Sorun, atalarımızın yediklerini yememek mi?
"Atalarımız bu besinleri tüketmediler, bu yüzden biz de tüketmemeliyiz.’’ Yontma taş devrinin beslenme alışkanlıkları mı? Fakat bilim taş devrinden beri ilerliyor…
Fotoğraf: Lord Jim/Flickr (CC BY 2.0)
‘’Atalarımız bu besinleri tüketmediler, bu yüzden biz de tüketmemeliyiz.’’ Çoğu modern diyetin bize mutfağımıza sonradan eklediklerimizi atalarımız onları yemediği için dışarıda bırakmamızı tavsiye etmesine sebep olan asıl inanç budur. Bu başlık üzerine, her şeyi kapsayan “paleolitik tarzdaki” diyetlerden, tahılsız veya glütensiz rejimlere kadar birçok çeşit bulunmakta ve bunların hepsi o alana yönelik mağazalarda, ürünlerde ve hatta restoranlarda büyük bir patlama yaratıyor.
Asıl fikir, milyonlarca yıllık evrimimizde tahılları, sütü, yoğurdu veya peyniri, işlenmiş karbonhidratları, baklagilleri, kahveyi ve alkolü tüketmemiş olmamızdan geliyor. Yani bu ürünler 10 bin yıl önce tarım ile var olmaya başladıkları için bizim ince ayarlanmış vücutlarımız onlarla etkin biçimde baş edebilecek bir şekli alamamış.
Buradaki inanç, en iyi ayak uyduranın hayatta kalması ve doğal seçilim yoluyla ilerleyen insan evriminin çok yavaş bir süreç olduğu ve genlerimizin değişmesinin normal şartlarda on binlerce yıl sürdüğüdür. Bu da ‘’modern’’ yiyeceklerin sadece modern alerji salgınlarıyla değil, aynı zamanda toksinlerin iltihaplanma ve obeziteye yol açmasıyla da açığa çıkan çeşitli düzeylerdeki duyarlılık ve alerjik reaksiyonların sebebi olduğu anlamına gelir. Bize de yontma taş devrindeki atalarımızın izinden gitmemiz dendi, bu yiyecekleri bırakın ve sorunlarınız da sona ersin.
Bu kulağa mantıklı gelebilir, ancak gelin görün ki, bu fikrin dayandığı gerçeklikler saçmalıktan ibaret.
ÇOKTAN UYUM SAĞLADIK
En son araştırmalar, bizim bir vakitte sabitlenmiş robotik otomatlar olmadığımızı, çevremize ve diyetlerimize fark edilenden çok daha hızlı uyum sağlayan esnek, plastik varlıklar olduğumuzu gösteriyor. Nature’da yayımlanan bir araştırma, genlerimizde oluşabilecek büyük değişikliklerin sadece bin yılda veya birkaç yüz nesilde bir meydana gelebileceğini netçe gösterdi.
Araştırmacılar anahtar mutasyonları bulabilmek için Hollanda’dan Rusya’ya, Avrupa’da bronz çağına ait 101 tane kafatasının DNA’sına baktı. Bu insanlar 3 bin yıl önce yaşadılar ve göç edip genlerini yaymak ile meşguldüler. Araştırmacılar özellikle üç yaşından sonra sütü sindirme yeteneği veren bir enzimi kontrol eden bir anahtar gene bir tane gene (laktaz kalıcılığı) baktılar. Günümüz Avrupa insanının yaklaşık dörtte üçü, bir bardak sütü kötü hissetmeden sindirmelerini sağlayan bu gene sahiptir. Bu gen mutasyonunun oranı Kuzey Avrupa’da daha yüksek (yüzde 90’a kadar) ve Güney Avrupa’da daha düşüktür (yaklaşık yüzde 50).
Başta bu gen mutasyonunun yaklaşık 7 ila 10 bin yıl önce çiftçilik ve süt tüketiminin başlangıcında Avrupalılarda yaygınlaştığı düşünülüyordu, bu yüzden de bronz çağındaki 20 insandan sadece birinin bu gene sahip olduğu bulgusu büyük bir şok oldu. Bu, genin daha geç doğduğu ve hayal ettiğimizden çok daha hızlı yayıldığı anlamına geliyordu ve sonuç olarak, yeni gıda kaynağımıza, tasvir ettiğimiz kereste robotlarından çok daha hızlı adapte olduk.
‘AMİLAZ GENİNİN OBEZİTEYE KARŞI KORUDUĞUNU KEŞFETTİK’
Sindirim genlerimizde son zamanlarda meydana gelen değişikliklerin diğer genetik kanıtı ise karbonhidratlardaki nişastayı parçalamanın anahtarı olan amilaz geni üzerine dünya çapındaki bir çalışmasından gelmektedir. Diyetlerinin önemli bir kısmını nişastanın oluşturduğu bölgelerdeki insanlar, nişastayı daha iyi sindirmelerine yardımcı olması için genin birden fazla kopyasına sahip olacak şekilde gelişti.
İkizlerimizi kullanarak yaptığımız ortak bir çalışmada, bu mutasyonun bizi tuhaf bir şekilde obeziteye karşı da koruduğunu keşfettik ve daha da önemlisi, bu değişimin yalnızca son birkaç yüz nesilde gerçekleştiğini düşünüyoruz.
‘BAĞIRSAKLARIMIZDAKİ BAKTERİ GENLERİ ÇOK HIZLI EVRİMLEŞEBİLİRLER’
Yiyecekleri nasıl sindirdiğimizin anahtarı olan diğer genler daha da hızlı değişebilir. Bu genler, bağırsaklarımızdaki trilyonlarca mikrobun DNA’sındaki 2 milyon kadar gendir. İnsan genleri olmasalar da, gıdalarımızı sindiren ve birçok vitamin ve kan metabolitimizi üreten mikrobiyomumuzu kontrol ettikleri için bunlar sağlığımız için çok önemlidir. Bağırsaklarımızdaki bu bakteri genleri, beslenmemizdeki değişikliklere hızla tepki verebilip her 30 dakikada bir yeni nesil üretebildikleri için gerçekten çok hızlı bir şekilde evrimleşebilirler.
Bunların ayrıca yatay gen transferi denen gizli bir silahı da var, bu da doğal seçilimi beklemeden genlerini karşılıklı avantaj için aralarında hızla değiş tokuş edebilecekleri anlamına geliyor. Bunu yeni antibiyotiklere karşı dirençli olmak için çok etkili bir şekilde kullanırlar ve aynısının yeni gıdalar için olması da muhtemeldir.
‘BAĞIRSAK MİKROPLARIMIZI MÜMKÜN OLDUĞUNCA SAĞLIKLI TUTMALIYIZ’
Bu yüzden tabi ki de cilalı taş tarzı et yapan popüler restoranlarda yemek yemenin tadını çıkarın ve kısa zamanda zayıflamak için glütensiz bir beslenme alışkanlığı edinin, ancak artık modası geçmiş bilimsel evrim açıklamalarına da aldanmayın. Genleriniz ve mikroplarınız sandığınızdan daha hızlı evrimleşiyor ve son birkaç bin yılda beslenmemize eklenen şeylerle de ilgilenebiliyor. Burada yapılması gereken ikaz ise, bağırsak mikroplarımızı mümkün olduğunca sağlıklı tutmamız gerektiğidir. Ancak diyet çeşitliliği, bunun istisnası değil, anahtarıdır.
Başlık ve arabaşlıklar Evrensel’in tercihidir.
theconversation.com’dan çeviren Hasancan AKTEPE