07 Ekim 2021 05:30

Son Bakış

Kim bilir belki de bu son bakış aynı zamanda bir fotoğrafa hapsedilmiş ilk bakıştır.

Fotoğraf: Savaş Ay 

Halis Ulaş
Halis Ulaş

"Mutsuzluktan söz etmek istiyorum

Dikey ve yatay mutsuzluktan

Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun

Sevgim acıyor.”

Erdal Eren tartışmalı bir yılın 25 Eylül’ünde Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde doğmuştur. Tartışmalı diyorum çünkü kafa kağıdında her ne kadar 1961 yazsa da annesi Erdal’ı nüfusa büyük kaydettiklerini belirtmiştir.

Erdal Eren 1980 yılında Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisidir. İncecik bir gençtir Erdal. İnce bedenine, incecik bir yüz ve narin elmacık kemikleri eşlik eder. İncecik parmakları mürekkebe değse kalem olup yazacak gibidir. Ama kocaman bir yüreği ve kızıl bir inadı vardır.

1980 yılında Ankara’da Türkiye gibi karanlık ve kanlı günlerden geçmektedir. Gencecik insanlar pusularda son nefeslerini vermektedir. İşte o gençlerden biri de 30 Ocak 1980 günü öldürülen Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner’dir.

Sinan Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü Ayrancı’nın Hoşdere Caddesinde bir gösteri düzenlenmiştir. Gösteriye asker müdahale etmiş ve 24 kişiyi gözaltına almıştır. Gözaltına alınanlardan biri de Erdal Eren’dir. Erdal gösteri sırasında çıkan çatışmada Piyade Er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanarak yargılanır ve suçu sabit bulunarak idama mahkûm olur.

Gözaltına alınmasından idamına kadar geçen 10 ay 11 gün boyunca hem cezaevinde hem de mahkemede herkesin gözü önünde Erdal Eren’in o incecik bedenini, incecik yüzünü, incecik parmaklarını kıpkırmızı çiğnerler. Ama Erdal’ın yüreği ve inadı da kanı kadar kızıldır. Ne sese gelir ne de söze… 

İdam edilmeden 16 saat önce Erdal Eren’i cezaevinde Savaş Ay ve Emin Çölaşan ziyaret eder. Bu ziyarette Erdal Eren avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını söyler. Haklı da çıkar Erdal Eren 13 Aralık 1980 günü apar topar idam edilir.

Erdal bugüne miras olarak kalem parmakları ile yazdığı ve en mahreminde saklayarak ulaştırdığı bir mektup, bir de idamından 16 saat önce Savaş Ay tarafından çekilmiş bir fotoğraf bırakmıştır. Hücresinin yarı aralık kapısının eşiğinde, kahverengi gocuğu ile ayakta durduğu bir fotoğraf. Bacakları hafif aralı, yumrukları yarı sıkılı, küçücük gözleri kısık, bakışları kor bir fotoğraf…

Erdal Eren’in ardından çok söz söylendi, çok şiir yazıldı, çok ağıt yakıldı, çok şarkı söylendi. Ardından şarkı söyleyenler en çok 17 yaşında oluşunu dillendirdiler. Erdal Eren’in uzaktan akrabası olan Teoman, Erdal’ın annesinin rüyasında yıllar sonra bile Erdal’ı hep öldüğü yaşta gördüğünü öğrendiğinde “Daha On yedi” şarkısını bestelediğini söyler. Gülten Akın “Büyü” şiirinde; “Büyüyüp onyedine geldiğinde/Büyü de baban sana/İdamlar alacak” diye yazar. Ahmet Kaya “Yaşamadın Sen” şarkısında; “Doğdun da büyüdün ama yaşamadın sen” der. Sezen Aksu, sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı, bestesini Onno Tunç’un yaptığı “Son Bakış” şarkısında “Ama aman, yandım amman/Kurşun gibi izler/Son bakıştaki o gözler/Kaldı aklımızda” diyerek Erdal Eren’in son bakışı ile kor olup ciğerimizi dağlayışını dile getirir. Erdal Eren için söylenmiş şarkılara buradan ulaşabilirsiniz.

