16 Ekim 2021 00:45

Squid Game: 455 insan 1 tefeciye kölelik etmek zorunda mı?

Uğur Zengin, Netflix’te yayımlanan Güney Kore yapımı Squid Game dizisini yazdı.

Fotoğraf: Netflix

Paylaş

Uğur ZENGİN

Netflix’in oldukça popüler Güney Kore yapımı dizisi Squid Game, bir sistemin bir insanı ne derece vahşileştirebileceğini gösteriyor. Borçlu, yoksul 456 insan bir alana tıkılıyor, tıpkı ‘havuç-sopa’ yöntemi gibi para için ölümcül oyunlar oynatılıyor. 456 beden içinde nefes alabilen tek beden oyunda başarıya ulaşıyor. İlk oyundan sonra oyuncuların neredeyse yarısı ölüyor ve eleniyor. Oyunu kuran büyük patronlar eğlence istiyor; onlara göre oyuncular bir at. Atların da en hızlısı, çeviği ve güçlüsü hayatta kalırsa rekabet ve eğlence artar, belki bir çeşit Darwinci doğal seçilim!

8 BİN KM UZAKTAKİ BİR COĞRAFYA

İlk oyunu ve oyunun ucundaki ölümü gören oyuncular kendilerine imzalatılan sözleşmede yer alan ‘demokratik’ haklarını kullanmak istiyor. Oyuncuların salt çoğunluğu isterse oyun bitirilebiliyor. Oylama sırasında fikir belirtmek yasak, bir ‘yasa dışı’ bağırış geliyor: “Hepiniz bu deliliğe devam mı etmek istiyorsunuz?​”

Diğer oyuncuların bu çıkışa verdiği yanıtlar, 8 bin kilometre uzak bir coğrafyaya ilişkin zihnimizde bir şeyler canlandırabilir:

-“Gitsek ne olacak? Dışarıdaki hayat zaten cehennem gibi anasını satayım.”

-“Haklı! Şimdi durursak sadece ölmüş olanlara iyilik yapmış oluruz. Benim dönecek evim yok. Burada en azından bir şansım var. Ama orada? Orada hiçbir şeyim yok. Burada kalıp sonuna kadar gidelim. Orada kalıp köpek gibi ölmektense burada kalıp denemeyi yeğlerim.”

Seçimin sonucu ne olursa olsun, belli ki efendiler onları oyuna nasıl çekebileceğini çok iyi biliyor. Oyuncu ucunda ölüm de olsa oyuna devam ediyor.

Oyuncular büyük bir vahşetin içinde, oyuncular vahşetin parçası. Oyundaki insanların tepesinde birikmiş ve insan öldükçe birikmeye devam eden milyonlarca won (Güney Kore para birimi) var. Para, birikmeye başladığı an efendi haline gelir.

Altın, para ya da kredi… Kapitalizm biriktirmek zorunda. 530 yıl önce Amerika’yı keşfeden Colomb’un, “Altın harikulade bir şeydir! Kim ona sahipse bütün arzularının efendisidir. Altınla, ruhları cennete sokmam mümkündür”  haykırışının ardından önce Aztekleri ardından Mayaları köleleştiren, maden ocaklarına tıkan güdüyle; çok değil birkaç gün önce Kongo’da bir altın ocağında 7 işçiyi tonlarca kumun altında cansız bırakan aynı güdü. Tek amaç birikimse, vahşet ‘mübah’tır.

Aztek ve Mayaların on binlerce yıllık medeniyeti sadece 30 yılda yağmalandı. İki medeniyeti tarihe karıştıran İspanyol tüccarların öğrendiği büyük bir şey vardı: "Altın bitti, yeteri kadar altın yokmuş!"

Haklıydılar, altının sınırı var; bitebilen bir şey. Çıkarması zor; kan, emek ve meşakkat istiyor.

Bu sınır ve zorluk, artan üretime ve kapitalistleşen devletlerin ihtiyacına yanıt veremedi. Napolyon savaşları sırasında ilk kağıt parayı piyasaya süren İngiltere devletinin yurttaşına verdiği garanti, “İstediğin zaman altına çevirebilirsin” oldu. Bir paranın devlet tekeliyle basılması, para arzında sınırı genişletmesi, birikimin önünü bir adım daha açmış olması kağıt-paranın en kıymetli özelliğiydi.

Ama bir sorun daha var… Kağıt para ancak emeğin ‘bugün’ yarattığı değerleri biriktirebilir. Bugünün yarını da var! Sistem hepimizin yarınını düşünüyor, kulağa komik geliyor; ama doğru. Kağıt-paranın bugününü, kredi-para ile aşmaya çalışan kapitalizm, borçlu-alacaklı ilişkisi yaratıyor. Bu bir bahis. Para satan modern tefeciler faiz geliri elde ederken, kimisi bu yolla sermaye ediniyor. Borçlanmanın maliyetini karşılayamayanı yutan bu kumar, yüklenebileni daha da büyütüyor. Ancak kredi ve faiz, hatta faizin faizinin faizi… Borçlu taraftaki milyarlarca insanın yaşadığı külfeti daha da artırıyor.

OTOMOTİV İŞÇİSİ Gİ-HUN

Para, bir efendi olarak bütün ilişkileri doğrudan etkiliyor. Borç emeğin üzerindeki sermaye denetimini artırıyor.

Vahşete başka bir açıdan bakmak için filmin başkahramanı, otomotiv işçisi Seong Gi-Hun’a dönüp rüyasının verdiği ipucunu takip edelim. Başka borçlular tarafından öldürülmemek için arkadaşlarıyla yatakhanede barikat kuran Gi-Hun, oturduğu yerde uyuklamaya başlıyor ve uykusuna bir gaz bombası dalıyor. Oyundaki en yakın arkadaşı olan ‘amca’ya anlatıyor:

“Geçmişi düşünüyorum. Bir keresinde eski çalıştığım şirkette grev yapmıştık. Bunun gibi bir barikat kurmuştuk. Bir otomobil şirketinde. Maddi sorunların olduğunu söylediler. 10 yıldan fazla süre fabrikada çalıştım. Çocuğum doğmak üzereydi. Ve ödenecek milyon tane şey vardı. Bize birden, ‘Gidin’ dediler. Yani başka seçeneğim yoktu. Şirketi batırıp bizi bundan sorumlu tuttular. Çok öfkelendim.”

Ödenmesi gereken milyonlarca şey, beraber polis copu yediği arkadaşının polis eliyle ölümü, işsiz bir işçi...

Ana akım iktisatçıların ‘ekonomi mucizesi’ olarak gördüğü Güney Kore’de devletin 1973’te en kritik sektör olarak tanımladığı otomobil endüstrisinde çalışan işçi temsilinin anlattıkları çarpıcı.

O yıllarda Güney Kore’de sermayeden bağımsız sendikalara ya da grev hakkına tahammülü yok. Örgütlü emeğin hareket alanı bulamadığı yıllarda devasa artan (1980’den 1987’ye kadar 7 yılda 8 kat) Güney Kore otomobil üretimine ABD otomotiv tekellerinin dahil olması üretimi daha da artırdı. 1985’te General Motors, Daewoo hisselerinin yarısını, 1986’da ise Ford, Kia’nın yüzde 10’unu satın aldı. Piyasaya daha sonra SSanYong ile Çin girdi. Samsung ve Hyundai fabrikaları başta olmak üzere metal fabrikalarında işçi haline gelen yüz binlerce Koreli, haftada 6 gün, günde 12 saat çalıştı. Bu vahşi çalışma rejimine tabi işçiler, despotik siyasal rejimin başına bela da oldu. Metal işçilerinin başlattığı eylemler, New York Times’a manşet oluyordu:

“20 binden fazla işçi bir barikatın üzerinden atlayarak fabrikayı ve Hyundai tarafından işletilen bir tersaneyi işgal etti. Hyundai büyük şirketler arasında en çok zarar gören şirket oldu. Çatışmanın merkezinde işçilerin kendi sendikalarını kurma yönündeki talepleri yatıyor. Hyundai uzun zamandır sendika karşıtı katı bir tutum benimsemiş durumdaydı ve en son yaşanan kargaşadan önce Hyundai çalışanlarının bir sendikası oldu.”

Sadece 8 gün sonra, sadece Hyundai’nin değil, otoriter rejimin de sendika hakkını tanımak zorunda kalması da bastırılmak istense de hükümetin istediği ölçüde başarılı olamaması bir yana; artan üretime, büyüyen ekonomiye rağmen tepki neden dinmedi?

1990’da Hyundai’de greve çıkan şu iki işçi, acaba Seong Gi-Hun ve arkadaşı olabilir miydi?:

-“Hyundai tersane işçileriyle dayanışma içinde olan Hyundai Motors işçilerinin başlangıçta çok az bir kısmı yolu tıkıyordu. Sonrasında polis çalıştığımız yere göz yaşartıcı bomba attı. Çalışmaya devam edemedik… O esnada ben üretim hattındaydım. Göz yaşartıcı gazı solumak zorunda kaldım. Fabrikadan çıktım ve eylemlere katıldım.”

- “Eğer bir kişi bile çalışmazsa tüm üretim hattı durmak zorunda kalır. Ben de diğerleri gibi gösterilere katıldım, el çırparak şarkılar söyledim.”

Bu iki işçi Seong Gi-Hun ve arkadaşı değildi. Senarist ve Yönetmen Hwang, yarattığı karakter için 2009 SSangYong Motors grevinden esinlendiğini söylüyor. 1985, 1990 ve 2009 yıllarındaki 3 farklı grev de vahşeti göstermeye yetiyor. Borçlu insanlar bugünkü geliriyle geçinemiyor, geçinebilecekleri bir ücret istiyor ya da düşen kârlar nedeniyle işten atılmak istemiyor.

MİLYARLARCA İNSANIN BİRİKTİRDİĞİ ÖFKE

Bu büyük kredi sistemi, yarını satın aldığını düşünerek birikimi artırıyor. Sorunlarını aşmaya çalışırken daha büyük sorunlar yaratıyor: Olmayan para ile döndürülmeye çalışılan finansal sistem nedeniyle sadece Güney Kore’de 1998 Asya Krizi’nde 2 milyondan fazla Koreli IMF programıyla işini kaybetti. Ülkede intihar oranları 100 binde 20’ye yükseldi. Kolay öldürüyor. Kongolu işçiler gibi altın madeninde, Koreli işçi gibi grev alanında, Türkiyeli bir işçi gibi bir fabrikada… Sefaleti derinleşen milyarlarca insanın biriktirdiği öfkeye dayanarak şu soruyla bitirelim: 455 insan 1 tefeciye kölelik etmek zorunda mı?

ÖNCEKİ HABER

Halk TV'nin HD yayın lisans talebiyle Flash TV'nin logo değişikliği talebi kabul edildi

SONRAKİ HABER

ODTÜ işçileri çalışma saatlerinin iyileştirilmesini istedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa