29 Ekim 2021 00:55

Cumhuriyet'in 98. yılı | Siyaset Bilimci Demirkent: En temel problem eşitlik

Cumhuriyet'in 98. yılında konuştuğumuz Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent, “Cumhuriyetin değerleri sadece eskiye ya da muhayyel bir geleceğe değil şimdiye ilişkin” dedi.

Fotoğraf: Evrensel 

Paylaş

Erdi TÜTMEZ
İstanbul

Türkiye Cumhuriyetinin ilan edilişinin 98. yılında “nasıl bir cumhuriyet” sorusu yeniden kendine cevap arıyor.  Bir yanda "eski rejim"e duyulan özlem, bir yanda ütopik bir cumhuriyet tartışması yürütülüyor. Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent, bugünkü rejimle beraber şekillenen cumhuriyet hangi karakterde, geçmişte nasıldı ve halkçı bir cumhuriyet nasıl olmalı sorularını yanıtladı.

Demirkent, “Cumhuriyetin değerleri sadece eskiye ya da muhayyel bir geleceğe değil şimdiye ilişkin” derken “AKP’nin hızlı biçimde kurumsuzlaştırdığı bir siyasal düzenin, kurduğu fiili rejimin hükümet sistemi değişikliği ile çözülebileceğine ilişkin inancı pompalamak restorasyoncu bir aklın ürünüdür ve Türkiye’de demokratik bir cumhuriyetin kapılarını aralamayacaktır” ifadelerini kullandı. Demirkent, ezilen, baskı altında olan, yoksullaştırılan, direnen toplumsal kesimler için bütün iktisadi, siyasal, sosyal taleplerin temelinde “herkes”i, herkese ait olanı hatırlatacak eşitlik talebinin olduğunu vurguladı.

Cumhuriyetin ilan edilmesinin yıl dönümü bugün. Bu vesileyle Türkiye’de var olan rejimin karakteri bir kez daha tartışılıyor. Özellikle 16 Nisan referandumundan bu yana var olan rejimi nasıl tarif edersiniz? Nasıl bir pratik gördük?

Türkiye’nin mevcut rejiminin karakteri hakkında çok konuştuk; bu rejimi tahlil ve teşhir etmek gerekiyor çünkü. Ama rejimin karakterinin herkesin üzerine sinen şiddetli ve yapışkan karakterine karşı kendi dilimizi ve eylemimizi yaratmamızı mümkün kılacak ortamlar uzun zamandır yok ediliyor. Rejim geriliyor ama geri çekilmiyor; dolayısıyla mevcut rejim içinde sesi kısılan, temel haklarını kullanamaz hale getirilen, işkence edilen, yoksullaştırılan, öldürülen halk kesimlerinin kendi alanlarını açarak, yeniden kurarak onu geri çekilmeye zorlaması gerek. Dolayısıyla cumhuriyetin 98. yılını idrak ettiğimiz bugünde konuşmaya mevcut rejimin karakterini tahlil ve teşhir etme çabasıyla değil; cumhuriyete yönelen arzuyla başlamak istiyorum. Bu arzunun ifadesinin mevcut rejimin tahlil ve teşhirinin yolunu kendiliğinden açacağını düşünüyorum.

"Cumhuriyete yönelen arzu" ifadesini açar mısınız? Ne kastediyorsunuz?

AKP, iktidara geldiği 2002 yılından beri dayatılan ve büyük oranda hâlâ işleyen bir dikotomiyi, eski-yeni ikiliğini aşacak bir yerde konumlanır aslına bakarsanız. Rejimin propaganda makinesinin pompaladığı “eski Türkiye” imgesine karşı ‘eskiyi’; “yeni Türkiye” olgusuna karşı ‘yeniyi’ birlikte aşacak bir ‘şimdi’yi içermesi ile düşünmeliyiz bu arzuyu. Çünkü cumhuriyet, genel kamu hukukunun ya da siyaset biliminin kullandığı bir kavram olarak “monarşi olmayan” anlamındaki devlet biçiminin ötesinde bir politik anlamı içeriyor. O da en özlü anlamıyla adında karşılığını buluyor: Res Publica. Cumhuriyet, herkese ait olan demek. Kamusal şey, kamusal mal. Herkese ait olan, hakkında herkesin birlikte karar vereceği, kamusal meselelerin o kamuyu oluşturan herkesçe kararlaştırılacağı rejime cumhuriyet diyoruz. Dolayısıyla cumhuriyetin temelinde o kamuyu oluşturan yurttaşların kamusal meselelerle ilgili söz söylemede eşitliği ilkesi var. İktidarın halk tarafından kullanıldığı, anayasal yurttaşlığın koşullarının yaratıldığı, gücün bir kişiye ya da bir grup oligarkın eline verilmediği biçimde kurumsallaşan bir düzenden söz ediyoruz. Cumhuriyet deyince haklara sahip olan yurttaşları ve bu hakların kullanımını mümkün kılan dinamik kurumları düşünmek zorundayız. Cumhuriyete yönelen arzu, bu biçimiyle rejimin imgesine karşı kurulan bir başka “eski” hayaline ya da o eski karşısında kurulan bir yeni değil; bunu aşacak bir kuruluşa, batı dillerindeki anlamıyla birlikte kurmaya, birlikte durmaya -constitution- anayasaya doğrudur. 

"MEVCUT REJİM CUMHURİYETE YÖNELEN ARZUNUN KARŞISINDA"

16 Nisan 2017’de kurumsal yapısı çatılan rejimin nasıl bir pratiğini gördük?

2016’da ilan edilen OHAL rejiminin, biraz daha geriye gidersek 2015 haziran seçimlerinden sonra AKP-MHP arasında kurulan ittifakın ve dayandığı oligarşik yapının kararıyla kurulan fiili rejimin karakteri “Hakları olan yurttaşı” ve “Hakları kullanmayı mümkün kılacak kurumları” ortadan kaldırmasıdır. Cinayetlerin, yolsuzluğun, haksızlığın hesabının sorulması araçlarının kaldırılmasıdır. Kendi kendini yöneten kurumlara, belediyelere, üniversitelere kayyum atanması; bunları duyurarak kamusal tartışmayı mümkün kılacak mecraların kapatılması ya da satın alınmasıdır. Kurumların yerini kişilerin alması, kişilerin aldığı kararların kamusal olarak tartışılmasının engellenmesi; kişilere bağlı yasa ötesi silahlı grupların örgütlenmesidir. Mevcut rejim bu nedenle cumhuriyete yönelen arzunun karşısındadır; onu çeşitli yollarla bastırmak istemektedir. Cumhuriyet karşısındadır. Bu açıklık varken cumhuriyeti, 1982 Anayasası’nın dördüncü maddesine indirgeyenler de bu dikotominin öbür yanında rejim ile birliktedir.

Başta Millet İttifakı olmak üzere pek çok siyasal yapı “Cumhuriyetin değerlerine dönmesi”, “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” gibi çalışmalar yapıyor, tartışmalar yürütüyor. Bu yeterli mi? Bu ülkenin temel sorunlarına çözüm olabilir mi?

Hükümet sistemi önemsiz bir tartışma değildir, fakat mevcut rejimin kurduğu diktatoryal yapıyla hükümet sistemi tartışmasını iç içe geçirmesi siyasal bir zihin karışıklığı yarattı. Sanki başkanlık sistemi nedeniyle Türkiye’de diktatörlük kurulmuş gibi. Dolayısıyla buna karşı çözüm de hükümet sistemi değişikliği olarak görülmeye, gösterilmeye başlandı. AKP’nin en az 10 yıldır hızlı biçimde kurumsuzlaştırdığı bir siyasal düzenin, kurduğu fiili rejimin hükümet sistemi değişikliği ile çözülebileceğine ilişkin inancı pompalamak restorasyoncu bir aklın ürünüdür ve Türkiye’de demokratik bir cumhuriyetin kapılarını aralamayacaktır.

Cumhuriyetin değerleri ise sadece eskiye ya da muhayyel bir geleceğe değil şimdiye ilişkindir. O nedenle örneğin Kılıçdaroğlu’nun kamu görevlilerine çağrısı cumhuriyetçidir; daha önce Selin Sayek Böke’nin cumhuriyetin mülklerine hukuksuzca el koyanlardan bu mülklerin alınarak kamuya iade edileceği açıklaması cumhuriyetçidir, şimdiye ilişkindir. Laiklik şimdiye ilişkin cumhuriyetçi bir çağrıdır. Cumhuriyetin değerlerini duymak istiyorsak, birlikte kurmanın, birlikte durmanın yolunu arayacaksak Birinci Meclisteki cumhuriyetçi tartışmaları hatırlayalım. 1921 kuruluşundaki tartışmaların önemli bir kısmı Meclise kimin girebileceği, ülkeyi kimin yöneteceği konusunda verilecek karara ayrılmıştı. Bu tartışmalar sırasında bir milletvekili, Platon’un metaller mitosunu hatırlatırcasına, Meclisin altın bir bileşimden oluşması gerektiğini söylemişti. Türkçe bile bilmeyenlerin, eğitimsizlerin, marabanın ne işi vardı. Ona verilen yanıt, duyduğum en cumhuriyetçi sözlerden biridir ve cumhuriyetin değerini arıyorsak orada durmalıyız: “O altını çıkaran onlardır.”

"‘HERKES’İ, HERKESE AİT OLANI HATIRLATACAK EŞİTLİK TALEBİ VAR"

Kadınların, gençlerin, işçilerin yani halkın ihtiyacı nasıl bir cumhuriyet? Talepler ne olmalı, nereye oturmalı?

Cumhuriyete yönelen arzu, elbette emekçilerden, kadınlardan, halklardan yükselmektedir. Çünkü eşit yurttaşlık; kamusal meselelerde eşit söz hakkına sahip olma; iktidarlarını, güçlerini gasbeden sermaye sınıfına, erkeklere, yurttaşlık haklarının kullanılmasına engel olan düzene karşı olanlar, bu düzenin çarkları altında kalanlardır. Cumhuriyet, öncelikle bu taleplerin eşit koşullarda müzakere edilmesini sağlayacak siyasal zeminlerin yaratılmasıdır; bu siyasal zeminlerin kurumsallaşma mücadelesidir. Saydığımız ve Türkiye kapitalizminin ve siyasal rejiminin sonsuz biçimde parçaladığı ve üzerindeki baskıyı artırdığı ezilen toplumsal kesimlerin farklılıklarını ön plana çıkarmak yerine benzerliği üzerinde durmak gerekir.

Herkesin en temel problemi eşitliktir. Bu talep, mevcut siyasal rejimin karakteri karşısında çok somuttur. Bakınız, hangi grevler nasıl yasaklanıyor, kimler toplantı gösteri yürüyüşü yapabiliyor, kimler işkence ve kötü muameleye varan yöntemlerle engelleniyor? Kimlerin vergi borcu bir anda siliniveriyor, asgari ücretten alınan vergi ortadayken? Toplumsal cinsiyet rejiminin kurduğu yapısal eşitsizlikte kolluk, mahkeme, yasama çoğunluğu nasıl eyliyor? Yapısallaşmış ırkçılık karşısında rejimin bütün ajanları nasıl hareket ediyor? Kimler kayıplarını anabiliyor, kimler bunun için cezalandırıyor, hatta devlet düşmanı ilan ediliyor? Yahu tek bir kişiyi koruyan yasa olur mu? TCK 299. madde, başka herkese karşı bir tek kişiyi koruyor. Saydığınız ezilen, baskı altında olan, yoksullaştırılan, direnen toplumsal kesimler için diğer bütün iktisadi, siyasal, sosyal taleplerin temelinde “herkes”i, herkese ait olanı hatırlatacak eşitlik talebi var. Cumhuriyete yönelen arzu da bu. Dolayısıyla rejimi geriletecek olan, onun boşaltmadığı alanlardan onu çıkaracak olan bu.

ÖNCEKİ HABER

CHP’li Çakırözer’den TBMM’de silahsızlanma çağrısı

SONRAKİ HABER

Marmarislileri sevindiren mahkeme kararı: ÇED yapmadan liman genişletilemez

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa