Muhalefete dair bir tartışma
ODTÜ bileşenleriyle alınan toplantıda “Biz sizi ikna etmeye değil bilgilendirmeye geldik.” cümlesi CHP’nin bugün ve gelecekte yürüteceği politikanın ne denli “demokratik” olacağının işaretini veriyor.
Fotoğraf: DHA
Sıla ALTUN
ODTÜ
Siyaset artık yalnızca özel buluşmalarımızın değil hayatımızın her alanının, kantindeki, kafedeki, dersteki sohbetimizin, ayak üstü selamlaşmalarımızın bile konusu olmuş durumda. Bunun nedeni özellikle pandemiyle birlikte yaklaşık iki senedir başımıza neredeyse bir tane bile iyi bir olayın gelmiyor oluşu.
Uzun süredir hepimizin ülkenin gidişatından ve mevcut iktidardan büyük ölçüde rahatsız olduğu aşikâr. Bu durum kendi konuşmalarımıza da yansıyor. Elbette bu meseleleri yalnızca siyaset bilimi öğrencileri konuşmuyor ancak doğrudan çalışma alanımız olması ülkenin gidişatı hakkında bizi belki de ekstra endişelendiriyor.
Devlet gücünün tek adamın elinde toplanması, her geçen gün kendimizi ifade etmemizin ve aslında siyasete dahil olmamızın engellenmesi bizleri siyaset bilimi öğrencileri olarak “E ben niye okuyorum, mezun olunca ya da şimdi ne yapacağım?” gibi düşüncelerin içine itiyor. Bu noktada bir kısmımız en azından mevcut iktidara yönelik halk desteğinin azaldığını gerek kendi deneyimleriyle gerek arada sırada yapılan seçim anketleriyle görüyor. Halk desteğinin azalması tabii büyük bir kısmımıza ümit oluyor ve nihayet kara günler geride kalacak ümidiyle yaşamaya ve çalışmaya devam ediyoruz.
Ancak var olan iktidara yönelik desteğin azalmasıyla birlikte başka bir soru ortaya çıkıyor: Peki bundan sonra ne olacak? Bu soru ne yazık ki bölüm öğrencilerinin birçoğu için mevcut ana muhalefetin iktidara gelme olasılığı ile cevaplanıyor. Çünkü öğrenciler için mevcut gerici bir iktidar karşısında tırnak içinde daha demokratik ve daha fazla oy toplayabilen ve soyut bir biçimde daha güvenli bir gelecek vadeden bir parti CHP. Ancak pandemi döneminde ortaya koyduğu birkaç pratik üzerinden neden CHP bir alternatif olamaz bunu tartışmak isterim.
Belki de ana muhalefetin ilk tartışmamız gereken politikası göçmenlere yönelik tutumu olabilir. Şunu da söylemekte fayda var ne yazık ki ODTÜ’deki öğrencilerin içinde de tutan bir politika “Ülkemde mülteci istemiyorum” politikası. Bugün açısından Türkiye’yi geçtim dünyanın bir göç sorunuyla karşı karşıya kaldığı doğru. Ancak Türkiye açısından bunun sorumlusu göçmenlerden ziyade doğrudan Afganistan’ın, Suriye’nin iç işlerine müdahale ederek buralardaki cihatçı çeteleri bazen üstü örtülü bir şekilde bazen de “Bunlar öfkeli gençler” diyerek açıktan destekleyen iktidar ve buralara askeri müdahaleyi onaylayan ana muhalefetin kendisi değil midir?
YAVAŞ’IN SÖZDE KATILIMCI YÖNETİM ANLAYIŞI
Ya da çok daha güncel ve ODTÜ’nün doğrudan deneyimlediği “İncek Yolu” olayını ele alalım. CHP’nin desteklenmesinin büyük bir kısmı da aslında parlamenter sistemin geri getirilmesi üzerinden yürüttüğü demokrasi propagandası. Keza Ankara’da Mansur Yavaş’ın yürüttüğü propaganda da “katılımcı bir yerel yönetim anlayışı” idi. Ancak pandemi döneminde geçmişte Melih Gökçek’in açtığı ve daha sonrasında durdurulan yol projesini hiçbir ODTÜ bileşenine danışmadan ihaleye açtıktan sonra Yavaş’ın ve temsil ettiği siyasi partinin katılımcı bir yönetim ya da demokratik bir Türkiye propagandası boşa düşmüyor mu? İhaleye açma sonrası ODTÜ bileşenleriyle alınan toplantıda “Biz sizi ikna etmeye değil bilgilendirmeye geldik.” cümlesi ana muhalefetin bugün ve gelecekte yürüteceği politikanın ne denli “demokratik” olacağının işaretini bence bizlere gösteriyor.
Peki ne yapacağız gibi bir soruyla karşılaşıyoruz tabi ki. Bu noktada bulmamız gereken cevap kendi hayatımıza dair kendimizin karar aldığı bir sistem geliştirebilmek. Bu en küçük karar alma mekanizmasından yani bölümler ya da sınıflardan en büyüğüne kadar yani ülke gündemine karar vermeye kadar genişleyen bir skalada olmalıdır. Elbette dönem dönem farklı taktikler geliştirilebilir. Bugün açısından AKP’nin tek adam tek parti iktidarı herhangi bir burjuva partisinin sunduğu programdan çok daha geridedir. Ancak, geleceğimizi kurabilmek adına en demokratik ve en katılımcı yönetimi ancak kendimizi bir alternatif olarak görerek ve bu noktada birlikte mücadele ederek kurabiliriz.