Ceylan Önkol 2009 yılının 28 Eylül’ünde Diyarbakır’ın Lice İlçesinin, Şenlik (Sıpéni) köyünün, Hambaz (Xambaz) mezrasında evinin 200 metre uzağında koyun otlatırken meydana gelen patlamada öldü. Öldüğünde 12 yaşındaydı.

Savcı ve otopsi yapacak doktor, olay yerinin ‘teröre müzahir’ bölge olması nedeniyle bölgenin riskli olduğunu ve can güvenlikleri olmadığını gerekçe göstererek olay yerine gitmedi. “Devleti Aliyye’yi” temsilen hiç kimse olay yerine gitmeyince Ceylan’ın parçalanmış bedeni 6 saat kaldırılamadı. Ceylan'ın cesedi daha sonra köylüler tarafından karakola götürülerek inceleme yapıldı.

Ceylan’nın ağabeyi Rıfat Önkol, karakolda Ceylan'ın cesedinin yanında 3-4 saat ifade verdiklerini, karakol bahçesinde kardeşinin cesedine inceleme yapıldığını belirtir. Daha sonra da “Ceylanımızı battaniyeye, anamın eteğine sardık. Alıp götürüp defnettik" der.

Ceylan’ın ölümü sonrasındaki son yargı kararı birkaç ay önce sonuçlandı. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi İçişleri Bakanlığı'nın yüzde 90 oranında kusurlu olduğunu belirterek aileye tazminat ödenmesine karar verdi.

Olayda yaşamını yitiren Ceylan Önkol patlamamış mühimmata dokunduğu iddiasıyla yüzde 10 kusurlu bulundu. Ne de olsa ‘teröre müzahir’ bölgenin çocuğuydu, patlamamış askeri mühimmatlar onun uzmanlık alanıydı.

Ceylan Önkol’un ardından iki ağıt yakıldı. Birini Sezen Aksu ile Tarkan birlikte söyledi. “Gözlerime astılar seni/Ceylanım kör oldum ben/Ne havan topu ne mermi/Senle vuruldum ben” diyordu şarkının bir yerinde. 

Ceylan’ın ağabeyi Abdülkadir her ne kadar bu sözlerin annesi Saliha Hanım’ın acısını harlayıp Ceylanını eteğine toplayışını hatırlatıp ağlattığını belirtse de Ceylanını unutmadıkları, yalnız bırakmadıkları için Sezen Aksu ve Tarkan’a teşekkür ettiğini, kızının herkesin dilinde bir türkü olmasının buruk sevincini yaşadığını söyler. Sezen Aksu ve Tarkan’ın birlikte söyledikleri Ceylan şarkısını buradan dinleyebilirsiniz. 

Ceylan için yakılan diğer ağıt Nazan Öncel’e aittir. Şarkısının adı yine Ceylandır. Ceylan’ın ağzından yazılmıştır sözler. Kendi ağıtının anlatıcısı olan Ceylan şöyle der: “Annem hasta/Babam yasta/Vuruldum ben/Çocuk yaşta oy oy oy/Söyleyin amcalara/Kıymasınlar Ceylan’lara” Nazan Öncel’in Ceylan şarkısını buradan dinleyebilirsiniz. 

Ceylan Önkol’dan da bugüne miras son bir bakış kalmıştır. Belki de okula kaydının yapılması için çekilmiş vesikalık fotoğrafa hapsedilmiş bir bakış. Turuncu bir kazağın sıcaklığına inat biraz şaşkın, biraz korkmuş belki biraz da vesikalık fotoğraf çektirmenin tedirginliği sinmiş bir son bakış. Kim bilir belki de bu son bakış aynı zamanda bir fotoğrafa hapsedilmiş ilk bakıştır. Ne de olsa bazı Kürt çocuklarının son bakışı aynı zamanda ilk bakışıdır…

Cemile Çağırga 2015 yılının 7 Eylül’ünde Cizre’nin Cudi Mahallesi’nde evinin kapısının önünde öldürüldü. Öldüğünde 10 yaşındaydı.

Cemile’nin annesi Emine Çağırga kızının öldürüldüğü anı ve sonrasını şöyle anlatır: "Evimiz yüksek bir noktada. Cizre'den patlama ve silah sesleri geliyordu. Ne olup bittiğini görmek için kapının önüne çıkıp baktık. Birden bize de ateş edilmeye başlandı. Avluya kaçtık. Cemile önümde düştü, ben de üzerimize yağan kurşunlardan korunmak için Cemile'nin üzerine kapattım kendimi. Kalktığımda Cemile'nin yaralandığını gördüm. Bağırdım yardım istedim ama Cemile kollarımda can verdi.

