Yönetmen Emre Kayiş: Fikret bir leopar, leopar da bir Fikret…
Yönetmen Emre Kayiş “Anadolu Leoparı” isimli ilk uzun metraj filmini Evrensel'e anlattı.

Fotoğraf: Anadolu Leoparı filminden bir kare
İsmail AFACAN
İstanbul
Yönetmen Emre Kayiş’in “Anadolu Leoparı” geçtiğimiz haftalarda düzenlenen 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden Behlül Dal En İyi İlk Film Ödülü’yle döndü. Özeleştirme sürecindeki hayvanat bahçesinde müdürlük yapan ve yaşadığı zamana tutunamayan Fikret’in Anadolu leoparıyla kesişen hikayesini konu alan filmde Uğur Polat, Hatice Aslan ve Ege Aydan gibi isimler rol alıyor.
Yönetmen Emre Kayiş’le ilk uzun metraj filmi Anadolu Leoparı’nı konuştuk. Kayiş, “Anadolu leoparı bu topraklarda yaşamış, soyu tükenmekte olan bir hayvan. Belki de tekrar çoğalarak soyunu devam ettirecek. Tıpkı Fikretler gibi. O kadar tehlikeli bir atmosfere giriyor ki Fikret gibi karakterler ya tamamen yok olacaklar ya da tekrar başarılı olup çoğalacaklar.” diyor.
Yönetmen Emre Kayiş | Fotoğraf: Basın görseli
Hayvanat bahçesi, yaşadığı zamana tutunamayan Fikret ve Anadolu leoparı … Bu başlıklar filmde nasıl bir araya geldi. Sizden dinleyebilir miyiz?
Hem bir birey hem de toplumun bir parçası olarak ruh dünyamı nasıl yansıtacağımı düşünüyordum. İlk başta bir metafor olarak çıktı. Bir zamanlar Anadolu leoparının hüzünlü hikayesini gazetelerde okumuştum. Zihnim o an yapmak istediğim şeyle Anadolu leoparını benzeştirdi. Onun absürt ve ironik durumundan hareketle hayvanat bahçesinde müdür olarak çalışan, zamanın dışına taşmış, eski idealist kimliğiyle benzeşemeyen adamın hikayesi üzerinden, hem güncel hem de güncel olmayan sıkışmışlığı, bizim kim olduğumuz, niye burada olduğumuz temalarını da irdeleyebileceğim büyük bir resim çizebileceğimi düşündüm.
Filmin arka planında Ankara Hayvanat Bahçesinin özelleştirilmesi var. Böyle bir arka planı tercih etmenizdeki nedenler nelerdi?
Ankara Hayvanat Bahçesinin bir tema parka dönüşü evrensel ölçekte herkesin anlayabileceği bir durum. Geçmişte iz bırakan, hatıra dünyamızda önemli olan her şey, kâr hırsıyla para kazandıran şeylere dönüştürülüyor. Bir hayvanat bahçesinin şehrin ortasında ve arazisi değerli diye içinde mağazaların, kafelerin olduğu bir yere dönüştürülmesini ironik buluyorum.
Arap sermayesine atıflar oldukça günceldi.
Film bugün mü geçiyor, yoksa ’90’larda mı geçiyor belli değil. Nesnel evrende gördüğümüz şeylerin hangi zamanda olduğu belirsiz, bunu özellikle tercih ettim. Mekanı zamandan arındırıp bu güne dair vurgu yapmak için Arap sermayesine gönderme yaptım. Araplar yerine Fransızlar olsa daha iyi olmazdı sonuçta. Bugüne küçük bir gönderme yapmak istedim. Türkiye’nin durumu bu…
Filmi izlerken Melih Gökçek döneminde yapılmaya çalışılan Anka Park aklıma geldi.
Ankara’yı ve Türkiye’yi bilenler bunu hissedecektir. Bunun için Arap sermayesinin gelişini, Anka Park’ın, Atatürk Orman Çiftliğinin dönüşümünü hissetmek ama sadece buna odaklanmadan mikro-makro kozmos dengesini kurup içinde yaşadığımız durumun sertliğini, trajedisini gösterirken güncel bir eleştiri düzeneği kurmak istemedim. Burayı bilemeyenlerle de aynı konuyu tartışabilmeyi isterim. Bu dili sinemada çok önemsiyorum.
Fikret karakterine gelirsek… Fikret sizin için ne anlam ifade ediyor?
Fikret benim için trajik bir karakter. İçinde yaşadığımız dönemde, yaşadığımız coğrafyadaki neoliberal politikalar, Türkiye’nin dönüşümü, modernite ve değerler arasında savrulmak Fikret gibi karakterlerin üzerine cehennem gibi çöktü. Fikret Türkiye’yi dönüştürme hayali kuran, iyi eğitim almış, sol görüşlü bir kişiyken hayatın cenderesi içerisinde yorulmuş, idealizmini kaybetmiş, konformist bir pozisyonda kalmış biri…
Fikret hiçbir şey olamayan, hiçbir yeri tutamayan biri… Ne dünyayı değiştirme enerjisine sahip ne de başka bir cenaha geçip geçmiş eğilimlerini eleştiren bir insan. İkisinin arasında kalan, hiçbir yere tutunamayan, bundan da korkunç bir öfke duyan, zamanın dönüşümünü olumsuz bulan, uzun süre itiraz etmediği için boynuna ip asılan biri… Bu eylemsizlik nedeniyle gün geliyor elindeki hayvanat bahçesi elinden alınıyor.
Bizim gibi sıkışmış toplumlarda tuhaf bir narsisizm seziyorum. Saklı bir narsisizm. Fikret’in eylemsizliğini kendi narsisizmiyle bağdaştırıyorum. Hiçbir şey yapmamak, hiçbir şeyi denememek çok risksizdir. Bu sizi konforlu pozisyonda tutar. Bir hayvanat bahçesinin müdürü olarak işini yapan, saygı gören ama risksiz yaşayan biriyken leoparın malum durumu nedeniyle hayatı altüst oluyor. Hayatına karar verme motivasyonları giriyor. Bu adam ne yapacak, sonuna kadar gidebilecek mi? Bu çok ilgimi çekiyordu. Kendini çok önemli hissediyordu Fikret. Narsisizminin paramparça oluşuyla bitirmek istiyordum filmi. Özgül ağırlığının ne olduğunu görüyor filmin sonunda.
Anadolu leoparıyla Fikret’in hikayesi filmde kesişiyor. Fikret’le Anadolu leoparının hikayesinin birleşmesi ilginç bir metafordu. Bu kesişimi nasıl açıklarsınız?
Aslında birbiriyle aynılar. Anadolu leoparı bu topraklarda yaşamış, soyu tükenmekte olan bir hayvan. Belki de tekrar çoğalarak soyunu devam ettirecek. Tıpkı Fikretler gibi. O kadar tehlikeli bir atmosfere giriyor ki Fikret gibi karakterler ya tamamen yok olacaklar ya da tekrar başarılı olup çoğalacaklar. O ince çizgide leopar bana etkileyici bir metafor gibi geldi ve bunu tercih ettim.
Konuşamayan ve konuşmaktan çekinen adamın, boşlukta sallanan bir adamın konuşabileceği tek şey leopar. Çünkü leopar sır saklama becerisine sahip bir hayvan. Fikret bir leopar, leopar da bir Fikret… Fikret kendi ölümünü gördüğü için belki de harekete geçiyor. Daha fazla sessiz ve hareketsiz kalsa leoparın kaderini paylaşacaktı. Fikret, beni de bu kadar kolay mezara koyamayacaksınız diyerek harekete geçiyor. Olayların fitilini yakıyor.
Evrensel'i Takip Et