İrlanda’nın asi dahisi: James Joyce
Bedriye Korkankorkmaz, yirminci yüzyılın ünlü yazarlarından James Joyce'u yazdı.
Fotoğraf: C. Ruf / Wikimedia Commons
Bedriye KORKANKORKMAZ
İrlanda’nın dahisi James Joyce yirminci yüzyılın en ünlü ebedi yazarlarındandır. Ünü kıtaları, dünyaları ve kültürleri kuşatmıştır. Uluslararası Joyce endüstrisinin her yıl piyasaya sürdüğü ilmi ve eleştirel çalışmalar, Shakespeare çalışmalarını saymazsak akademik edebiyat literatürü içinde emsali olmayan bir hacme sahiptir
Yazar yirmi iki yaşındayken Kıta Avrupası’na gitmek üzere İrlanda’dan ayrıldı ve memleketine bir daha dönmedi. Kendisini bir sürgün olarak algıladığı için kozmopolitliğiyle gurur duydu. O zamanlar modern bir Avrupalı deha olarak yola çıkmış, yaşadıkları, gördükleri ve deneyimledikleriyle bilge biri oldu. 1920’de tam da modernist sanatın beşiği olduğu sırada Paris’e gitti. Topraklarında büyüdüğü Britanya İmparatorluğu ona ve sanatına karşı güvensizlik gösterdi, sahip çıkmadı. Savaş sonrası Amerika’nın yazara yaptığı yatırım onun ününü giderek pekiştirdi. Amerikan kütüphaneleri Joyce’un el yazmalarını depolayıp arşivler oluşturdu. Ölümümün akabinde yapıtlarını inceleyen araştırmacılar yazarın külliyatının baştanbaşa İrlanda temalarına ve sorunlarına göndermelerle dolu olduğunu yadsımakta zorlandılar. Yazarın Paris’te her gün İrlanda gazetelerini okuduğunu düşünmemişlerdi.
ÇOCUKLUK VE İLKGENÇLİK
Sürgün Yazar Joyce 1882’de Dublin’de orta sınıftan Katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesinin ekonomik durumu iyiydi. Babası John Stanislaus, Cork kentinde bir mülk satın almıştı. Dublin kamu hizmetlerinde vergi tahsildarı olarak göreve başlamıştı. Bu, İrlanda’daki Britanya Genel Sekreterinin onayını gerektirecek kadar seçkin bir atamaydı. Joyce, babası tarafından seviliyordu; başarılı olması için aile tüm olanaklarını onun emrine sunmuştu. Babası onu tam bir beyefendiye yakışır bir eğitim alması için Cizvitlerin yönettiği en iyi İrlanda Katolik okullarından birine, Clongowes Wood Koleji’ne gönderdi ama bir süre sonra babasının içki borçlarından dolayı okuldan alındı. Güney Dublin’deki banliyö semtlerinin rahat hayatından kopup kentin yoksul kuzey yakasının kasvetli hayatını yaşamaya başladı aile. Yazarın çocukluğunda yaşadığı bu dönemler belleğinde silinmez izler bıraktı ve bu izler sanatçının genç bir adam olarak portresine yansıdı.
Yazar, Katolik aydınlarından Newman gibi asi ruhlu büyük yazarlara (Milton, Blake, Byron, Shelley gibi) ve İngiliz sosyalizmine varıncaya kadar İngiliz hayatının ve kültürünün birçok yanına yakınlık ve hayranlık hissetti. İngiltere onu bir yanıyla güçlendirirken, diğer yanıyla güçsüzleştiriyordu. Victoria dönemi onun gençliğinde salt İngiltere değil İrlanda açısından da psikolojik ve sanatsal açıdan olduğu kadar, siyasi açıdan da yıkıcı bir dönemdi. Joyce on dört yaşında bir hayat kadınıyla birlikte oldu. Daha sonraları adı ve yapıtları cinsel aşırılıkla anıldı. Bunun kökleri, içinde büyüdüğü kültürün dar görüşlülüğüne ve aşırı ahlakçılığına karşı çıkmasındaki sarsılmaz kararlılığında yatıyordu. Gençliğinde içinde büyüdüğü siyasi gelişmeler onun tavır ve davranışlarına yansıdı. Kibir, sessiz bir mesafe ve çevresindeki dünyaya karşı kayıtsızlıkla şekillenen gizemli bir karakteri vardı. Kişiliğinin en belirgin özelliği olağanüstü keskin ironi duygusuydu.
Joyce’un eleştirmenliğinin yazarlığında önemli yeri vardı. Ergenlik döneminde şiirler, manzum ve mensur oyunlarla “epifaniler” yazdı. Modern, muhalif İrlandalı bir Katolik aydın olarak adını ölümsüzleştiren edebi metinler kaleme almaya başlamadan önce edebiyat üzerine çok düşündü. Denemelerini, eleştirilerini ve konuşmalarını belirli konular üzerinde yoğunlaştırmaya gayret etti, giderek gelişen tutarlı bir yapıtlar dizisi yarattı. Bundan dolayı onun kurgusal olmayan yazılarını bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Yazın anlayışı hakkında yapılan şu saptama yerindedir: “Ele aldıkları diğer konular -örneğin sanatın gücü- ne olursa olsun, eleştiri yazıları daha çok tarihi, gelecekten beklentileri, politikası ve kültürü, kilise ve kolonyal iktidarla ilişkisi bağlamında İrlanda’yı belki her şeyden önemlisi Joyce’un tanıdığı İrlanda’da sanatın yerini anlatır.”
ELEŞTİRİLERİNDEN HERKES PAYINI ALDI
Joyce herhangi bir yapıtı incelerken ya da önemsiz kamu işi hakkında yorum yaparken bile çağdaş İrlanda ve kendisinin oradaki konumu hakkındaki düşüncelerini yansıtırdı. Onun eleştirmen olarak gelişiminde Dublin’deki Daily Express Gazetesinin Editörü E.V. Longworth’ün gözden geçirmesi için ona gönderdiği kitapların hatırı sayılır katkısı olmuştur. Joyce bir eleştirmen olarak kimseyi kayırmadı. Eleştirilerinde kilise de payına düşeni aldı. Onun yazdıkları akademisyenler için bulunmaz bir fırsattı. Joyce’un 20. yüzyıl ortası ve sonuna ait düşünsel bir paradigmanın doğruluğunu kanıtlama gibi anlaşılması güç bir kurumsal projeye dalmış olduğunu ileri sürenler vardı. Gerçekteyse o modern araştırmacıların çoğunun hayatından kayda değer farklı bir hayat sürdürüyordu, çünkü onun hayatı kariyer yolunu tam bir arapsaçına döndürecek bir hayattı. Birçok anlamda sarsıcı, çarpıcı ve baş döndürücü bir hayattı bu.
Zaman zaman istisnalar olmakla beraber eğitimli ve entelektüel kadınlarla vakit geçirmekten hoşlansa da duygusal ihtiyaçları ile cinsel zevkleri onu çoğu zaman başka yöne sevk ediyordu. Romanlarında ketum, saygın, nazik ve genç Dublin kadınlarından uzaklaşma sürecini farklı biçimlerde anlatıyordu. Ulysses’in başındaki Stephen gibi Wake’te İrlanda tarihinin kabusuna mütemadiyen geri döner. Wake, tarihsel kalıplardan kurtulma ve tekrar bu kalıplara saplanma meselelerinin etrafında dönüp dolanır. Wake İrlanda’nın özgürlüğe kavuştuktan sonraki sorunlarının bilincinde olduğu gibi tarihsel kökenlerinin de gayet ayrımındadır. 1980’de Beckett, Joyce için şunu demişti: “Gitmeden önce, onun kahramanca eserleri ve kahramanca varlığı önünde bir kez daha yerlere kadar eğilme fırsatı bulmuş olmaktan kıvanç duyuyorum.”
Kaynak: Andrew Gibson. James Joyce. Çeviren: Orhan Düz. Yapı Kredi Yayınları, 183 sayfa