu soğuğu asla unutmayalım. Unutmayalım ki sorumlulardan hesap sorabilelim.
İnsanlıktan çıkaran bir ölümdür Cemile’nin ölümü. İnsan “humandos” kelimesinden köken alır. Yani insan ölüsünü gömen demektir. İnsan olmaktan çıkardınız hepimizi Cemile’nin bedenini derin dondurucuya hapsederek. Sadece Cemile’nin bedenini derin dondurucuya hapsetmediniz, donmuş son bakışlarını da zamanda asılı bıraktınız. Yüreği yeten göz göze gelsin…
Cemile’nin annesi en çok dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun "Cizre'de sivil kayıp yok" sözünden incindiğini söylüyor. Ne de olsa ‘teröre müzahir’ bölgenin çocuğuydu Cemile, sivil sayılmasa da olurdu. Hatta sivil sayılmayanlar gibi gömülmese de…
Cemile için de yakılmış bir ağıt vardır. Mem Ararat söyler, “Lorika Cemila” (Cemile’ye Ninni). Mem Ararat şarkının başında “Ezê çibikim, ne ‘ewrek im ku bibim baran û vê agirê lê vemirînim” (Ne yapabilirim ki, bir bulut değilim ki yağmur olup bu yangını söndürebileyim) derken, şarkının sonunda “Ezê ji bo birîna Cemilka xwe parçeyêk cemed lê wezê bînim” (Gidip te Cemile’min yarası için bir parça buz getireceğim) der. Mem Ararat’ın sesi sözü buzdan bir hançer olur ve deşer ciğerinizi. Hıçkırığınız gırtlağınızda boğulur ağlayamazsınız. Mem Ararat’ın “Lorika Cemila” şarkısını buradan dinleyebilirsiniz.
Yazıya Turgut Uyar’ın “Acıyor” şiirinin ilk dizeleri ile başlamıştım. Yazının sonunu da yine aynı şiirin son dizeleri ile bitireyim.
“Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar.”
Meraklısına not: Bu yazıda yaşamı Eylül’e değen çocukların ölümlerine dair bir şeyler yazıp son sözü de Turgut Uyar’ın “Eylül toparlandı gitti işte/Ekim filan da gider bu gidişle” dizelerine bırakarak bir nefes alırım sanmıştım. Oysa 10 Ekim geldi dayandı yazının sonuna. 10 Ekim 2015 sabahı Ankara Garı önündeki patlamada ölen 103 can geldi dayandı yazının sonuna. Ekim filan gitmeden geldi ve çöreklendi içime. Hele o 103 candan biri var ki babası İbrahim Atılgan ile yaşamını yitiren Veysel. 9 yaşındaki Veysel. Sabah annesinin saçlarını tarayarak yolcu ettiği, babası ile bir spor ayakkabısını giyerek yola düşen Veysel. Hangi söz acını dindirebilir ki…
Bu arada 10 Ekim 2021 Pazar günü saat 09.30’da Alsancak Tramvay Durağı karşısındaki parkta 10 Ekim Anıtı’nın açılışı yapılacaktır. Katılmak isteyenler için duyurayım istedim.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20