O gece kızımın cesedini koynuma alarak uyudum. Sabah saçlarına ve ellerine kına yaktım. Sonra onu yıkayıp kefenledik. Cesedi bozulmasın diye, kayınbiraderimin evindeki derin dondurucuyu getirip kızımı içine koyduk. Üç gün boyunca kızımın cesedini buzlukta beklettik."

Sözün, yasın, hatta insanlığın bittiği donmuş bir ölümdür Cemile’nin ölümü. Hangi insan tutabilir ki Cemile’nin yasını, hangi kuram formüle edebilir ki Cemile’nin yasını. Varsın tutulmasın Cemile’nin yası ve bizi hapsetsin o ana. Hapsetsin ki yüreğimizdeki, ciğerimizdeki o dondurucu soğuğu asla unutmayalım. Unutmayalım ki sorumlulardan hesap sorabilelim.

İnsanlıktan çıkaran bir ölümdür Cemile’nin ölümü. İnsan “humandos” kelimesinden köken alır. Yani insan ölüsünü gömen demektir. İnsan olmaktan çıkardınız hepimizi Cemile’nin bedenini derin dondurucuya hapsederek. Sadece Cemile’nin bedenini derin dondurucuya hapsetmediniz, donmuş son bakışlarını da zamanda asılı bıraktınız. Yüreği yeten göz göze gelsin…      

Cemile’nin annesi en çok dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun "Cizre'de sivil kayıp yok" sözünden incindiğini söylüyor. Ne de olsa ‘teröre müzahir’ bölgenin çocuğuydu Cemile, sivil sayılmasa da olurdu. Hatta sivil sayılmayanlar gibi gömülmese de…

Cemile için de yakılmış bir ağıt vardır. Mem Ararat söyler, “Lorika Cemila” (Cemile’ye Ninni). Mem Ararat şarkının başında “Ezê çibikim, ne ‘ewrek im ku bibim baran û vê agirê lê vemirînim” (Ne yapabilirim ki, bir bulut değilim ki yağmur olup bu yangını söndürebileyim) derken, şarkının sonunda “Ezê ji bo birîna Cemilka xwe parçeyêk cemed lê wezê bînim” (Gidip te Cemile’min yarası için bir parça buz getireceğim) der. Mem Ararat’ın sesi sözü buzdan bir hançer olur ve deşer ciğerinizi. Hıçkırığınız gırtlağınızda boğulur ağlayamazsınız. Mem Ararat’ın “Lorika Cemila” şarkısını buradan dinleyebilirsiniz.

Yazıya Turgut Uyar’ın “Acıyor” şiirinin ilk dizeleri ile başlamıştım. Yazının sonunu da yine aynı şiirin son dizeleri ile bitireyim.

“Eylül toparlandı gitti işte

Ekim filan da gider bu gidişle

Tarihe gömülen koca koca atlar

Tarihe gömülür o kadar.”

Meraklısına not: Bu yazıda yaşamı Eylül’e değen çocukların ölümlerine dair bir şeyler yazıp son sözü de Turgut Uyar’ın “Eylül toparlandı gitti işte/Ekim filan da gider bu gidişle” dizelerine bırakarak bir nefes alırım sanmıştım. Oysa 10 Ekim geldi dayandı yazının sonuna. 10 Ekim 2015 sabahı Ankara Garı önündeki patlamada ölen 103 can geldi dayandı yazının sonuna. Ekim filan gitmeden geldi ve çöreklendi içime. Hele o 103 candan biri var ki babası İbrahim Atılgan ile yaşamını yitiren Veysel. 9 yaşındaki Veysel. Sabah annesinin saçlarını tarayarak yolcu ettiği, babası ile bir spor ayakkabısını giyerek yola düşen Veysel. Hangi söz acını dindirebilir ki…

Bu arada 10 Ekim 2021 Pazar günü saat 09.30’da Alsancak Tramvay Durağı karşısındaki parkta 10 Ekim Anıtı’nın açılışı yapılacaktır. Katılmak isteyenler için duyurayım istedim.   

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI