“Yaşadıklarımızın kısa ifadesi: Atanamıyoruz!”
Eğitim bir ticaret sektörü ve öğrenciler ise müşteri haline geldi. Öğrencinin eğitim alması önemsizleşti, artık önemli olan tek şey öğrenci üzerinden kazanılan para.
Fotoğraf: Cansu Ertaş/Evrensel
Nida ÇAKIR
İstanbul Aydın Üniversitesi
19 yaşında bir öğrenci olarak, Türkiye gençliğinin geleceğinden pek de umutlu değilim. Bunun nedenini, Z Kuşağı adına söylenen klişelerle açıklamayacağım. Bizler bir anda ortaya çıkmış bir nesil değiliz. Bizim geleceğimizi büyük oranda etkileyen, bizden önceki nesiller oldu ve etkilemeye de devam ediyorlar.
Doğduğumuz andan itibaren okumamızı, güzel bir üniversitede güzel bir bölüm kazanmamızı dayattılar yıllarca. Okurken ve okuduktan sonra ne halde olacağımızdan bihaber şekilde. Hemen hemen her yerde vakıf üniversiteleri açıldı. Eğitim bir ticaret sektörü ve öğrenciler ise müşteri haline geldi. Öğrencinin eğitim alması önemsizleşti, artık önemli olan tek şey öğrenci üzerinden kazanılan para. Yani, üniversiteler başarılı olanın değil, parası olanın okuduğu bir yer haline geldi.
Bir diğer önemli sorun ise üniversite sayısındaki artışın, öğrenci sayısı ve bölümlerden mezun olan kişi sayısının da artışa sebep olması. Bu durumla birlikte mezun sayısı ile kamuya atanmada da orantısızlık ortaya çıkıyor. Bölüme başladığımız ilk yıldan itibaren atanmakta yaşayacağımız sorunlar gerçeği ile yüzleşiyoruz. Sağlık çalışanı adayı olmamıza rağmen alanımızla alakasız bir sınava (KPSS) girip, iyi bir puan almaya çalışıyoruz. Fakat iyi bir puan almamız, atanabileceğimiz anlamına gelmiyor. Mevcut olan bu bozuk sistemde, şanslı(!) olanlarımız atanırken, mesleğinde iyi ve bu saçma sınavda başarılı olan bazılarımız da atanamıyor ve özel hastanelerde çalışmak zorunda kalıyor. Özel sağlık kurumlarındaki çalışma şartları ise rencide edici şekilde. Asgari ücretle veya asgari ücretin biraz üstünde çalışan sağlık emekçilerin hakları hiçe sayılıyor. İş güvencesi olmadan çalıştırılıp, fiziki ve ruhsal sağlığı önemsenmeden çalıştırılıyor. Pandemi dönemiyle birlikte de yükleri ağırlaşan sağlık emekçileri, daha ağır şartlarda, izin kullanamadan çalışmaya devam ettiler ve ediyorlar. Bu durumun, alınan ücrete azıcık bile etkisi olmuyor. Bu özel kurumlar “Nasıl az ücretle, daha fazla çalıştırabilirim” şeklinde çalıştırdıkları için, iki personelin yapabileceği işi, tek bir personelden yapmasını bekliyorlar. Bu sağlık emekçileri mola vermeye bile vakit bulamadan, diken üstünde çalışıyorlar ve buna rağmen ücretler zamanında ödenmiyor veya eksik ödeniyor. Sağlık emekçileri ise atanamadığı için mecbur kaldığı bu zor çalışma koşullarına işsizlik kaygısı yüzünden, tüm bu fiziksel ve psikolojik mobbinglere sesini çıkaramıyor.
Böyle bir gelecek istemiyoruz. Diken üstünde, geleceksizlikle burun buruna okumak, mezun olduğumuzda işsizler ordusuna katılmak, ağır koşullarda çalışmaya mahkûm olmak istemiyor, hakkımız olan çalışma koşullarında, geçinebileceğimiz ücretlerle çalışmak istiyoruz. Ücretsiz, bilimsel ve demokratik eğitim istiyoruz. Bunun için omuz omuza vermeli haklarımız için mücadele etmeliyiz.