25 Ekim 2021 23:35

Yazar Zeynep Aliye: Mâhinur ‘Şimdi ne yapmalıyım?’ sorusuna cevap vermek zorunda

Yazar Zeynep Aliye ilk romanı "Kavşakta"yı anlattı.

Zeynep Aliye | Fotoğraf: Kadir İncesu 

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Yazar ve Şair Zeynep Aliye’nin ilk romanı “Kavşakta” okuruyla buluştu. Roman, kendi kabuğunda yaşayan genç bir kadının yol ayrımına gelişini konu alıyor. Romanın baş karakteri Mâhinur’u anlatan Aliye “Kişiliği o kadar bastırılmış, mücadele yetisi, öz güveni öyle derine itelenmiş ki harekete geçmek için gerekli cesaretin kendinde olduğuna inanamıyor. Ancak önce annesi, sonra kocası ve son olarak sevgilisi tarafından ihanete uğrayınca dışarıda bekleyen tehlikelerle dolu karanlık çöle yürümekten başka seçeneği olmadığını anlıyor” ifadelerini kullanıyor.   

Romanın baş karakteri Mâhinur’la başlayalım…  Nasıl biridir Mâhinur?

Herkes hayatının çeşitli aşamalarında geleceğiyle ilgili kararlar alırken zorlanmıştır.  Ama kimileri sıradan bir konuda karar verirken bile dünyanın bütün yükünü omuzlamış gibi panikler. O güne dek hep yönlendirmelerle hareket etmişlerdir çünkü. Savundukları, kendi çabalarıyla ulaştıkları değil, birilerinin dikte ya da empoze ettiği doğrulardır. Mâhinur böyle biri. Üstelik de bipolar narsistik bir karakter diyebileceğimiz bir annenin gölgesinde, babasına öfke depolayarak yetişmiş, ayakları yere basan bir gelecek hayali bile kuramamış. Bununla beraber anneye karşı katiline aşık kurban misali hayranlıkla karışık kıskançlık ve hırs besliyor. Nitekim onun tepeden bakışlarına aynı biçimde cevap vermek için varsıl bir iş adamı olan Ahmet’le evleniyor. Ancak çıkar, hırs, rekabet temelli bu evlilik onu mutsuz etmekte gecikmiyor. Mutsuzluğunun nedeni olarak gördüğü babasını, kocasını, annesini cezalandırma yöntemi olarak hamile kalmamayı seçiyor. Seviştikleri zamanlardaysa başka erkekleri hayal ederek tatmin oluyor.

Kendi üstünde hiç düşünmemiş, ben kimim, nasıl bir hayat arzuluyorum, diye sormamış. Mutlu olmayı isterken kendisini gerçekten neyin mutlu edeceği üstünde düşünmemiş, Beklediği kurtarıcının onu istediği hayata ulaştıracağına inanmaktan vazgeçmiyor. Nitekim yıllar önce üniversite yıllarındaki platonik aşkı Şahin’le yeniden bir araya gelme nedeni  tam da bu.

Mâhinur, kendini kurban olarak gören, sığınacak bir liman, dayanacak bir bastona ihtiyaç duyan, bir bakıma asalak kimlikli ve yetersizliği nedeniyle gözden kolayca çıkarılabileceğinin farkında; kendini korumak için de sinsi, fırsatçı, art niyetli bir ‘ben’i içinde hep harekete hazır tutan bir kadın.  Mutsuz olduğunda, sorunla başa çıkamadığında savunma güdülerine sığınıyor. Hayallere sığınıyor. Mücadele azmi, gücü yok. Bunun gerekliliğine de o güne dek hep birilerinin şemsiyesi altında yaşadığından ihtiyaç duymamış. Yüzüne gülen, güzel söz söyleyen herkese inanmaya hazır.

Mâhinur’un hayatında annesinin izleri oldukça etkili… Otoriter kimliklerin baskınlığı kişisel gelişimi nasıl etkiliyor? Mâhinur’dan yola çıkarak açar mısınız?

Firdevs Hanım öz güveni yüksek; güzel, zeki, hırslı, kibirli, insanları kolay etkileyen ve çevresine dünyanın merkeziymiş gibi davranan biri. Kendini bir kraliçe gibi görürken kocası Kenan Bey, Mâhinur, ya da çevresindeki herhangi birinden tebaasıymış gibi davranmalarını bekliyor. Bu özellikleriyle de, çekingen mizaçlı, ürkek, kendisini çoğunlukla bir kaplumbağa gibi gören kızını sindirmeyi, kendisini onun için vazgeçilmez kılmayı başarıyor. Nitekim zaman içinde kendini dünyanın en güzel, en çekici kadınının aynası gibi görmeye başlıyor Mâhinur. Bu olgu onun kendini tam bir zavallı, bir ezik olarak hissetmesine yol açarken Firdevs Hanım’ın elini güçlendiriyor.  Mâhinur ona layık olmadığı düşüncesiyle acı çekiyor. Yeryüzünde fazlalık olduğuna inanıyor. Sürekli horlamış, başarısızlıkla suçlamış, yetersizliğini yüzüne vurmuş kendisine bir kum torbası muamelesi etmiş olan annesine açıkça tepki gösteremiyor. Ancak bu diğer yüzü öfke ve nefretle parlayan bir bıçak.

Yaşanan olumsuzluklardan kendini sorumlu tutan Mâhinur’un hayal dünyasına sığınmasını sormak istiyorum. Bunu sadece Mâhinur değil ülkemizdeki birçok insan yaşıyor. Mâhinur’un pasifizmini nasıl açıklarsınız?

Mâhinur kaplumbağa ve kirpi kimliklerini içinde taşıyor ama kaplumbağa, kabuğundan kafasını bir türlü çıkaramıyor. Kendisine çizilmiş rotadan en ufak sapma ya da öğrenilmiş davranışlardan uzaklaşma halinde, tepesindeki şemsiyenin çekileceği ve sağanak altında kalacağı korkusunu duyuyor. Kendi adına savaşmayı öğrenmemiş. İçindeki Kirpi karakteri de aynı nedenlerle, oklarını bir türlü rampalarından çıkaramıyor. Duvara tosladığı ve acı çektiği zamanlardaysa, toplumumuzda pek çok insanın yaptığı gibi, savunma, yüceltme gibi hayaller alemine sığınarak rahatlama yoluna gidiyor.

Kişiliği o kadar bastırılmış, mücadele yetisi, öz güveni öyle derine itelenmiş ki harekete geçmek için gerekli cesaretin kendinde olduğuna inanamıyor. Ancak önce annesi, sonra kocası ve son olarak sevgilisi tarafından ihanete uğrayınca dışarıda bekleyen tehlikelerle dolu karanlık çöle yürümekten başka seçeneği olmadığını anlıyor: Buraya kadar.  Artık bir başına. Ona, evinin anahtarlarını bırakıp dışarıdaki karanlığa kapıya yürüme cesaretini verense, gururu. Mâhinur’un o sırada görmediği şey, dışarıda kendisine farklı seçenekler sunan bir kavşak olduğu. Nitekim kapının dışında büyük bir sürpriz bekliyor kendisini. Karşılaştığımız herhangi bir sorunda, en doğru, en iyi seçenek diye bir şey olmadığını söylüyor roman. Mâhinur’un yaptığı gibi kavşakta eylemsiz vaziyette dikelip yaşamımızın en güzel yıllarını tüketmektense yollardan herhangi birine girmek insana daha uygun bir davranış değil mi?  Her yol bir seçenekler toplamı sunar zaten; yeter ki kendisini kararsızlıktan, eylemsizlikten dolayısıyla birilerinin maşası olmaktan kurtarsın kişi. Çünkü eylemsiz kişinin kurban olmaktan, uydu olmaktan başka seçeneği yoktur.

Annesiyle kocasının ismini ikiye böldüğü, birinin Mahi diğerinin Nur diye seslendiği kadının kavşakta olma halini ve bulunduğu kavşağı anlatır mısınız?

Firdevs Hanım kızına, adının ilk iki hecesi olan ve felaket anlamına gelen Mâhi diye hitap ederek, ondaki öz güven kırıntılarını yok etmek, olası bir başkaldırıya fırsat vermemek ister.  Esasen nevrotik eğilimli bir kişilik olan Mâhinur bu hitaptan ve davranış biçiminden kötü etkilenmekte, annesinin yaşadığı olumsuzluklar dahil her şeyin sorumlusu olduğuna inanmakta, hatta annesinin istemediği bir çocuk olarak dünyaya geldiği, başarısızlıklarıyla onu utandırdığı için acı çekmektedir. İlhan gibi ona yakınlık, dostluk gösteren, değer verenleri reddederken elini zayıf düşürenleri bu yüzden yüceltir.

Ahmet’in olgun bir erkek olarak kendinden çok genç biriyle bu evliliği yapma nedeni, Mâhinur’u kolayca biçime sokacağına duyduğu inançtır. İş hayatını eğlenceli bir hale sokmuş bir erkek olarak karısının evle ilgili tüm sorumluluğu üstlenmesini ister. Ancak evini biricik varlık alanı yapmasını beklediği kadının bu role yanaşmaması, son zamanlardaysa fotoğrafçılığa merak salmasıyla hayal kırıklığına uğrayan Ahmet, gerek Atölye Hocası İlhan’ı, gerek fotoğraf uğraşını küçümseyerek bu ilgiyi baltalama yoluna gidecek, fakat onun bir şeyler yapma, başarma isteğini ortadan kaldıramayacaktır.

Nevrotik eğilimli; yön değiştirme, soyutlama, rasyonalize etme dahil tüm savunma mekanizmalarına başvuran, sıkıştığında hayal dünyasına sığınan Mâhinur’un bir gelecek  planı hiç olmamıştır. Yapması istenenleri yerine getirmenin kendisini mutlu etmediğini bilmektedir yalnızca. Ama kocasının, annesinin ve tek umudu Şahin’in ihanetine uğradığında bile tavır koymayı düşünmek yerine kendini suçlamaya gider.

Ama kaçışın sonuna gelmiştir. Bir kavşaktadır ve o can alıcı, ‘Şimdi ne yapmalıyım?​’ sorusuna cevap vermek zorundadır. Her şey yolundaymış gibi dikelmeyi mi sürdürecek yoksa bu iş buraya kadar deyip yollardan birine yürüyecek mi?


"DÜNYA DEĞİŞTİYSE ROMAN BU AKIŞA AYAK UYDURMAK ZORUNDA"

Okurlarınızın karşısına bu sefer romanla çıktınız. Öykü ve şiir kitaplarınız var ama “Kavşakta” ilk romanınız. Sizi roman yazmaya iten nedenler nelerdi?

Öyküyü gerçekten seviyorum ancak romanın, toplumu geniş perspektiften ve katmanlarıyla gösterirken aynı zamanda insanın en derinine kamerasını zumlayabilme olanağı beni fazlasıyla çekiyordu. Ve ben bir durum öykücüsü olarak romanda bunu başarmanın peşindeydim; olaya değil duruma yaslanarak, anlatımcı bir dille ve kısa bir zamanı geniş bir zamana yayarak. Çünkü yaşadığımız çağı anlatabilmem onun hızını, onun değişkenliğini, iç içe geçmişliğini yansıtacak kurgu ve dili bulmamla mümkün olacaktı. Milyonlarca farklı etkenle sürekli olarak biçimlenen yaşamlarımız ve sonucunda içine düştüğümüz yabancılaşma, yalnızlık, çaresizlik duygusu klasik bir roman anlatısı içinde verilebilir mi? Dünya değiştiyse, bilim imkansız sanılanı gerçekleştirdiyse roman, öykü dili de bu akışa ayak uydurmak zorunda. Kavşakta da hem andan kopmamak, hem insanı bütün bağlantılarıyla aktarmak, toplumun kişiyi nasıl etkilediğini, bunun için görünmez ne çok aracı, çeldiriciyi devreye sokup onu seçeneksizliğe mahkum etmeye çalıştığını, oradan çıkışın ancak işlevsiz kılınmış iradenin yönetimi yeniden ele almasıyla mümkün olabileceğini göstermek istedim. Umarım başarmışımdır.

ÖNCEKİ HABER

HDP'li Oluç, muhalefeti tezkereye "hayır" demeye davet etti

SONRAKİ HABER

Demokratik kitle örgütlerinden vekillere mektup: Tezkereye hayır oyu verin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa