Barış ve demokrasinin anahtarı 10 Ekim’de
‘Korku iklimi’ diye tarif edilen sürecin en kritik dönemeci olan 10 Ekim’in aydınlatılması demokrasi mücadelesinin anahtarı durumunda.
Fotoğraf: Tamer Arda Erşin / Evrensel
SUNU
Türkiye’nin yakın tarihinin en kanlı saldırısı 10 Ekim Katliamı, 6 yılı geride bıraktı. Barış için yola düşenlerin bombalanması, iktidarın oylarını kaybettiği o dönem ne ilk ne son oldu. Diyarbakır, Suruç, Ankara’da barışı bombalayanlar, Antep’te bir çiftin en mutlu gününde onlarca çocuğu öldürdü. Engellenmeyen her katliamda bir sonrakinin örgütlendiği bu karanlık dönemde, her bombanın ardından korkunç gerçekler ortaya çıktı. Yıllardır takip edilen cihatçılar, saldırı yapacakları bilinmesine rağmen durdurulmamış, geçecekleri yollar açılmış ve geldiklerinde ortalıkta hiçbir engelle karşılaşmamışlardı. Her davada sadece bir avuç IŞİD’liye ceza vermekle yetinen yargı, katliamların yolunu açanlara ise dokunmadı.
10 Ekim Katliamı’nın 6. yılı için hazırladığımız haber dosyasında, yakınlarını kaybeden ve yaralananların yaşadıklarını, dava sürecinde yargı, emniyet ve istihbaratın gerçekleri nasıl örtbas etmeye çalıştığını, dönemin başbakanından mafyasına kadar dikkat çekilen korku ikliminin hedeflerini ele aldık.
Barışa duyulan özlem kadar barışa düşmanların zalimliğini de gösteren 10 Ekim Katliamı’nın engellediği, barışın bitmeyen yürüyüşünü anlatacağız.
Birkan BULUT
Ankara
Türkiye yakın tarihinin en kanlı saldırısı 10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden 6 yıl geçti. Ankara’nın ortasında güpegündüz 103 kişinin hayatını kaybettiği, 500 kişinin yaralandığı saldırının tetikçisi bazı IŞİD’liler ceza alsa da saldırının arkasındaki asıl sorumlular yargılanmadı. Katliamdan siyasi çıkar elde edenlerin ortaya çıkarılmasına ilişkin adalet talebi ise mahkemenin soğuk duvarlarına çarptı.
Bugün ülkenin yönetim biçimine ilişkin tartışmalarda “korku iklimi” olarak anılan o kritik dönemde yaşananlar hâlâ aydınlatılmayı bekliyor. Birçok istihbarata rağmen bu katliamlar neden engellenmedi, kimler hangi siyasi çıkarları elde etti gibi soruların yanıtlarının tüm açıklığıyla yanıtlanması oldukça önemli. Katliamların arkasındaki sorumluların ortaya çıkması konusunda birçok engele rağmen bugüne kadar öğrendiklerimizi ve yaşananları hatırlamak gerekiyor.
Çözüm sürecinin bozulmasının ardından büyüyen çatışmalar ve Suriye’de taraf olunan iç savaşın Türkiye’yi de sardığı bu dönemde, 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin iktidarı kaybetmesinin ardından karanlık bir sürece girilmişti. Suriye sınırının cihatçılar tarafından kontrol edildiği, şehirlerde bombaların patladığı o günlerde iktidar, rotasını başkanlık sistemine göre belirlemiş ve “400 milletvekilini verin, bu iş huzur içinde çözülsün” demişti. Bugün iktidarla yollarını ayıran Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ve Mafya Lideri Sedat Peker sonrasında yaşananları “kritik bir süreç”, “korku iklimi” olarak ifade etmişti.
7 Haziran seçimlerinde AKP, tek başına iktidar kuracak çoğunluğu elde edemezken HDP’nin oyu yüzde 13’e ulaştı. Suriye’de Kürtlerin IŞİD karşısında direnişi, AKP’nin çözüm sürecinden kendi çıkarına bir sonuca ulaşamaması ve seçimlerin kaybedilmesi karşısında iktidar, “huzur içinde çözümü” bir kenara bıraktı. Çözüm masasını devirenlerin Diyarbakır, Suruç ve Ankara’daki katliamlara karşı önlem almadığına dair ortaya çıkan kanıtlar ise AKP’nin iktidardan düşmemek için neleri göze alabileceğini gösterdi.
DİYARBAKIR: SEÇİME KAN BULAŞTI
IŞİD’in Diyarbakır, Suruç ve Ankara’daki 3 saldırısı, Türkiye siyasetinde 3 kritik dönemecin en sivri uçlarıydı. Başkanlık sistemi için 400 vekil isteyen AKP, çözüm sürecinin çıkmaza girdiği günlerde “Seni başkan yaptırmayacacağız” diyen HDP’nin artan oylarını endişeyle izliyordu. IŞİD’in HDP’ye yönelik bombalı saldırıları bu dönem başladı. Önce Adana ve Mersin’de HDP binalarına bırakılan bombalar patladı, ardından 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce HDP’nin Diyarbakır mitingi bombalandı.
ANNESİ DAVUTOĞLU’NA BİLE İHBAR ETMİŞTİ
Miting alanına bombaları yerleştiren IŞİD’li Orhan Gönder, ailesinin emniyete yaptığı ihbarlara rağmen yakalanmamıştı. Anne Hatice Kurt, oğlunu aramak için Antep’e gittiğinde Başbakan Davutoğlu’ndan yardım istemişti. Ancak Orhan Gönder, 2 Haziran’da kaldığı otele gelerek kendisini soran polisler tarafından kimlik kontrolü yapılmasına ve miting öncesi bomba bıraktığı çöp kutusuna bakılmasına rağmen engellenmedi. İkinci bombayı bıraktığı okul bahçesi ise talimat kapsamında olmasına rağmen aranmamıştı. Birkaç gün sonra Gönder yakalandı, 5 Haziran Katliamı davasında müebbet hapisle cezalandırıldı.
BELÇİKA SALDIRISI DA BEKLENİYORDU
Kendisine kaldığı evi ayarlayan Burhan Gök ise aynı davada beraat etti. Katliamdan 9 gün sonra Gök ile yakalanan İbrahim el Bakraoui yurt dışı yasağına rağmen ülkesine gönderilince kardeşi ile birlikte 22 Mart 2016’da Brüksel Havalimanında canlı bomba eylemi düzenledi. Oysa MİT’in Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği bilgi notunda IŞİD’in Belçika’da saldırı planladığı biliniyordu.
SURUÇ VE POLİS CİNAYETLERİ
Kobanê’de çocuklara oyuncak götürmeye giden SGDF’li gençler, Suruç’ta IŞİD’in canlı bomba saldırısına uğradı. Talimata rağmen basın açıklamasının yapıldığı kültür merkezini aramayan polis, kapıda arama yapmak yerine uzaktan izlemeyi tercih etmişti; valiliğin 3 gün önce yaptığı canlı bomba saldırısı uyarısına rağmen… Sonrasında ‘Görevi kötüye kullanma’ suçundan bir polise 7 bin 500 TL para cezası verildi.
Suruç Katliamı’ndan iki gün sonra “Çözüm sürecini bitiren olay” diye anılan cinayet gerçekleşti. Oysa çözün süreci nisan ayında sona ermişti. Ceylanpınar’da iki polisin evinde öldürülmesini ANF haber sitesine göre ‘Apocu fedai timi’ üstlendi. Ancak PKK saldırıyı üstlenmedi. Çevik kuvvetin bile çilingir çağırarak girdiği evde polislerin nasıl öldürüldüğü konusuna ilişkin soru işaretleri hâlâ aydınlatılamadı.
İktidar çözüm masasını devirdi, PKK çözüm sürecindeki yaklaşımlarının istismar edildiğini söyledi. Cizre, Nusaybin ve Silopi gibi birçok yerde öz yönetimler ilan etti. İktidarın ‘hendek olayları’ dediği ve savaşın şehirlere taşındığı süreç uzun süreli sokağa çıkma yasaklarına ve sivil ölümlerine neden oldu. İç güvenlik paketiyle güvenlik güçlerine getirilen dokunulmazlık zırhı iktidarın çatışma politikasıyla pekiştirilmişti.
BARIŞI SAVUNANLARA KANLI GÖZDAĞI
Çatışmalar karşısında DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, Ankara’da büyük bir barış mitingi düzenledi. 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Garı önünde toplanan on binlerce emekçi, IŞİD’in iki canlı bombasının saldırısına uğradı. 103 kişi hayatını kaybederken yaklaşık 500 kişi yaralandı. Saldırı sonrası polisler yaralıların üzerine gaz bombası attı, ambulanslar alana uzun süre giriş yapmadı. Dönemin Başbakanı Davutoğlu ilerleyen günlerde patlama sonrası oylarının arttığını açıklamaktan çekinmedi. Katliam sonrası anketi doğruydu; AKP 1 Kasım’da oylarını yüzde 9 artırmıştı. Katliam insanları sokağa çıkmaktan korkar hale getirmişti.
MİTİNGİN BOMBALANACAĞI BİLİNİYORDU
Fakat katliam sonrası verilen adalet mücadelesi gerçeklerin örtbas edilmesini engelledi. Emek ve demokrasi güçlerinin ısrarlı mücadelesi ve oluşan kamuoyu katliamın üç beş cihatçının eyleminden ibaret olmadığını açığa çıkardı.
Emniyete yağan istihbarat raporları gizlenmişti. 14 Eylül’de Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şubesinde mitinglerde canlı bomba eylemi hazırlığı uyarısı ilgili yerlere iletilmemiş, İstihbarat Daire Başkanlığı ise kardeşi Suruç’ta canlı bomba olan Yunus Emre Alagöz’ün sansasyonel eylem yapabileceği yönünde 8 Ekim’de elde ettiği istihbaratı mitingden sadece yarım saat önce bildirmişti. Canlı bombanın isminin dahi yer aldığı istihbaratı iki gün geciktiren İstihbarat Daire başkanının, Hrant Dink suikastı istihbaratını geç bildirmekle suçlanan dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç olması ise dikkat çekiciydi.
Suruç Katliamı sonrası başlatılan Ankara girişindeki araç kontrollerine 9 Ekim gecesinden sabaha kadar ara verilmişti. Canlı bombalar ellerini kollarını sallayarak miting alanına geldi. Daha önce sürekli toplanma alanında bekletilen polisler bu kez yoktu. Canlı bombalara eskortluk yapan Yakup Şahin’in katliamdan 10 gün önce bomba yapımı için gübre almaya çalıştığı ve aynı gün şüpheli bulunduğu için polise ihbar edildiği ortaya çıktı.
DEVLET KAYITLARI BİLE KATLİAMI İŞARET EDİYOR
Mahkemenin kamu görevlilerinin sorumluluğuna ilişkin talepleri reddettiği, Antep emniyetinin sorulara yanıt vermediği, IŞİD’li sanıkların ifadelerinde cevap vermeme hakkının sıkça hatırlatıldığı 2 yıllık dava boyunca, yargılama önündeki engeller devletin katliamdaki sorumluluğunu gizleyemedi. Emniyet, yargı ve istihbarat kurumlarının paylaştığı veriler bile devletin 2012 yılından beri takip ettiği cihatçıların örgütlenmesine nasıl müsaade ettiğini gösteriyordu. IŞİD’in Sınır Emiri İlhami Balı askerle pazarlık yapıyor, Yunus Durmaz yakalama kararına rağmen tutuklanmıyor, Ahmet Güneş üzerinde bulunan infaz görüntülerine rağmen serbest kalıyor, Gürcistan sınır kapısında iki kere yakalanan Nusret Yılmaz kayıplara karışıyordu.
KONSEPTİ MAFYA AÇIKLADI
IŞİD’in katliamlarının aydınlatılması önündeki en büyük engel ise siyasi sorumluların yargılama süreçlerinin dışında bırakılması oldu. Tanık bile olmayan siyasiler ve iktidara yakın isimler, Saray’la arası bozulunca yaşananlara dair ipuçları vermeye başladı. İktidar çatısı altındayken IŞİD’e ‘öfkeli çocuklar’ diyen Davutoğlu, yıllar sonra “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” demişti. 10 Ekim’den bir gün önce barış çağrısı yapan akademisyenler için “Oluk oluk kanlarını akıtacağız” tehditleri savuran Mafya Lideri Sedat Peker ise kokain ticaretinden faili meçhul cinayetlere ve Suriye’ye gönderilen silahlara kadar varan itiraflarına dair daha sonra “Kanla ilgili söylemiş olduğum olayların hepsi söylendiği dönemde hükümetin lehinedir. Çünkü o zaman korku iklimi oluşturmak lazımdı” açıklaması getirmişti.
10 EKİM’DE DÜĞÜMLENEN SORUNLAR
Suriye’de emperyalist hevesler ile Türkiye’de başkanlık sistemi denilerek tek adam yönetimi hedefiyle çıkılan yol bu korku ikliminden geçti. İktidarın çözüm sürecinde umduğunu bulamayınca Kürtlere savaş açtığı dönem, IŞİD’in demokrasiden yana kesimlere saldırmasının da en uygun zemini oldu. IŞİD yargılamalarında bu saldırılara devletin nasıl göz yumduğunun açığa çıkmasının yanı sıra bir dönem Suriye ve Kürt sorununda en saldırgan politikaların aktörü olan Davutoğlu ile Peker’in sözleri de bir gerçeğe işaret ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde söylediği gibi sadece “Başkanlık sistemi ile alınan mesafe” değil, bu sistemin Türkiye’ye gelmesi için alınan mesafe de ortadaydı.
Bu sürecin en kritik dönemeci olan 10 Ekim’in aydınlatılması ve sorumluların yargılanması demokrasi mücadelesinin anahtarı durumunda. O gün barış için Ankara yoluna düşenlerin mitingde haykırmak istediği emek, barış ve demokrasi talepleri hâlâ yaşadığımız toplumsal sorunların çözümünü oluşturuyor. Bu talepleri kanla bastıran karanlığın ortaya çıkarılması savaş politikalarından beslenenlerin maskesinin düşmesini sağlayacak. Türkiye o barış mitingini tamamlamadıkça ne tek adam sisteminde ne de vadedilen ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’de demokrasiden bahsetmek mümkün olacak.