21 Ekim 2021 05:22

Genç bir yazarın gözünden Türkiye’de yayınevleri, dergiler ve edebiyat

Genç yazar Hakan Kaya ile yazdığı kitaplar, yayınevleri ve dergiler hakkında konuştuk.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Kutluay ORDU

Furkan DOĞAN

Mersin Üniversitesi

 

Hakan Kaya 21 yaşında, Mersin Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde okuyor. Dergi, fanzin gibi çeşitli yayınlarda görev alan Hakan’ın aynı zamanda yayınlanmış kitapları da var. Biz de ilk kitabını 17 yaşında bastığını söyleyen genç yazar arkadaşımızla yazdığı kitaplar, yayınevleri ve dergilerle ilgili konuştuk.

“Barbarları Beklerken” isimli fanzinin yönetiminde yer alan Hakan, “O zamandan beri düzenli olarak yazıyorum. Çeşitli yayınevlerinde ve dergilerde yazdım, fanzinlerde de yazıyorum. ‘Barbarları Beklerken’ diye bir fanzin ekibindeyim” diyor. Okuduğu bölüme ve geleceğine dair ise, sanat tarihini bitirdikten sonra öğretim görevlisi olmayı düşündüğünü aktarıyor. “Sanat tarihi bence iyi bir bölüm, yazmak konusunda, özellikle betimlemelerde bana çok şey kazandırıyor.”

Hakan’a onu yazmaya iten şeyin ne olduğunu soruyoruz. Franz Kafka’nın “Dönüşüm” kitabından etkilendiğini ve yazmaya böyle başladığını söylüyor. “Dönüşüm’ü okuduktan sonra ‘Yeniden Doğuş’ kitabımı yazdım. Ama istediğim gibi gitmedi o yüzden silmek zorunda kaldım. Ablam da felsefe öğretmeniydi, o da bana çok yardımcı oldu. Önce küçük denemeler, sonra tragedyalar yazmaya başladım. Mitolojiye başladım. Daha sonra aktif olarak yazmaya başladım.”

Yeniden Doğuş’u tekrar yazdığını gördüğümüzde bunun nasıl ve neden olduğunu soruyoruz. Hakan, “Yayınlayan yayınevi beni dolandırma niyetine girmişti. Ondan sonra yayınevinin yan yayınevi kitabı basmak istedi. İlk baskısı da bitmişti. Ben de yeni baskı için tekrar yazmaya kara verdim. O şekilde okuyucuyla buluştu” diyerek açıklıyor bu durumu.

“KİTAPLARIMIN YAZILIŞ SÜRECİNDE HEP BİR KİTAP ETKİLİ OLUYOR”

Son kitabı olan Şeytancıklar’ın nasıl ortaya çıktığını sorduğumuz Hakan, “Kitaplarımın yazılış sürecinde hep bir kitap etkili oluyor. O kitabı okuduktan sonra bir etkilenme süreci oluyor. Ben Dostoyeski’nin tüm külliyatını okumuştum. Ondan sonra İnsancıklar’ı tekrar okudum ve baktım ki Dostoyevski’nin insancıkları çok masum. Bu gerçeklikten çok uzak bir şey çünkü insanlar gerçek hayatta bu kadar masum ve iyi değiller. Ben de bunun tam tersine insanların gerçekten kötü olduğu Şeytancıklar’ı yazdım” diyor. “Kitap Sovyet Devrimi’nde geçiyor. Bir maden işçisi cinayetle suçlanıyor ve onu incelemeye gelen bir devlet memurunun ev halkına bağlanma süreci anlatılıyor. Aslında bu kitabı da yazma sebebim, Van Gogh’un Patates Yiyenler tablosu. O tabloyu gördüğümde ‘ben bunu hikayeleştirebilirim’ dedim. Çok az bir ışıkla aydınlanıyorlar ve insanlar orada sıkışık bir şekilde duruyor. Hakan Günday’ın bir sözü var: ‘İnsan yoksullaştıkça daha az yer kaplar’ Ben o tabloda onu gördüm ve Şeytancıklar’ı yazdım. En memnun olduğum kitaplarımdan bir tanesi.”

Patates Yiyenler tablosundan etkilendiğini gördüğümüzde insanların yediği şeye benzeyip benzemediğini soruyoruz. Hakan, kitabın Patates Yiyenler diye tamamen distopik bir kasabada geçtiğini söylerken, “Patates Yiyenler, çok yoksul bir kasaba. Kimsenin parası, malı mülkü yok. Hepsi tamamen devletin elinde. Senin sorduğun soruya cevap verecek olursam, evet, insanın yediği şey aslında onun kim olduğunu gösterir. Bunu şöyle örneklendirebiliriz: Patates Yiyenler kasabası evet, sadece patates yemiyor ama kötü besleniyorlar. Bu da artık onların kişiliklerine yansıyor. İlk başta ‘Ben bunu yemem’ dedikleri şey, belli bir süre sonra en sevdikleri yemek olabiliyor” diyor.

Salgın ve son dönemdeki toplumsal olayların bu kitabı yazarken kendisini nasıl etkilediğini soruyoruz. Çok etkilediğini söyleyen Hakan, “Ben pandeminin başında yazmaya başlamıştım. Toplumumuzda gördüklerimi distopik bir dünyanın içinde aktardım. Ben zaten toplumda olanları yazdığım için bir kurgu diyemiyorum buna” diye ekliyor.

Kitabın dağıtım sürecinde ve okuyucuya ulaşma sürecinde birtakım sorunlar yaşadığını görüyoruz. Kitabın Doğa Yayınevi’nden çıktığını söyleyen Hakan, “Bu yayınevi belli bir satış miktarına kadar sadece kendi sitesinde satıyor ve tanıtımını yapmıyor. Ben de zaten çevresi olan biri olmadığım için kitabı yeteri kadar tanıtamadım. Kitapta da birçok hata çıktı. O yüzden yayıneviyle anlaşmayı feshedip tekrar hazırlamayı düşünüyorum” diye belirtiyor.

Diğer kitaplarında bu sorunu yaşamadığını belirten Hakan, “Diğer kitaplarım tüm kitapevlerinde satışa sunuldu ama tabii bir kitabın kaderini her zaman okuyucu belirliyor. Bir kitabın ne kadar sattığı değil okuyucunun ne kadar anladığı önemli bana göre. Çünkü okuyucu anladıktan sonra aslında kitap satılıyor” diyor.

“DERGİ, YAZARIN OKURA ULAŞMASI İÇİN EN ÖNEMLİ PLATFORMLARDAN BİRİSİ”

Hakan’a dergicilik hakkında düşüncelerini sorduğumuzda dünya edebiyatı açısından çok önemli olduğunu söylüyor ve şöyle ekliyor, “Bütün iyi yazarlar dergilerle yayılmaya başladı. Dostoyevski bile kendi dergisini çıkartıyordu. Dergi aslında bir yazarın okura ulaşması, kendisini tanıtması için en önemli platformlardan birisi. Mesela bir okur kitaba direkt erişemez ama dergiyi okuduğu zaman seni merak eder. Bu durumda kitapla dergi arasında bir etkileşim var. Örneğin benim bir yazımı okuyan bir okuyucu ‘Evet bu kişi güzel yazmış, ben bunun kitabını da okumalıyım’ diyebilir. Yani dergi aslında kitap yazmadan önce seni bir adım öne taşır. Ama Türkiye’de dergicilik biraz farklı işliyor tabii. Bilindik tüm dergiler tamamen satış stratejisi üzerine kurulmuş. Bardak altlığı, poster veriyorlar. Bu şekilde gerçekten de iyi kazanç sağlıyorlar. Yani derginin niteliğinden değil derginin yanında sattıkları ürünlerden para kazanıyorlar. Ana akımda yer alan dergiler böyle yapıyor. Diğer dergiler ise bunların yanında sönük kalıyor.”

Son olarak genç yazarlara kendi yaşadığı, gördüğü problemlerden örnek vererek şu tavsiyeleri vererek sözlerini bitiriyor: “Öncelikle benim bir tavsiye vermem gerekirse o da kesinlikle genç yazarların parayla kitap bastırmaması. Çünkü sizin hiçbir edebi eseriniz sizin cebinizden çıkan parayla basılmayı hak etmiyor. Onun yerine kitabı geliştirip, üstüne koyarak daha büyük yayınevlerine çıkartabilirsiniz. Ama hiçbir yayınevi sıfırdan bir yazara destek sunmuyor. Gerçekten iyi bir yazıyla giderseniz yayınevi onu kabul ediyor.  Burada yayınevlerine de tavsiyem ücretli yayıncılık bence edebiyatta etik bir davranış değil. Yazardan çok yukarı fiyatlar istiyorlar gerçekten. Mesela kendileri grafikere 250 lira vereceklerine yazardan bunu 1000 lira olarak talep ediyorlar. 750 lirasını cebe atıyorlar. Yani bunu düzeltmeleri lazım. Aslında birçok yayınevinin olması bir eksi. Belli yayınevleri olup belirli prensipleri olsa daha mantıklı olabilir. Çünkü yayınevi çoğaldıkça vasat kitaplar çoğalıyor aslında.”

ÖNCEKİ HABER

Türkiye'nin kuzey ve iç kesimlerinde hava sıcaklığı 2-5 derece artacak

SONRAKİ HABER

Genç kadınlar güven duygusunu birbirinde buldu!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa