31 Ekim 2021 00:45

Göç tarihi kutuplaştırma ve istismarın da tarihi oldu

Tonguç Karahan, Almanya'ya göçün 60. yılına dair yazdı: "Türkiyeli işçileri ‘döviz deposu’ olarak görenler göçün ilk yıllarından bugüne değin, bu potansiyeli sömürmek için adeta yarıştı"

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Tonguç KARAHAN

Türkiye’den Almanya’ya göçün tarihi aynı zamanda, gerek devlet eliyle gerekse din ve milliyetçilik motiflerini kullanan çeşitli siyasi akım ve örgütler eliyle yürütülen kutuplaştırma ve istismar politikalarının yarattığı tahribatın da tarihi oldu. 

Bu büyük hacme sahip olan bu topluluğa, hem ekonomik hem de siyasi bakımdan sömürülecek, kontrol altında tutulacak bir pazar olarak yaklaşan bu çevrelerin göç tarihi boyunca peşinden koştuğu Almanya’da “küçük Türkiye” yaratma hayalleri, Türkiyeli göçmen işçilerin sırtında kuşaklar boyu taşıdığı ve taşımaya devam ettiği ciddi bir yük oldu.

EKONOMİK İSTİSMAR

Artarak devam eden işçi göçü, Türkiye’yi yönetenler için, bir yandan ülkedeki işsizlik yükünü azaltması, bir yandan da büyük döviz ihtiyacı nedeniyle iki açıdan sevindirici ve iştah kabartıcı bir imkan olarak görüldü.

Siyasi iktidarlar bu potansiyeli değerlendirmek üzere, ’60’lı yıllardan itibaren Türkiyelilerin maddi birikimlerini Türkiye’ye çekmek için hâlâ devam eden, ısrarlı ve çok yönlü bir çaba içinde oldular.

Kimi zaman “gurbetçi işçiler” için şirketler, kooperatifler vb. kurularak, onların tasarrufları, sonu iflasla biten yatırımlara dönüştürüldü; kimi zaman emeklilik sigortası konusunda özel uygulamalar yürürlüğe konarak Türkiye’den de emekli olma imkanları sunuldu ya da yüksek faiz vaadiyle bankalarda hesap açmaları teşvik edildi. ‘Bedelli askerlik’ uygulaması da hükümetlerin ‘döviz avcılığını’ ve ‘Gurbetçileri yolunacak kaz’ olarak gördüğünün bir başka örneği oldu.

‘Gurbetçi dövizi’, devlet kurumları dışında ‘İslamcı şirketler’ ve ‘İslamcı dernekler’in de hedefi oldu. Kâr payı vaadiyle Türkiyeli göçmenlerin milyarlarca avroyu bulan birikimleri iç edildi.

Türkiyeli işçileri ‘döviz deposu’ olarak görenler göçün ilk yıllarından bugüne değin, bu potansiyeli sömürmek için adeta yarıştı. Öne çıkan propaganda motifleri ise doğrudan ideolojik ve siyasi bir içerik taşıyordu: “Ana vatana, Türk milletine ve İslam davasına destek olmak!”

SİYASİ İSTİSMAR

Türkiye kökenli göçmenleri asıl mağdur eden ve kalıcı hasarlar yaratan müdahale ise ideolojik-politik alanda gerçekleşti.

Türkiye kökenli göçmenlere yönelik olarak inanç ve etnik köken siyaseti yapan akımlar-örgütler eliyle yürütülen bu ideolojik ve politik müdahalenin iki temel dayanağı var: Din ve milliyetçilik.

Göçmenlerin sahip olduğu korkular, ihtiyaçlar ve sorunlar; onları etkiye açık hale getirmekteydi. Alman devletinin ve hükümetlerinin izlediği yabancılar politikası ise, onları Alman sanayisinin çıkarlarına hizmet eden ‘salt iş gücü’ olarak görmeye dayanıyor ve sosyal-kültürel varlıkları göz ardı ediyordu. Bu, göçmenleri dinci ve milliyetçi akımların kucağına ve etkisine terk etmek anlamına gelecekti.

Resmi kurumlar ve dini-siyasi akımlar, Avrupalı devletlerin göç politikalarının yarattığı hasarları sonuna kadar kullandılar ve Türkiyeli göçmenlerin “Dilini, dinini, milli kimliğini ve kültürünü unutturmamak” adına camiler, dernekler kurmaya yönelerek, “Ana vatanla bağları sürekli diri tutan” çok yönlü bir çaba içinde oldular.

Bu çaba ve müdahaleler o kadar yoğun ve Alman hükümetlerinin entegrasyon-göç politikası o derece hoyrattı ki, ’70’li ’80’li yıllara gelindiğinde, başta dinci ve milliyetçi akımlar olmak üzere Türkiye’deki tüm siyasi hareketler ve gündemler, artık Almanya’nın kalıcı bir parçası haline geldi. Bu durum, Türkiyeli göçmenlerin siyasi, sosyal ve kültürel hayatında belirleyici yer tutar hale gelmeye başladı. Almanya’da siyasi ve kültürel bakımdan ‘küçük bir Türkiye’ oluşmuştu.

60 yılda Türkiyeli göçmenler elbette doğal bir değişim yaşadı. Misafirlik kalıcılığa evrilirken, içinde yaşadıkları toplumla bağları gelişti ve yeni özellikler kazandılar. Ancak dini ve milli değerler temelinde izlenen ideolojik-politik müdahaleler, ön yargıları, korkuları, içe kapanmayı artıran ve içinde yaşanılan toplumla kaynaşma düzeyini sürekli aşağı doğru baskılayan özelliğiyle, bu sürecin ayrılmaz bir parçası olarak varlığını sürdürdü; ‘paralel dünyalar’ ve ‘yeni tipte gettolar’ oluşmasına hizmet etti.

AKP’NİN ‘"DİASPORA POLİTİKASI"

Türk-İslam motifli propaganda ve örgütlenme, AKP ile başlamadı. AKP’nin iktidarıyla bu müdahale, daha profesyonel, daha cüretkar ve daha etkin bir hal aldı. AKP, Almanya ve Avrupa’da yaşamakta olan Türkiye’li göçmenlerin dini, siyasi, kültürel hayatına daha agresif dokunuşlar yapmaya; camiler cemaatler içindeki bağlarını devlet olanaklarıyla birleştirerek, “Türkiyeli göçmenleri sahiplenme”, siyasi lobi malzemesi yapma ve içinde bulundukları ülkelerin iktidarlarına karşı bir koz olarak kullanmaya yöneldi.

Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenlere daha aktif ve daha agresif müdahale etme konusunda adımlar atan AKP, siyasi kutuplaştırma politikasını Avrupa’ya taşımasıyla da dikkat çekti. Teknolojik gelişmenin de etkisiyle, Türkiye’deki siyasi gündem ve çekişmeleri Avrupa’daki Türkiyelilere daha fazla taşıyan AKP, Türkiyeli göçmenleri inanca, mezhebe, etnik kökene göre ayrıştırırken; ırkçılık, İslamofobi veya başkaca problemler konusunda Türkiyeli göçmenlere “Sizin arkanızda biz varız, sahipsiz değilsiniz” propagandasına girişerek, onları daha fazla içe kapanmaya, yerli topluma karşı ön yargılarını daha da körüklemeye yöneldi.

GÖÇMENLER ÜZERİNDEKİ İSTİSMARIN SONU YOK MU?

Yerli ve göçmenler arasındaki entegrasyon ve kaynaşma uzun ve zorlu bir süreçtir. Ancak dönemsel gerilemeler, geciktirici-zorlaştırıcı müdahaleler olsa da gelişmenin yönü ve hayatın akışı, göçmenlerin, geldikleri ülke ve toplum içinde “erimeleri”, ona ayak uydurmaları ve benzemeleri yönündedir.

Din, kültür gibi alanlarda bunun çok daha uzun dönemleri kapsayacağı ortadadır. Ama siyasi faktörlerin ve dönemsel siyasi rüzgarların etkisiyle oluşan olağanın ötesindeki içe kapanmalar, kutuplaşmalar ve bölünmüşlük, göç sürecinin aşılamaz karakteri ve kaderi değildir.

AKP’nin bu süreci zorlaştıran ve sancılı hale getiren müdahalelerinin de bir ömrü vardır. Ve bu etkinin boşa çıkması, bir başka siyasi-toplumsal etkenin devreye girmesiyle yakından ilgilidir.

Bunların başında hâlâ büyük çoğunluğu işçi, emekçi olan Türkiye kökenli göçmen kitlesinin yerli işçi sınıfı ile daha derinden bütünleşebilmesi ve iki taraf açısından da tek bir sınıf oldukları gerçeğinin anlaşılmasını sağlayacak adımların hızı ve derinliğidir. Aynı fabrikada çalışmak, aynı semtte oturmak bunu kendiliğinden otomatik olarak beraberinde getirmeyecek; ortak ihtiyaçlara, ortak çıkarlara ve ortak bir kadere sahip bir sınıf olduklarını hem yerli hem de göçmen işçiler açısından bilince çıkaracak politik girişimlerin düzeyi belirleyici olacaktır.

İkincisi ise, yerli toplumda ırkçılığa, ayrımcılığa ve sağ popülizme karşı direncin ne kadar güçlü olacağıdır. “Bu toplum, bu ülke bizi dışlamıyor; ayrımcılığa ve milliyetçiliğe karşı bizi kucaklıyor” hissiyatını güçlendirecek olan bu etki, AKP gibi milliyetçi-ayrıştırıcı akımların en önemli panzehri olacaktır. Çünkü AKP gibi akımların beslendiği temel kaynaklardan biri, göçmenlerdeki bu dışlanmışlık hissidir.

Bölünmüşlüğün ve içe kapanmanın azalmasını sağlayacak üçüncü faktör de, yerli ve göçmen toplumun ortak toplumsal sorun ve gündemler üzerinde ne ölçüde ortaklaşabileceğidir.  

Bu olduğu ölçüde Türkiyeli göçmenlerle yerli toplum arasındaki ortaklık daha da güçlenip ete kemiğe bürünebilecek; Türkiyeli göçmenlerin kendi arasında inanca, mezhebe, etnik kökene ve Türkiye kaynaklı gündemlere bağlı kutuplaşma ve kamplaşmaları da zayıflayabilecektir.

ÖNCEKİ HABER

Göç bitmedi, farklı deneyimlerle sürüyor

SONRAKİ HABER

G20 Liderler Zirvesi Roma'da başladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa