Sansür yasasına doğru: Kendini ifade etmekten çekinen kişilerin sayısı artacak!
Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi Medya Özgürlüğü Acil Müdahale Koordinatörü Gürkan Özturan: Sosyal medya yasası kendini ifade etmekten çekinen kişilerin sayısını artıracak.
Görseller: Pixabay, Kolaj: Evrensel
Gözde TÜZER
İstanbul
“Dezenformasyon’u engelliyoruz”, “Atılacak adımlar gençleri daha huzurlu hale getirecek”, “Yalan terörü”… Sosyal medya üzerindeki baskılar bitmek tükenmek bilmiyor. Bunlar sadece birkaç örneği… Geçtiğimiz yıl Ekim’de Meclis’ten geçen ve sansür yasası olarak adlandırılan “sosyal medya yasası” yetmemiş olacak ki, yeni bir sosyal medya yasası daha hazırlanıyor. Bu yasanın “dezenformasyonu engelleyeceği” iddia edilirken, hapis cezalarından bile bahsediliyor. Ancak içeriğe dair en ufak bir resmi açıklama yok. Bilgiler sadece duyumlardan ibaret kulisler. Neden yeni bir yasaya ihtiyaç duyuldu, ne gibi sorunları olabilir ya da ne yapmak lazım? Tüm bunları Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi'nde (ECPMF), Medya Özgürlüğü Acil Müdahale Koordinatörü Gürkan Özturan ile konuştuk.
DİJİTAL HAFIZAYI SIFIRLAYACAK İNTERNET ORTAMI
Geçtiğimiz yıl yani 2021’de zaten bir sosyal medya yasası çıkmıştı. Şimdi neden yeni bir yasaya ihtiyaç duydu hükümet? Geçtiğimiz yıl ki yasadan sonra Türkiye’de sosyal medya açısından nasıl bir değişiklik yaşadık?
Geçtiğimiz yıl kabul edilip uygulamaya giren yasaya göre dijital mecralar Türkiye’de resmi olarak temsilcilik açmakla yükümlü tutuldular; bu mecraların büyük kısmı son ana kadar direnerek en sonunda gölge-ofisler açtı. Bu temsilcilikler nitelikli bir ofis kurmaktan öte “var mı var” şeklinde göstermelik temsilcilikler oldu ve firmalar birer birer “içeriğimize karışılmasına müsade etmeyiz” beyanlarında bulundular.
Aslında geçen yıl ki yasanın bir ön adım olduğunu söylemek yanlış olmaz; yasa geçer geçmez bir yıla kadar güncelleneceği fazlasıyla belliydi. Büyük mecralar arasında en son Twitter'ın da temsilci atayacağını açıklamasının ardından hükümete yakın medya kuruluşlarında ard arda “dezenformasyonla mücadele için yeni bir yasa ihtiyacı” üzerine yayınlar çıkmaya başladı.
Bir diğer taraftan bakıldığında da, geçtiğimiz yılki yasanın medya özgürlüğü üzerindeki etkilerini izlediğimiz “Sosyal Medya Yasasının Basın Özgürlüğüne Etkisi İzleme Araştırması” başlıklı bir rapor da yayınladık Medya Araştırmaları Derneği olarak. İlk yedi aylık süreç içerisinde bizimle bilgi paylaşan 35 medya kuruluşundan topladığımız veriler bize bu yasa kapsamında “içerik kaldırma emri” uygulamalarıyla en az 658 haberin yayından kaldırıldığını gösterdi. Bu haberlerin çok büyük bir kısmı “yolsuzluk ve usulsüzlük” haberleri, en yoğun şikayette bulunan kişiler de sırasıyla iş insanları, bakanlar ve üst düzey bürokratlar oldu. Yasa yapım sürecinde sıklıkla “sansür amacıyla değil, niyetimiz gençlere güvenli ve temiz bir internet sağlamak” derken görünüşe göre gelecek nesiller için dijital hafızayı sıfırlayacak temizlikte bir internet ortamı bırakacağa benziyor.
Basın özgürlüğünü doğrudan hedef alan bu yasa elbette yurttaşların bilgiye erişim hakkını da engelliyor; ve aslında uzun vadede en önemli etkisi hatalardan ders çıkarabilmek adına referans olarak kullanılabilecek önemli arşiv bilgilerini kayıtlardan silmeye sebep oluyor.
Kapalı bir süreçte devam eden yeni yasa iddialarına dair maalesef bilgi verilmiyor, ancak yalnızca tahmin yoluyla düşünebileceğimiz bu durumda söyleyebileceğimiz, büyük bir ihtimalle haberlerin mecralardan kaldırılması yetersiz görülmüş olacak ki haberleri yapanları cezai yaptırımlarla tehdit edecek yeni bir yasa hazırlanıyor.
MECLİS’İN İŞLEVSİZLEŞTİRİLMESİ,
TOPLUMUN TEBAA OLARAK GÖRÜLMESİ
Yasanın içeriği yine açıklanmıyor, siz de söylediniz aslında. Sadece kulis bilgiler yansıyor. Yeni yasanın yansıyan kulis bilgilerini sormadan önce buna değinmek istedim. İçeriğin açıklanmaması, toplumun farklı kesimlerinde tartışılmaması ne gibi sonuçlar doğuruyor?
Geçtiğimiz yıl alelacele önce komisyon ardından Meclis’te geçirilen sosyal medya düzenlemesinde olduğu gibi, yine toplumun çok büyük bir kısmı karanlıkta bırakılarak bu yasa yapım sürecine dahil edilmiyor. Geçen yıl ki yasada, yasa teklifini veren kişilerin bile yasanın sakıncalarına dair kapsamlı bir fikri yoktu ve maalesef tepeden inme süreçlerle geliştirilen bu yasa yapım süreçleri bana kalırsa yine fazlasıyla sorunu beraberinde getirecek.
Bu kapalılığın en büyük yansıması ise meclisin işlevsizleştirilip toplumun aslında tebaa olarak muamele görmesi ve bu sürece alıştırılması oluyor. Toplumsal tartışma kültürünün hiçe sayıldığı, demokratik işleyişin sekteye uğratıldığı bir süreç bu; yeterli tartışmalar yapılmadan tepeden inme halde hazırlanıp alelacele oylamaya sunulan kanun tasarıları önceki birçok kararda da görüldüğü üzere birçok sorunu beraberinde getiriyor. Kararname ile yanlışlıkla üniversite kurup, Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra yine başka bir kararname ile kapatıldığı bir sistemden bahsediyoruz... Tartışma olmadığı noktada geleceğe dair inovatif yaklaşımlarla kalkınmanın önünü açabilecek bir düzlemi şu an iktidar bir zümrenin insafına teslim etmiş durumda. Temennimiz araştırmacılar, meslek grupları, sivil toplum gibi çeşitli paydaşların yer aldığı açık bir süreç işletilerek yasanın şu an geldiği absürd halden uzaklaşarak işlevsel bir alana çekilmesi, hatta bu yasayı tamamen tedavülden kaldırarak Dijital Haklar Kanunu şeklinde hak temelli bir düzenlemeye gidilmesidir.
‘İNSANLIK TARİHİ AYNI SÜREÇLERİ YENİ VE
YARATICI YÖNTEMLERLE AŞMAK ÜZERİNE KURULUDUR’
Yeni sosyal medya yasasının gerekçesi (kulis bilgilere göre) yalan haber ve dezenformasyonla mücadele. İçeriğe göre; sosyal medya üzerinden yalan haber yayan ve yapanlara 5 yıla kadar, hakaret eden kişiye 2 yıla kadar hapis cezaları öngörülüyor. Yalan haber ya da dezenformasyon çok muğlak kelimeler. Bunu nasıl tanımlayacaklar ya da nasıl karar verecekler? Ne gibi sonuçları olabilir?
İddia edildiği gibi sosyal medya üzerinde dezenformasyon faaliyetlerine dahli olan kişilere hapis cezası getirilmesi gibi bir uygulamaya gidilirse, bunun etkisi öncelikle dijital mecra kullanıcılarının tümüne bir tehdit olarak kendini gösterecek ve etkisi, kişilerin nihai olarak paylaşımlarından vazgeçerek belki de esprili bir şekilde "Silivri şimdi soğuktur" şeklinde paylaşımları artıracaktır. Bunun uzun vadede getireceği en büyük olumsuz etki, sorgulamaktan ya da kendini ifade etmekten çekinen kişilerin sayısındaki artış olacaktır. Ancak şunu da hatırlamakta fayda var, sansür tarih boyunca tüm iktidarların elinde bir silah olarak kullanılmışsa da, insanlık tarihi aynı süreçleri yeni ve yaratıcı yöntemlerle aşmak üzerine kuruludur. Söz bir biçimde toplumda yayılır...
Maalesef tam bir kapalılık içerisinde yürütülen bu süreçte yurttaşlar, araştırmacılar, siyasiler, basın ne yasanın kapsamını, ne yalan haberin nasıl tanımlanabileceğini, ne de getirilecek önlemlere dair bilgi sahibiyiz. Dijital mecralarda yalan ve yanlış bilginin dolaşımda olduğu ve bu nedenle manipülasyona açık olduğundan bahsediliyor ancak Türkiye'nin geçmişine baktığımızda 6-7 Eylül pogromu bir yalan haberle başladığında dijital mecralar yoktu; 1995'te TV kanalları Alevi yurttaşları hedef gösterir nitelikte yalana dayalı yayınlar yaptıklarında aynı şekilde. Son yıllara bakacak olursak, benzer şekilde Gezi zamanı camide alkol alınması ve Kabataş’ta yarı çıplak adamların fantastik yalanlarla abartılarak anlatılması söylemleri ile benzer bir süreç işletilmişti. Şayet iktidar şu an yalan haber ve dezenformasyonla mücadele etmek istiyorsa aslında troll ordularını dağıtıp, iktidara yakın medyaya da etik çerçevesinde yayın yapma tavsiyesinde bulunsa aslında Türkiye'deki sorunun çok büyük bir kısmı çözülmüş olur.
‘DAHA BASKICI UYGULAMALARA REFERANS VERİLİYOR’
Yasa için Almanya, Singapur, Rusya ve Avustralya örneklerinin incelendiğinden bahsediliyor. Bu ülkelerde nasıl tartışmalar yürütülüyor sosyal medyayla ilgili?
Dünyanın çeşitli ülkelerine referans verilen bu yayınlarda aslında nispeten daha gelişmiş demokratik toplumlardaki yasalara değil, daha baskıcı uygulamalara referans veriliyor. Öte yandan, Almanya'daki yasa sıklıkla dile getirilirken oradaki yasanın içeriğine dair doğru düzgün bir inceleme yapılmaksızın yalnızca başlığına referans vererek burada farazi bir yasa tasarısından bahsediliyor. Örneğin Almanya’daki yasa da ideal olmaktan fazlasıyla uzak, ancak nefret söylemi ve toplumda dezavantajlı kişilerin korunması temelinde oluşturulan bir yasayı alıp Türkiye gibi hali hazırda kırılgan bir idaresi bulunan ülkede sansür emeliyle çarpıtarak yasalaştırırsanız bunun sonuçları alay konusu olmaya doğru gider.
İktidara yakın medya sıklıkla diğer ülkelerde yapılan düzenlemeleri örnek göstererek adeta bir korku iklimi yaymaya çalışıyor, “bakın başka ülkede olsa hapisten dışarıya kafasını uzatamaz bunları yayınlayanlar” minvalinde makaleler günden güne sayfaları dolduruyor. Bu örneklerin bir çoğu gerçekdışı referanslara dayanıyor o ayrı bir mesele fakat ben neden kendime örnek olarak kötü uygulamayı seçeyim ki? Neden hiç bir zaman Estonya ya da İzlanda gibi iyi uygulamaların olduğu, dijital dönüşümünü tamamlamış ve huzurlu bir ortamda atılımcı işler çıkaran refah ülkelerini örnek göstermezler? Dijital haklar ve hürriyetler temelinde yaklaşarak bir adım atılmadığı sürece yargı sistemini kilitlemeye devam edecek bir sansür mekanizması olarak işleyişini sürdürür bu haliyle Türkiye’deki yasalar.
‘AİHS'E UYUMLU BİR DÜZENLEME YAPACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM’
Sizin ayrıca “Freedom on the Net 2021” raporunda da imzanız bulunuyor. Türkiye internet özgürlükleri bağlamında 100 üzerinden 34 puan aldı. Bu tam olarak ne anlama geliyor?
Freedom House 2009 yılından bu yana yayınladığı 11 raporla internet özgürlüklerinin durumunu belgeliyor. Ben de bu raporu son iki yıldır Türkiye kısmında destek sağladım. Birçok diğer rapor ve endekste olduğu gibi, aslında puan ya da sıralamadan ziyade bu tür raporlarda eğilime bakmak önemli. Yani, bir ülkenin puanı 30 olabilir, ancak son beş yılda her yıl bir iki puan yükseliş göstermişse bu umut vaadeden bir ülke olur, her ne kadar yine de özgür olmayan ülke olarak tanımlansa bile. Ya da bir diğer açıdan, ABD’nin özgür ülkerler arasındaki son beş yıllık düşüşüne baktığınızda, özgür olarak bile tanımlanmış olsa ülkedeki gidişat endişe verici bir görünüm sergiliyor.
Türkiye’nin de 34 puanına bakıldığında, yıllardır süren bir “istikrar” görmek mümkün. Son yılların en yüksek puanı olan 39, 2016 yılındaydı ve bu puan darbe girişimi öncesinde verilmişti. Ardından 34 puana gerileyen puan yıllar içerisinde yeniden 37’ye çıktı ancak şimdi tekrar kötü uygulamalar neticesinde 34 puana geriledi. Buradaki gerilemeyi yalnızca puan kesilmesine neden olarak kötü uygulama hacmiyle değil tekil örneklerle değerlendirmek gerekiyor. Puanlama açısından bakıldığında Türkiye’de durum oldukça kötü ancak bu puan bile Türkiye’deki uygulamaların vehametini gözler önüne sermeye yetmiyor. Ancak değerlendirmeye baktığımızda, kendisini özgür olmayan ülkeler kategorisine layık gören ve bu sıralamadan çıkarak dünyayla daha bütünleşmiş, gençleri için atılımcı bir ufuk vaadeden bir iktidar olmaktan çok uzak olduğunu söylemek mümkün.
İktidar ittifakı her fırsatta aslında dünyayla bütünleşik olduğunu, yapılan tüm uygulamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dahil birçok diğer uluslararası uygulamayla uyumlu olduğunu iddia ediyor; ancak ben şahsen dile getirildiği şekilde AİHS'e uyumlu bir düzenleme yapacağını kesinlikle düşünmüyorum. Bunu yapacak olsaydılar öncelikle AİHM'in kararları uygulanırdı ya da bu alanda adım atmak adına girişimlerde bulunulurdu.
‘BAĞIMSIZ MEDYA YASA TASARISINA DAİR SÖYLENTİLERİ ELE ALMAZSA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ İŞLEYEBİLECEK BİR MECRA DA KALMAYACAK’
Son olarak hem muhalefet ne yapmalı, hem de bu sorun nasıl çözülebilir?
İçinde bulunduğumuz durumda ve bu konuda yeterince tartışma yürütülmemesinde muhalefetin de sorumluluk alarak bu konuya yeterince eğildiğini düşünmüyorum. Her ne kadar meclis işlevsizleştiriliyor olsa da, muhalefetten beklentim en azından kendilerinin de toplumun geneline ulaşmak adına en çok faydalandıkları dijital mecraları savunmak adına toplumda çok daha girişken bir çabayla farkındalık yaratmalarıydı. Ancak geçtiğimiz yıl boyunca, uygulamadaki yasaya dair çok az değindiklerini görüyoruz. Dijital okuryazarlığın kötü bir durumda olduğunu görmemek mümkün değil; ancak içinde bulunduğumuz durumdan çıkılacaksa bu daha ilerici siyasi grupların üzerinde anlaşabileceği bir Dijital Haklar Kanunu ile olabilir diye düşünüyorum.
Şu an tartışılan yasanın geçmesi durumunda, tıpkı 1990’larda önce özel radyoların ardından TV kanallarının hedef alınması gibi, dijital mecralar için bir RTÜK-vari yapı getirilirse, iktidarın tam kontrolü altına alınamayan tüm mecralar ve alanlar gibi, dijital mecralar da çoraklaştırılarak işlevsiz hale getirilecek. Bağımsız medyanın da şu an büyük bir sorumluluğu bulunuyor; tıpkı muhalif siyasilerin olduğu gibi, bağımsız medya da okurlarına ve izleyicilerine dijital mecralar üzerinden erişiyor ve bu konuda proaktif bir adım atarak toplumsal tartışmaya öncülük etmeliler. Şu an üzülerek söylüyorum ki her gün yayınlanan içeriğin çok büyük bir kısmı sansürcü ve kısıtlamacı yasaları destekler nitelikte; bağımsız medya da sansür karşıtı ve basın özgürlüğü temelinde bu yasa tasarısına dair söylentileri ele almadığı takdirde yakın zamanda haber alma hakkımız ve basın özgürlüğünü işleyebilecek bir mecra da kalmayacak.