Tunus Emekçileri Partisinin Genel Sekreteri Hamma Hammami: Tunus’ta halk sahneye geri dönecek
"Siyasetçilerin sahnenin ön sırasında görünmesinin geçici olduğunu düşünüyoruz. İslamcı partinin devrilmesinin rahatlığını hâlâ hisseden halk, kısa süre sonra temel ihtiyaçları için sahneye dönecek."
Hamma Hammami | Fotoğraf: AA
Elif GÖRGÜ
Diyar ÇOMAK
Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in 25 Temmuz’da meclisi askıya alarak tüm yetkiyi kendi elinde toplamasının yankıları sürüyor. Bu süreci darbe olarak nitelendiren tek parti olan Tunus Emekçileri Partisinin Genel Sekreteri Hamma Hammami sorularımızı yanıtladı.
Süreci, “2010-2011’de halkın isyan ettiği eski rejimin politikalarıyla yönetmeye devam eden tüm yönetici sınıfın başarısızlığı”nın geldiği nokta olarak nitelendiren Hammami, “Siyasetçiler bugün sahnenin ön sırasında görünüyorsa da, bunun sadece geçici olduğunu düşünüyoruz. İslamcı partinin devrilmesinin rahatlığını hâlâ hisseden halk, kısa süre sonra temel ihtiyaçları için sahneye dönecek” dedi.
DEVRİMDEN SONRA BURJUVAZİ KENDİNİ ÇABUK TOPARLADI
Tunus’ta 2011’de bin Ali rejimini deviren ayaklanmadan Cumhurbaşkanı Kays Said’in meclisi askıya almasına kadar gelen 10 yıllık siyasi süreci nasıl özetlersiniz? Bu süreçte siyasi dengeler ve güçler hem toplum içinde hem de yönetici sınıf açısından nasıl şekillendi?
Tunus’un çağdaş tarihinin en hareketli on yılını birkaç kelimeyle özetlemek zor olsa da, temel özelliklerini belirlemeye çalışacağım. Tunus’taki 2010-2011 halk ayaklanmasının gerçek bir devrim olduğunu, ancak devrimci bir liderliğin olmaması nedeniyle eksik olduğunu tüm yazılarımızda tekrarlamaktan vazgeçmedik. Başkaldıran halk bir diktatörlüğün sonunu getirmiş ve demokratik özgürlükler açısından bazı kazanımlar elde edebilmişti. Ama iktidardaki komprador burjuvazi çok hızlı bir şekilde kendini toparladı ve ekonomik gücünü ve ideolojik araç da dahil olmak üzere tüm baskı araçlarını kurtarmak için kendini yeniden örgütledi. Öyle ki, sosyal sınıflar arasındaki güç dengesi geleneksel olarak egemen sınıfların lehine kalmıştı. Bu, devrik rejimin politikalarının sürdürülmesiyle sonuçlandı: Aşırı liberalist ekonomi, devlet kontrolünden kaçan paralel bir ekonominin gelişmesi, sosyal ve bölgesel eşitsizlikler, eşi görülmemiş oranlara ulaşan işsizlik, yolsuzluk, kayırmacılık, tüm sınırları aşan borçlanma, uluslararası finans kuruluşlarının emirlerine boyun eğme, kaçakçılık ve terörizmin yaygınlaşmasına, siyasi suikastlar. Yani 2010-2011’de ayaklanan ve aylarca “İş, özgürlük ve ulusal haysiyet” sloganı atan halk sınıflarının emellerine ters düşen politikalar.
Ancak bu süreç boyunca halk hiçbir zaman boyun eğmedi ve bu politikalara karşı her zaman azimli bir direniş gösterdi. Böylece, geçen ocak ve şubat aylarında devrimin onuncu yıl dönümü vesilesiyle, başkent Tunus da dahil olmak üzere birçok Tunus şehri oldukça şiddetli protesto hareketleri yaşadı. Bu beklenen bir şeydi, çünkü aylar öncesinden sosyal protestolar durmadan devam ediyordu ve tüm sektörleri etkiledi, hatta bu durumdan kurtulduklarını düşündüğümüz ve 2 aydan fazla bir süredir greve giden sulh hakimleri, doktorlar, eczacılar gibi. Sosyal ağlar bu yaygın rahatsızlığı ifade etmeye devam etti. Ülke çöküşün eşiğindeydi; genel ve derin bir kriz. Bu nedenle, 25 Temmuz önlemleri, istenen değişiklikleri getirebileceğine inanan Tunuslular tarafından coşkuyla karşılandı. 2 aydan fazla bir süre sonra insanlar umut etmeye devam ediyor, ancak bir programın olmaması ve başkanlık makamının niyetlerinin belirsizliği insanları giderek daha fazla şüpheci hale getiriyor.
Kays Said’in meclisi ve hükümeti feshederek yönetimi bu şekilde kendi şahsında toplayacağının işaretleri var mıydı? Bu zemin nasıl oluştu son dönemde?
Uyarı işaretleri Kays Said’in seçilmesinden ve yeni parlamentodan beri mevcuttu. Nitekim bir önceki dönemin hükümetinden görevlerini devralacak yeni hükümetin oturması zaman aldı. Hiçbir parti mutlak çoğunluğu sağlayamadığı için hükümeti kurma görevi önde gelen İslamcı partiye (Ennahda) düştü. İttifaklar aramak zorunda kaldı ve bunu birkaç ay önce “Nessma” televizyon kanalının sahibi ve mafya çevreleriyle ilişkisi olduğundan şüphelenilen İş Adamı Nabil Karoui tarafından kurulan ve seçim kampanyasının son günlerine kadar yeminli düşmanı olan Tunus’un Kalbi’nde buldu. İslamcı parti liderleri defalarca “Mafyalarla, yozlaşmışlarla asla müttefik olmayacağız” diyorlardı. Kurulması 3 ay süren ilk hükümetleri parlamentonun güvenini kazanamadı; bu, hükümet başkanını atama ayrıcalığına sahip olan Cumhurbaşkanına avantajlar sağlamıştı. İşte bu andan itibaren İslamcı partinin başkanı olan Reşid Gannuşi ile kendisi arasındaki savaş patlak verdi. Manevralar ve sabotaj eylemleri her iki tarafta da çoğalıyordu. Ve Ilyas Fahfah başkanlığındaki yeni hükümet, lideri Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına ve bileşimi parlamento tarafından önerilmesine ve desteklenmesine rağmen, gerçekte ne birinin ne de diğerinin güvenine sahip değildi. Sadece 5 ay ayakta kalabildi ve kovid-19 salgını ve yolsuzluk suçlamaları vb. ile vurgulanan şiddetli bir kriz ortamında sessizce gitti.
Top bir kez daha yeni hükümet başkanını atamak zorunda kalan Cumhurbaşkanının tarafındaydı ve bu sefer feci oldu. Nitekim, atanır atanmaz Hişam Meşişi, kendisine güven verecek meclis partilerinden destek istedi. Ve o günden itibaren, onunla Cumhurbaşkanı arasında hesaplaşma başlayacaktı. Bu hükümet meclisin güvenini kazanmış olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı, yolsuzluk şüphesi olan bazı bakanların onun önünde yemin etmesini reddediyordu. Ve buradan itibaren de, vatandaşların yaşam koşullarının endişe verici bir şekilde kötüleştiği ve pandeminin insanların hayatını kasıp kavurduğu bir dönemde, devlet kurumları, bir yanda meclis başkanı ve hükümet başkanı ile diğer yanda Cumhurbaşkanı arasında gerçek bir tıkanıklık ve tam bir kopuş yaşandı.
Mücadele yetkiler üzerineydi. Her iki tarafınki de 2014 Anayasası metni tarafından tanımlanmasına rağmen, her biri diğer ikisinin yetkilerini ve özellikle de güvenlik araçlarının kontrolünü ilgilendirenler (ordu ve polis kuvvetleri) yetkilerini kemirmeye çalışıyordu. Her iki taraf da diğerini zayıflatmak için manevralar yapıyor ve ölümcül darbeyi vurmayı bekliyordu. Meclis çoğunluğu tarafında Cumhurbaşkanının görevden alınmasından söz ediliyordu ve diğer tarafta olanaklar sınırlıydı ama yok değildi. Ordunun ve güvenlik araçlarının desteğini aldığı gün, Anayasa’nın 80. maddesinin çok kişisel bir değerlendirmesine dayanarak darbesini başlattı. Dolayısıyla Tunuslular tıkanıklığın sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyorlardı, ancak hiçbir senaryo diğerlerinden daha akla yatkın değildi.
Bu süreçte dış politika, bölgesel ve küresel gelişmeler rol oynadı mı?
Kesinlikle. Jeostratejik konumu ve 2011’den beri kendisine gösterilen ilgi nedeniyle Tunus, uluslararası güçlerin ve bölgesel güçlerin özel ilgisine maruz kaldı. İslamcı parti ve müttefiklerinin iktidardaki 10 yılı boyunca izlediği politikalar, bu müdahaleleri daha da artırmıştır. Ülkenin Fransız ve Amerikan emperyalizmleriyle stratejik ittifakları sadece korunmakla kalmıyor, güçlendiriliyor. Buna Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, hatta Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgesel güçlerin açıkça görünen müdahaleleri de ekleniyor. Komşu Libya’daki istikrarsızlık ve iç savaş durumu, Cumhurbaşkanı Buteflika’nın zorlu saltanatının sona ermesiyle Cezayir rejiminin yaşadığı zorluklar ve hatta daha uzak görünen Suriye’deki durum, her birinin hesaplarına girdi. Hepsi, Tunus’u diğer çatışmalarda bir manevra temeli olarak kullanmak için bir dayanak noktası elde etmeye çalıştı. Ennahda partisi ile Türkiye-Katar eksenine kolaylıklar ve avantajlar sağlanırken, diğer güçler az çok düşmanlarını destekliyorlardı. Bu nedenle tüm bu güçlerin bugün ülkede yaşananlara yabancı olmadığını söylüyoruz.
SADECE İSLAMCILARIN DEĞİL TÜM YÖNETİCİ SINIFIN BAŞARISIZLIĞI
Yaşananlar İslamcı siyasetin yenilgisi olarak sunuldu. Dışarıdan Said’in önemli bir halk desteğine sahip olduğu izlenimini ediniyoruz. Bu doğru mu?
Gerçekten de yaşananları İslamcı siyasetin yenilgisi olarak değerlendirebiliriz, ama bununla sınırlı değil. Nitekim bu İslamcı parti ile ittifak eden herkesin yenilgisidir. 2014 seçimlerinin “Nida Tounès” (Tunus’un çağrısı) partisiyle eski rejimin liderlerinden Beji Kaid Sebsi’nin iktidarın başına getirdiğini ve parlamentoda ilk sırada yer almasına yol açtığını (Ennahda için sadece 69’a karşı 89 milletvekili) hatırlatalım. Fakat seçmenlerine ihanet eden ve seçim vaatlerine sırt çeviren kendisi, bir sonraki hükümet için bir tür istikrarı garanti altına almak için İslamcı parti ile koalisyon kurmayı seçti (217 milletvekili toplamında iki parti 158 milletvekili çıkardı). Ancak sonuç felaket oldu: istenen istikrar sağlanamadı ve İslamcı parti, önemli sayıda küçük partilere bölünmüş olan ortaklığın içinde zayıfladı. Hatta kendisi ve kendi partisinden atadığı Hükümet Başkanı Yusuf Şahid’i Cumhurbaşkanına karşı çevirebildi. Dolayısıyla, işaret ettiğimiz gibi, İslamcı siyasetin başarısızlığı olmakla birlikte, aynı zamanda 2010-2011’de halkın isyan ettiği eski rejimin politikalarıyla yönetmeye devam eden tüm bu yönetici sınıfın başarısızlığıdır.
KADIN BAŞBAKAN DA SAİD’İN POLİTİKALARIN BİR ARACI
Kays Said'in akademisyen bir kadın başbakan ataması ve Necla Ramazan'ın Arap dünyasının ilk kadın başbakanı olmasını Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da kadınlar için bir kazanım olarak değerlendirebilir miyiz?
Hiç de değil, birkaç nedenden dolayı. Kays Said, kadınlar hakkında konuştuğu nadir durumlarda hem seçim öncesi hem de sonrasında muhafazakar ve gerici bir görüş savundu. Örnek olarak Tunuslu kadınların o kadar arzu ettiği miras eşitliğine karşı konuştu, çünkü ifade ettiği gibi ve 2014 Anayasası’nın 21. maddesinin hayatın her alanında kadın ve erkeğin eşit haklarından açıkça bahsettiğini bilerek, meselenin Kur’an’da çözüldüğünü söyledi. Ayrıca, bu göreve yeni atadığı hanımefendi, herhangi bir özel beceri ya da savunduğunu iddia ettiği devrimin taleplerine bağlılığı ile tanınmamaktadır. Yüksek Öğrenim Bakanlığında Dünya Bankası programlarının uygulanmasını denetlemekten sorumluydu. Dolayısıyla bu karar, yalnızca 25 Temmuz darbesinin yansımalarını yumuşatmak ve belki de, yaklaşımı konusunda hâlâ çekinceleri olan nüfusun bir bölümünü (özellikle feminist örgütleri) kazanmak amacını taşıyor. Ayrıca, yetkilerin geçici olarak düzenlenmesine ilişkin 117 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, yalnızca Cumhurbaşkanının iradesinin ve politikalarının icrasının bir aracısı haline gelen hükümet başkanına hiçbir yetki vermemektedir.
HALK CEPHESİ BÖLÜNDÜ VE DAĞILDI
2011 isyanları sırasında ve sonrasında Tunus Emekçileri Partisi, Tunus Halk Cephesi ile oldukça önemli bir sosyal ve siyasi güç haline geldi. Bugün Tunus siyasi hayatında sol, sosyalist ve ilerici güçlerin etki ve çalışma durumu nedir?
2010-2011’de devrimci süreç başladığında sol güçler zayıf ve dağınıktı. Çoğu organize bile değildi ve olanlar da onlarca yıl süren yeraltı ve baskıdan çıkıyorlardı. Yine de bu süreçte siyasi güçler olarak ya da militanlarının her zaman içinde çalıştığı sendikalar ve sosyal örgütler aracılığıyla önemli bir rol oynadılar. Kurucu Meclis seçimlerinde uğradıkları yenilgi onları Halk Cephesinde yeniden bir araya gelmeye sevk etti. Çok hızlı bir şekilde, gerici güçlerin (bir yanda devrik rejimin, diğer yanda yükselen siyasal İslam’ın) devrimci süreci kesintiye uğratmasını ya da durdurmasını engellemeyi arzulayan üçüncü siyasi güç oldu.
Ancak 2019 seçimlerinden sonra Halk Cephesinin, burada tartışılması zor olan karmaşık nedenlerle, ortadan kaybolmasıyla birlikte, Tunus Emekçileri Partisi de dahil olmak üzere Cephenin tüm bileşenleri siyaset sahnesindeki ünlerini ve etkilerini büyük ölçüde kaybettiler.
Cephenin bazı bileşenleri tamamen ortadan kalktı, diğerleri direnmek için mücadele ediyor. Bu nedenle bugün, Kays Said’in darbesi karşısında, Cumhurbaşkanına koşulsuz destekten nüanslı desteğe, bu darbenin tamamen reddedilmesi ve direniş çağrısına kadar (Tunus Emekçileri Partisinin çağrısı budur) farklı ve hatta karşıt politikalar benimsiyorlar.
Önümüzdeki görev zor, ama imkansız değil. Kays Said’in öncüleriyle aynı politikaları, özellikle ekonomik kararlar ve dış düzeydeki stratejik ittifaklar açısından takip etmesi, onun sözde- halkçı söyleminin ve popülist yaklaşımının gerçekliğini ortaya koymaya muktedirdir. Bu da devrimci güçlere siyaset sahnesinde hak ettikleri yeri yeniden kazanma fırsatı sunacaktır.
Bugün işçilerin, emekçilerin ve daha genel olarak halkın acil ve temel talepleri nelerdir?
Son birkaç aydaki halk protestolarının, özellikle de ocak ve şubat 2021’da çok takip edilenlerin, parlamentonun feshedilmesi ve hükümetin görevden alınması çağrısında bulunduğu doğrudur, çünkü halk sınıfları ve seçkinler onları, haklı olarak, ülkenin bütün dertlerinin ilk sorumlusu olarak gördüler. Ancak bu protestoların sosyal ve ekonomik bir içeriği de vardı. Yaşam koşullarının kötüleşmesini, yaşamın pahalanmasını, artan işsizliği, kamu hizmetlerinin kötüleşmesini, yani aslında 2010-2011 devriminin ve o tarihten bu yana birbirini izleyen 10 hükümet tarafından büyük ölçüde ihmal edilen tüm talepleri içeriyorlar. Ve Kays Said’in sunacağı başka bir alternatifi yok gibi görünüyor. Şimdiye kadar her şey, aynı politikaları benimseyeceğini ve bunun da aynı sonuçlara yol açacağını gösteriyor.
BU TEHLİKELİ MANİPÜLASYONA SON VERMEYE ÇAĞIRIYORUZ
Kays Said tarafından başlatılan restorasyon süreciyle ilgili bir parti olarak nasıl bir çağrıda bulunuyorsunuz? Çağrınız yanıt buluyor mu?
Tunus Emekçileri Partisi, bu darbenin ardından yayımladığı tüm açıklamalarında ve tutumlarında, son 10 yılda, halkın içinde bulunduğu durumun ve ülkenin her düzeyde korkunç çöküşünde Ennahda hareketinin ve müttefiklerinin sorumluluğunu hatırlatarak, buna göre yargılanmasını istiyor, ancak Kays Said tarafından 25 Ocak’tan bu yana başlatılan ve 22 Eylül 2021 tarihli 117 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile pekiştirilen bu otokratik sürüklenmeyi reddettiğini de teyit ediyor. Devrim sırasında ve devrim tarafından formüle edilen taleplere bağlılığını ve alternatif bir siyasi, ekonomik, sosyal ve popüler program çerçevesinde hedeflerine ulaşılmasına bağlılığını yineliyor.
Ancak, 25 Temmuz’daki cumhurbaşkanlığı önlemlerinin alınmasında ortaya çıkan coşku, direnişin örgütlenmesini yavaşlatıyor; insanlar bu önlemlerde sadece İslamcı partinin ve müttefiklerinin iktidardan düşürülmesini görüyor.
Zira, yıllarca ülkenin tüm potansiyellerini sistematik olarak yok etme politikaları izledikleri tüm devlet mekanizmaları, parlamento ve hükümet üzerinde tam bir hakimiyetleri vardı. Bu yüzden 25 Temmuz önlemleri, daha sonra ne olacağını bile düşünmeden bir rahatlama olarak geldi. Çizgileri daha da bulanıklaştıran şey, bu önlemlere karşı çıkan güçlerin heterojenliğidir ve baskın konumlarını kaybettikleri için İslamcıların ilk sırada geldiklerini söylemeye bile gerek yok.
Ve coşkulu kalabalığa, Cumhurbaşkanının eylemlerine karşı olmanın, iktidarı elinde tutan gerici güçleri desteklemek anlamına gelmediğini açıklamak kolay değil. Hem İslamcıların düşen gücünü hem de popülist Cumhurbaşkanının yükselen gücünü reddeden bağımsız bir çizgiyi savunmak, devrimci güçlerin ve özellikle partimizin üstesinden gelmesi gereken gerçek bir görev olarak duruyor, bu kesinlikle zor bir görev, ama imkansız değil. Nitekim Cumhurbaşkanı, defalarca yaptığı açıklamalara rağmen, seçim kampanyasında, siyasi suikastlarda bile araçsallaştırdığı devrim şehitleri dosyasındaki yolsuzlukla veya hüküm süren cezasızlıkla mücadelede, siyasi suikastlar ve terörde herhangi bir ilerleme kaydetmemiştir. Her şeyden önce, Tunus’u yıllardır kasıp kavuran ekonomik krizle nasıl başa çıkılacağı konusunda net bir program ortaya koymadı. Ancak bugün şartsız olan ve uzun süre böyle kalamayacak olan bu geniş kamuoyu desteğinin gerçek beklentileri bunlardır.
Bu nedenle tüm siyasi, sosyal, sivil, demokratik ve ilerici güçleri; bu yeni süreçle yüzleşmek ve halkın ve ülkenin geleceğine yönelik bu tehlikeli manipülasyona son vermek için bir araya gelmeye çağırıyoruz. Bu güçler üç ana eksen etrafında bir araya gelebilecektir: ulusal egemenlik, sosyal adalet ve siyasi özgürlükler.
KIŞ MEVSİMİ TUNUS’TA TOPLUMSAL MÜCADELELERİN MEVSİMİDİR
Tunus’ta kısa ve orta vadede sınıf mücadelesinin nasıl şekilleneceğini öngörüyorsunuz?
Siyasetçiler bugün sahnenin ön sırasında görünüyorsa da, bunun sadece geçici olduğunu düşünüyoruz. İslamcı partinin devrilmesinin rahatlığını hâlâ hisseden halk, kısa süre sonra temel ihtiyaçları için sahneye dönecek. Ekonomik ve sosyal talepler yakında yeniden gündeme gelecek. Dolayısıyla, kısa vadede, özellikle on yıllardır kış mevsimi (aralık, ocak, şubat) Tunus’ta toplumsal mücadelelerin mevsimi olduğundan, bu durum toparlanacak. Önümüzdeki yıl için devlet bütçesinin genel yönelimleri ortaya çıkar çıkmaz, işçi sınıfı, sendikaları aracılığıyla, hatta kendiliğinden mücadele programlarını açıklayacaklardır. Ve bu yıl da farklı olacağını düşünmüyoruz. O zamana kadar, bileşimi henüz açıklanan yeni hükümet, politikalarının sırlarını ortaya çıkarma fırsatına sahip olacak.
Orta vadede sınıf mücadelesinin sadece sosyoekonomik bir yönü olmayacak; aynı zamanda siyasi olacak ve esas olarak Kays Said tarafından başlatılan darbenin ve onun kurmayı planladığı otokratik iktidar tarzının serpintisine karşı direnişle damgasını vuracak. Bu mücadelenin sonucu, bu direnişin nasıl örgütlendiğine ve harekete geçirebileceği güçlere bağlı olacaktır.