Gölgesi karların üzerine uzayanlar
Birkan Bulut, Sanatçı Sadık Arslan’ın “Beyaz Gölgeler” isimli sergisi üzerine yazdı.
Sadık Arslan'ın Beyaz Gölgeler adlı sergisinin afişi
Birkan BULUT
Ankara
Göçün yüzü umuda dönük olsa da ardında bırakmak istediği trajediyi peşinden sürükler. Ölüm, yoksulluk ve dışlanmışlık, yürüdükçe sönüp koyulaşan bir gölge gibi takip eder yurdunu terk edeni. Umuda yolculuğu tamamlayamayanlardan geriye ise ardındakilere bıraktığı kaybolan ayak izleri kalmıştır.
Sanatçı Sadık Arslan’ın “Beyaz Gölgeler”i, insanlık tarihinin en köklü trajedisiyle izleyiciyi yüz yüze getiriyor. Ülkenin batısında kıyıya vururken doğusunda karlar altına gömülen yaşam umudunun izlerini takip eden Arslan, Van’ın İran sınırındaki Çaldıran’da donarak hayatını kaybeden sayısız göçmenin acı hatırasını görselleştiriyor. Asya kıtasından Türkiye’ye göçenlerin dondurucu soğukta kilometrelerce yolu tepmeye çalıştığı sınır boyu, yıllardır mültecilerin donarak parmaklarını veya yaşamlarını kaybettiği bir ölüm-kalım yolu. Van’daki kimsesizler mezarlığına her yıl göç yolunda hayatını kaybedenler için yeni çukurlar açılıyor. Canlarını verdikten sonra da mültecilere rahat yok! Çünkü ölü soyuculuk, göç kadar kadim bir eylem.
Arslan, bugüne kadar büyük acılara tanıklık etmiş bu coğrafyanın hafızasını karın altından yola çıkararak görünür kılıyor. Daha iyi bir yaşam umuduna yürüyen göçmenlerin gölgeleri, Arslan’ın ayak izleriyle yaptığı devasa silüetlerde beliriyor. Çaldıran’ın göz alabildiğine kar altındaki sınır yolundaki “Beyaz Gölgeler”, bir anlamda göçe maruz bırakılanların ayak izlerini taşıyor.
KAR VE GÖÇ İLİŞKİSİ
Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezindeki sergide sorularımızı yanıtlayan Sadık Arslan, bu çalışmanın nasıl ortaya çıktığını şöyle anlatıyor: “Van’da doğdum ve ilk gençlik yıllarımı orada geçirdim. Hacettepe Üniversitesinde doktoramı bitirdikten sonra Iğdır Üniversitesine öğretim üyesi olarak atandım. O dönem bölgede bazı seyahatlerde bulundum. Uzun bir süreden sonra kendi coğrafyana döndüğünde artık içerden değil dışardan biri olarak bakıyorsun. Bu sayede bazı detaylar dikkat çekici olabiliyor. Bu seyahatlerimde karı gözlemlediğimde, kent ortamında hissettiğimiz romantik duygunun ötesinde karın çok daha güçlü bir etkisinin olduğunu fark ettim. Kardan bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. Daha önce göçmenlerin donarak ölme trajedisiyle ilgili birkaç minik haber okumuştum. Bu sayede kar ve göç ilişkisine dair bir şeyler düşünmeye başladım. Uygulamaya başlamadan önce araştırmalar yaptım. Türkiye’nin en soğuk bölgesi olan Çaldıran’ın yaklaşık 70 km’lik İran’la bir sınırı var. Uygun olmayan kıyafetlerle oradan geçmeye çalışan göçmenler, sert kış koşullarına dayanamayıp donarak yaşamlarını yitiriyorlar. Cesetleri kara gömülüyor ve ancak kar eriyince ortaya çıkıyor. Daha sonra cesetleri fark eden köylüler, jandarmaya haber veriyor. Sonrasında gerekli işlemler yapıldıktan sonra Van’daki kimsesizler mezarlığına gömülmek üzere gönderiliyorlar. Adlarına ve onlara dair bir bilgi olmadığından mezar taşlarına rakamlar veya benzeri simgeler yazılıyor. Tüm bu bilgiler, ‘Beyaz Gölgeler’ in içeriğini belirginleştirdi.”
"GÖLGE DE KAR DA GEÇİCİDİR"
Çalışmalarında gölge üzerine yoğunlaşan Arslan’ın bu işinde ışık, gölge, kar, göç ve yürüme eylemi gibi unsurlar arasında güçlü bir bağ bulunuyor. Arslan bunu şöyle açıklıyor: “Kar geçici bir malzeme, güneşe maruz kalınca eriyerek yok olur. Gölgenin de güneşle ilişkisi enteresandır; ışık olduğunda gölge meydana gelir ama ayrıca ışığın varlığıyla gölge azalır. Bu iki zıtlık meseleyi sanatsal bir boyuta taşıyor. Gölge de kar da geçicidir. Ben de kar ve gölge ilişkisinden hareketle bu işi yaptım. Ancak bu çalışmayı anlamlı kılanın bizzat o trajedinin gerçekleştiği yerde yapmam olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık -17 derece soğukta göçmenlerin gölge figürlerini, yürüme eylemiyle yaptım. Yürüme eylemi, bu anlamda işimin merkezinde yer alıyor.”
Ancak “site-specific art” yani ortam odaklı sanat çalışmasında söz konusu alan/mekanın tarihsel ve politik bakımdan anlamını vurguluyor. Çalışmanın biçimi üzerine konuştuğumuzda arazi sanatı ve performansın bir arada mı bulunduğunu soruyorum. Arslan şöyle yanıtlıyor: “1960’lar ve 1970’lerde sanat mecrası, sanatın metalaşmasına karşı alternatifler üretiyordu. Bunlardan biri arazi sanatıdır. Yani Robert Smithson sanatı galerilerin dışına çıkararak sanatın metalaşmasına karşı çıkıyordu. Nihayetinde büyük bir arazide devasa bir sarmal (mendirek) yaptı. Performans da bu dönemde sanatın metalaşmasına, alınıp satılabilmesine karşı içerik üretiyordu. Aslında benim çalışmamın bu ikisini kapsadığı söylenebilir ama ben daha çok ortam odaklı sanatla ilişkilendiriyorum.”
Ortam odaklı sanat bugüne kadar arazi sanatı, performans, enstalasyonla ne kadar kesişse de asıl olarak mekanın özüne yöneliyor. Bir kurum, kamusal alan, yapı veya doğal alanlar gibi en geniş yelpazede mekana dayanan ortam odaklı sanatın, konu edindiği yerin tarihsel, sosyoekonomik, politik içeriğini kavramsallaştığı söylenebilir. Arslan’ın çalışmasında Çaldıran’ın devasa ve dondurucu coğrafyasının tanıklığına eşlik eden “Beyaz Gölgeler”, insanlık tarihinin büyük trajedisini fısıldıyor. Ayak izleri çoktan silinip gitse de göç(emeyen)enlerin gölgesi karların üzerinde uzamaya devam ediyor.