Dolar çıkmış 9'a inmez 8'e
Ekin BAL
ODTÜ
''Dolarla mı maaş alıyorsunuz? Dolar borcunuz var mı? Dolarla bir işiniz var mı?''
Bu sözler Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak’ın Ahmet Hakan’ın programında sarf ettiği sözlerdi. Aslında baktığımızda çoğu genç gibi dolarla maaş almıyoruz, cebimizde dolar da yok. Ama neden dolar kuru artınca endişeleniyoruz? Neden ertesi gün sokağa çıktığımızda önceden alabildiğimiz şeyleri alamıyoruz?
İKTİDAR POİTİKALARININ KURA ETKİSİ NE?
Doların her artışı yaşamımızı daha da pahalı hale getiriyor. Bunun en net sebebi ise Türkiye’nin bağımlı kapitalist bir ülke olması. Üretim maliyetleri olabildiğince artarken iktidarın bahsettiği gibi “yerli üretim”in varlığının çok sınırlı olması ve bu “yerli üretim”in çoğunlukla ara mal üretiminde yoğunlaşması üretimin dolar kurundan direkt etkilenebilir olmasına sebep oluyor. Tabi ki bu yerli üretimlerin hepsi tırnak içinde, yani tamamıyla yerli üretim diyebileceğimiz bir yapıya sahip değiller.
Dolar kurunun 9.85’e kadar yükselmesi çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Bunlardan ilki iktidarın bilinçli olarak mı bu politikayı uyguladığı. Daha öncesinde de AKP ve Erdoğan iktidarının “rekabetçi kur” diye açıkladığı bir politikanın varlığından söz ediliyordu. Rekabetçi kur derken TL’nin değerini düşürmek ve ucuz TL ile ihracatı artırmaktan bahsediyoruz. Ancak bugün açısından görüyoruz ki ucuz TL “rekabetçi kur” değil, derinleşmiş açlık ve yoksulluk anlamına geliyor. Zaten iktisadi anlamda yerli paranın değersizleştirilmesi her zaman ihracatı da artırmıyor. Bu makroekonomik açıdan bakıldığında yalnızca bir hipotezdir. Her hipotez gibi belirli varsayımlar altında bir doğruluğu vardır. İhracat yapılan ülkelerin ekonomik durumu, ihraç edilen malları alıp/alamayacakları ve çeşitli makroekonomik dengelerin kurulup/kurulamayacağı gibi soruların bu noktada sorulması gerekir. Diyelim ki ihracat az da olsa artıyor, buradan da bize düşen bir şey olmuyor zaten. İktidar kendine yakın sermaye çevrelerini beslemiş oluyor.
TÜSİAD’A ENDİŞE MÜSİAD’A SEVİNÇ KAYNAĞI FAİZ KARARI
Bir diğer tartışma ise Merkez Bankası’nın faiz kararı etrafında dönüyor. Merkez Bankası faizi 3 puan düşürdü. Üstelik 20 puanlık kur bindirimi göze alınarak bu politika izlendi. Bir yandan 3 kamu bankası 200 baz puana kadar faiz indirimi getirdi. Yani buradan anlaşılacağı gibi iktidar yine bilindik bir politika uyguluyor: Düşük faiz, ucuz kredi. Özellikle konut kredisi gibi alanlarda faiz düşürüldü. Bir yanıyla faiz düşürülmesi inşaatçı, TL ile iş yapan KOBİ gibi iktidar etrafındaki sermayeye dönük üretim, yatırım, ihracat ve büyümenin arttırılmasına yarıyorken bir yanıyla da seçmene dönük tüketim artışı sağlamak amaçlı kullanılıyor. Geçtiğimiz günlerde MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı’nın yaptığı düşük faizi destekleyen açıklamalar tam olarak buraya işaret ediyor. Hatta yapılan açıklamada Merkez Bankası’nın belirlediği faizin büyük oranda piyasa faizlerine yansımadığı belirtilerek kamu bankaları bile göreve çağırılıyor. Öte yandan TÜSİAD’ın 50. yıl dönümünde Başkan S. Kaslowski’nin konuşması ise makroekonomik istikrarsızlıklara ve Merkez Bankası’nın politikalarına dair eleştiriler içeriyor. Merkez Bankası'nın faiz oranlarına yaptığı müdahalelerin inşaat sektörünü ve bankaları korumaya yönelik olduğu açıkken, bunun neden olduğu yüksek kur ve yüksek enflasyon, reel üretimde, özellikle imalat sanayiinde, burjuvazinin istikrarlı bir kâr elde etmesini engellemektedir. TÜSİAD için en büyük endişe kaynağı dağıtım sorunudur. Çünkü emek ve sermaye arasındaki uzlaşmaz bağlar, kapitalizmdeki tek bölüşüm ilişkisi değildir. Aynı zamanda, kâr, rant ve faiz gibi emek sömürüsünden elde edilen kârın kapitalist sınıf arasında dağıtımını da kapsar. Bu alandaki bölünme, uzlaştırıcı olsa bile çelişkilidir. Çünkü kapitalizmde devletin, sermayenin her bölümünün rekabet eden çıkarları arasında bir arabulucu olarak hizmet ederek, tüm kapitalist sınıfın uzun vadeli çıkarlarını koruması gerekir. Ancak, devlet tekelci burjuvazinin baskı ve yönetim örgütlenmesi olarak hizmet etme görevinde sermayenin genel çıkarlarıyla kapitalistlerin özel çıkarları arasında oynaması gereken kolektif rolünü ne kadar dağıtırsa, toplam zenginliğin ve birikimin bölüşümü mücadelesi o kadar yoğunlaşır. Bu, TÜSİAD'ı en çok endişelendiren gelişmelerden biri olabilir. Tüm bunları düşündüğümüzde iktidar bunları öylesine yapıyor değil. Buradaki mesele sadece “yanlış politikalar” uygulanması da değil. Biz kendi yaşamımızı düşündüğümüzde bize bu politikalar yanlış geliyor olabilir. Ancak iktidar ve çevresindeki sermaye için bu politikalar bulunmaz nimet anlamı taşıyor. Bir yandan Türkiye’nin bağımlı kapitalist bir ülke olması bu politikaların yaşamımızı daha da zora sokmasını perçinliyor. Bu sebeple dolar kuru etrafında bir tartışma yürüteceksek Türkiye’nin içinde bulunduğu bağımlılık ilişkilerinden, iktidarın politikalarından ve bu politikaların farklı sınıflar açısından ne ifade ettiğinden bağımsız bir tartışma yürütemeyiz, yürütmemeliyiz de.
Evrensel'i Takip Et