Mutluluğun zor halleri
Komşu kentte kadın çocuk, genç yaşlı demeden oluk oluk kan akıtılmış, devletin resmi rakamlarıyla 120’yi aşkın can alınmıştı.Hepimiz bir gecede büyümüştük!
Temsili fotoğraf: DHA
Öğretmen sınıfa girdiğinde yüzü hiç olmadığı kadar gergin, soğuk ve ciddiydi: “Çocuklar bugün ders yapmayacağız! Maraş katliamını anmak üzere konuşacağız, düşüneceğiz, tartışacağız, yasımızı tutacağız!” Komşuda bir cenaze olduğunda, bir hafta kadar, radyo ve televizyonların açılmadığı, müzik dinlenmediği ve ölü evine yemek taşındığı yıllardı. Komşu kentte kadın çocuk, genç yaşlı demeden oluk oluk kan akıtılmış, devletin resmi rakamlarıyla 120’yi aşkın can alınmıştı.Kurbanların gazetelere yansıyan yüzleri, kulaklarımızda çığlıkları… Hiçbir şey mutlu etmiyordu. Hepimiz bir gecede büyümüştük!
O gün okulda ders işlenmemiş, öğretmenler sınıf defterine eylemlerini yazıp imzalamışlardı. Sıkıyönetim zamanlarıydı, okulun kapısında jandarmalar bulunur bizleri sıkıca gözetlerlerdi.O gün okula birkaç askeri araç daha gelmiş ve farklı sınıflardan başarılı, çalışkan, babası devlet memuru olan vs az sayıda öğrenci derslerinden alınmış kütüphanede toplanmıştı. Öğrencileri bir rütbeli karşılamış: “Çocuklar sizler çalışkan, dürüst, vatanını milletini seven öğrenciler olarak burada toplandınız. Biliyorum asla yalan söylemezsiniz, şimdi herkes masadan bir kağıt alsın, o gün bu okulda neler olduğunu, kimlerin ne konuştuğunu isim isim yazarak anlatın, sakın çekinmeyin, yazılanlar gizli kalacak. Her şey ülkenin birlik berberliği ve milletimizin huzur ve mutluluğu için!”. Devlet sorumluluğunun ağır yükü küçücük omuzlarımızda, rütbelinin bakışları da üzerimizdeydi. Ancak burada yazdıklarımızla kimlerin hayatlarının değişeceğini anlamayacak kadar da çocuk değildik. Ahh!! keşke en zor geometri sorusu, en çetin havuz problemi sorulsaydı…
Daha fazla beklersek şüphe çekebilir, derin bir nefes alıp yazmaya başlamak lazım, “… duvarlara sloganlar yazılmıştı, okul müdürümüz Veysel …, fikirler duvarlara yazılmak yerine konuşulmalı diyerek yazanları suçladı…. Fen Bilgisi öğretmeni Mehmet … sınıfa girince, bir öğrenci hocam bu olaylar neden oldu, onca insan neden öldürüldü diye sorduğu için cevap vermek durumunda kaldı…” Sevgili hocalarım ancak kadar yapabildim, üzgünüm! Kısa bir süre sonra o öğretmenlerin hepsisürgünedilmişti. Haftada iki saat din dersi ve ahlak dışında bütün dersler uzun süre boş geçmişti.Badem bıyıklı, göbekli ve elinde sopasıyla gezinip, sınıfa koro halinde her ders mutlaka “… önce inanacaksın, sonra araştıracaksın ...” dedirten din dersi hocasınıngörev yeri ve geleceği garantili görünüyordu.
Askeri darbe bir köy düğününe denk gelmiş ve beş jandarmanın “Askeriye yönetime el koydu, sokağa çıkma yasağı var” ikazına, düğün sahibi son bir çaba ile “burası köylük yer kumandan, burada sokak yok ki, bak her yer dağ taş, izin ver şu gençlerin mutluluğuna dadüğünümüzü yapalım” dese de 3 gün sürecek düğün, bir saat ile sınırlanmıştı. Uzun bir süre düğün de olmayacaktı zaten, zira insan avı başlamış o mimli köydeki gençler üçer beşer toplanıp içeri atılmıştı. Gençler ya tutuklu ya kaçak ya da yurt dışına çıkmanın yollarını arıyorlardı. İlçe merkezi de öyle, askeri cemseler ağzına kadar gözaltına alınanlarla dolu olarak karakollara, garnizonlara insan taşıyordu. Her yer dolduğu için yatılı bölge okulları, kapalı spor salonları gözaltı ve işkence merkezleri olmuştu.
Önceki şehirdeki, kütüphane travmasını daha üzerimden atamadan, dersin ortasında, yine bir rütbeli, okul müdürü ile birlikte aniden sınıfa girmişti. İlk önüne gelen öğrenciye: “İstiklal Marşını oku!” iki kıtasından sonra da “devam devam” fakat bu sürpriz sözlü sınavı, rütbelinin yarattığı korku ile başarısızlıkla sonuçlanacaktı. “Gençliğe hitabeyi oku!” “sen oku, sen.. ya sen” Zavallı okul müdürü, komutanı, en güvendiği çalışkan öğrencilerin olduğu sınıfa getirmiş, tek umudu olan bizler müdürü oracıkta perişan etmiştik. Aslında halimiz, Ahmed Arif’in deyişi ile “Bilmezlikten değil, fukaralıktan”dı. Onca fizik kimya problemi çöz, din dersi hocamız sayesinde onca dua ezberle, gel gelelim sınıfta halen bile asılı duran 10 kıta ile, hitabeyi düzgün okuma.
Müdür önü ilikli açık kahverengi ceketi içinde iyice küçülmüş, derin bir üzüntü ile önüne bakarken, komutanın sesi okulu çınlatıyordu. “Siz bu çocuklara ne öğretiyorsunuz? Sizin yüzünüzden bunlar yoldan çıkıyor!!!”. Çok değil on dakikada kimyamız değişmiş, üzüntü, korku, suçluluk duygularıyla biz de perişan olmuştuk. Allahtan, komutan bir şans daha verdi “Müdür, müdüüürr, bana bak!!! Sana bir hafta süre, eğer haftaya geldiğimde bir tek çocuk ezbere okuyamazsa, o zaman sen ve öğretmenlerinle nasıl hesaplaşacağımı iyi biliyorum!” Müdüre üzgün gözlerle bakıp teselli etmeye çalıştık, yarı ağlar vaziyette “Hocam söz!!!!...” Bir kez daha öğretmenlerimizin yazgısı ellerimizdeydi. Bazılarımız teneffüse çıkmadan metni ezberlemeye başlamıştık bile. Ama yetmez, iş ciddiye binmiş öğrencilerin yeteneklerine bırakılamayacak kadar önemli hale gelmişti. Tam bir hafta bütün dersler askıya alındı ve her iki metni de okuyup ezberledik. Beden dersinde de İngilizcede de aynı pratikler sürdü. İş çılgın bir hale gelmişti, rastgele bir öğrenciye “başla” denilir, okumanın herhangi aşamasında “dur, sen devam et”, okuyanı takip etmelisin. Komutan yarın geliyor, her çalışkan öğrenci, riskli(?) bir öğrenci ile birlikte gezecek, akran eğitimi yoluyla ona öğretecekti.
Öğretmenlerden son taktikleri alıyoruz “arkadaşınız takılırsa hemen sufle verin, herkes aynı anda içinden okuyacak, anladınız mı?” Neyse ki korkulan olmadı, vatanseverlik testini geçtik ve komutan mutlu mesut, üstelik müdürün elini sıkarak ayrılırken “İşte görmek istediğimiz manzara bu, birlik beraberlik bu!” Askeri araç gider gitmez, bir haftalık gerginliğin ardından çılgınca sevinip, hoplayıp, zıplayıp birbirimize, öğretmenlere sarılarak kutlamıştık. Öğretmenlerimizi vermemiştik. Okulun en mutlu günüydü.
Kulaklarımıza inanamadık, duyan bir kez daha teyit ediyor. Darbe liderimiz ilçemizi onurlandıracak! İlçenin erkânı en büyük karşılamayı yapmak üzere, proje üzerine proje üretiyorlar ama ideal olanı bulamıyorlardı. En büyük pankarta ne yazılacağı tartışması, oy birliği ile “İlçemiz için EN MUTLU GÜN” olarak seçilmişti. İlçenin tozlu yolları yıkanıyor, ağaçlar ilk kez bakım görüyor, meydanı gören evlerin dış cepheleri vs hummalı bir faaliyet. Ülkenin kalbi burada atacaktı. Herkese bayraklar dağıtılıyor, vatandaşlara tıraşlı ve bakımlı olmaları “tavsiye” ediliyordu. Davul zurna konusunda tam karar verilemedi, milli çalgılardı ama ciddiyeti bozar mıydı? Yine de bir köşede hazır vaziyette dursun. Belediye hoparlöründen durmadan bir şeyler anons ediliyordu.
Yöneticilerin telaşı, personele emirler yağdırması görülmeye değerdi. Zira en mutlu gün yaşanacaktı. Hükümet meydanında saatler öncesinden kalabalık toplanmıştı. Durmadan ulusal marşlar çalınıyordu, liderin helikopterle şeker fabrikasına indiği ve denetlemelerden sonra halkla buluşacağı söylendi. Fakat zaman geçtikçe sabırlar zorlanmaya başladı, bir şeyler ters gidiyordu. Ortalıktan en çok koşuşturan yetkili, kürsüye çıktığında kırgınlığını belli etmeyen bir ses tonuyla konuşma yapıp, liderimizin bizimle birlikte olmayı aslında ne kadar çok istediğini, ama iş yoğunluğu nedeniyle bu kez gelemeyeceğini ağlamaklı bir sesle söylediğinde, hayal kırıklığı katmerlenmişti ki aniden havada görülen üç helikopter bir anda coşkuya neden oldu.Kürsüdeki yetkili, “sayın devlet başkanımız şu anda helikopterden bizleri selamlıyor” deyince bir alkış tufanı, el sallama, zıplama. Bu arada yanlışlıkla, zılgıt çekenler çevreden sert bakışlarla hemen susturulmuştu. Helikopterler gözden kaybolduğunda sessizce dağılmaya başlayan kalabalık, boş gözlerle birbirlerine bakıyordu. Bunca hazırlıktan sonra, bu yaşananlar halka reva mıydı? Büyük pankartı toplayıp kucaklayan işçinin, dağılan kalabalıkla zar zor ilerlerken söylediği bir söz, kalabalığı bir anda dakikalarca kahkahaya boğdu: “Yürüyün bakalım, en mutlu gününüzü yaşayamadınız”
Yıllar sonra öğrendim, din dersi hocası hep o ilde çalışmış ve ilin sanayi ve ticaret odası başkanı olmuş. Mutludur herhalde.
- Suç ve ceza ekseninde hastalar 12 Ekim 2022 09:07
- Hekimliğin “gelir” ile imtihanı 21 Eylül 2022 09:27
- Köprü 08 Eylül 2022 09:30
- Diktatörlüğe tarihsel ve “tıbbi” bakış 02 Eylül 2022 09:02
- Süpermenlik ile Don Kişotluk arasında bir tıp uzmanlığı 25 Ağustos 2022 11:03
- Cadı avı 17 Ağustos 2022 11:23
- Siyah mantar 10 Ağustos 2022 11:29
- Komünist Ali 05 Ağustos 2022 13:08
- Sağlıkta şiddet ve yanlışlar 27 Temmuz 2022 11:52
- Adli tabip 20 Temmuz 2022 13:13
- Asacaksın bu doktorları! 13 Temmuz 2022 04:16
- Bedo - Hamido sarkacında çocukluk 06 Temmuz 2022 10:43
- Bedenin külleri 29 Haziran 2022 11:07
- Sifilis: Siyasallaşmış bir hastalık 22 Haziran 2022 11:45
- Radyum kızları, silikozis erkekleri 15 Haziran 2022 09:15
- Ahlak, Vicdan ve Umut 01 Haziran 2022 12:25
- Üç darbe, üç yasa 25 Mayıs 2022 03:50
- Azaplık, memuriyet, 23 sentlik askerlik 17 Mayıs 2022 23:38
- Topal Koca 11 Mayıs 2022 07:50
- Ölüm cezası: Organize kötülük 04 Mayıs 2022 07:55
- Hitler’in Mirası 27 Nisan 2022 06:39
- Kır Çiçekleri 20 Nisan 2022 06:49
- Hekimlik kutsal mıdır? 13 Nisan 2022 04:44
- Vebanın düşündürdükleri… 06 Nisan 2022 05:54
- Diyarbakır-Frankfurt hattı 30 Mart 2022 05:27
- Hekimbaşı 23 Mart 2022 07:15
- Derdini Marko Paşa’ya anlatmak… 16 Mart 2022 07:45
- Hekim sorumluluğu ve Pastör 09 Mart 2022 07:33
- Gerçeğin çokluğu, hakikatin tekliği 02 Mart 2022 06:19
- Tıbbın dönüşümünden notlar 23 Şubat 2022 04:45
- Sürek avı 16 Şubat 2022 06:42
- Ölümsüzlüğe dair… 09 Şubat 2022 06:06
- Toplumsal eşitsizlik ve ölü bebekler 02 Şubat 2022 04:44
- Zakkumun kökü 26 Ocak 2022 04:12
- Çukurova 19 Ocak 2022 07:03
- Diyardan gitmek 12 Ocak 2022 04:47
- Robot hakları 29 Aralık 2021 04:54
- Sinan 22 Aralık 2021 05:37
- Stetoskop ve G(ö)rev 15 Aralık 2021 05:06
- Her göç bir hikayedir! 08 Aralık 2021 03:58
- Futbol, faşizm, felsefe 01 Aralık 2021 08:39
- Neşter, yaşam ve ayak üstü karşılaşmalar… 24 Kasım 2021 04:30
- Cemile 17 Kasım 2021 03:43
- Gerçeğin şamarı 10 Kasım 2021 06:08
- Güvenin kırılgan tarihi 03 Kasım 2021 07:11
- Kuş gribi, kötü yönetim, Bulut… 20 Ekim 2021 05:52
- Sağlığım sermayemdir 13 Ekim 2021 02:30
- Tıbbın evrimi, Hipokrat ve hekimlik 06 Ekim 2021 05:49
- Yeşil Kart, küçük Amerika 28 Eylül 2021 23:30
- Havuz problemi 21 Eylül 2021 23:35
- 12 Eylül, iki çocuk, bir doktor… 14 Eylül 2021 23:19
- Aşı karşıtlığı ya da mayın tarlasında yürümek… 08 Eylül 2021 05:00