Liderlikten bataklığa giden yol
Time dergisi, bir zamanlar “Türkiye’nin İslam yanlısı lideri; laik, demokrat ve Batı dostu ülkesini bölgesel bir güce çevirdi” diyerek kapak yaptığı Erdoğan’ın yerine, Aralık ayı başında Mısır’ın Müslüman Kardeşçi lideri Devlet Başkanı Muhammed Mursi’yi “kapak” yaptı. Göreniniz,
TÜRKİYE’NİN AĞABEYLİĞİ
Neyse ki yandaş basını teselli edercesine, Türkiye’nin bölge de yıllardır sürdürdüğü emperyalizmin taşeronluğu görevi, bugün de koşulsuz, ne gerekirse yapan bir biçime dönüşmüştür. Daha Suriye’de olaylar başlamadan Türkiye, muhaliflere her türlü yardımıyla, tüm dünyaya Esad rejiminin kolayca devrileceğini ve yeni kurulacak rejime ise Türkiye’nin “abilik” yapacağını duyursa da aradan geçen onca zamana rağmen Suriye’de Esad rejimi devrilmedi. Bundandır ki ABD’nin son başkanlık seçimlerinin ardından, 6-9 Kasım 2012 tarihleri arasında Katar-Doha’da toplanan Suriye muhalefeti, oluşturduğu Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) ile muhalefeti yenileme gereksinimi duydu. Bu yenileme ile Suriye’de çatışan şeriatçı, terör örgütü grupları dışladı. Bu grupların başında gelen El Nusra ise Türkiye tarafından en fazla desteklenen gruplar arasında. Muhalefette yapılan bir diğer yenilik ise yenilenen muhalefetin Kürtlerin taleplerini dikkate alacağı yönünde sözler vererek Kürtlerin (PYD) de katılımını sağlamaya yönelik adımlar atmış olmasıdır. Doha toplantısı sonrasında ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içinde yer alan El Nusra dahil olmak üzere, 14 silahlı grup, bu muhalefeti tanımadıklarını ve “şeriatçı bir Suriye” için mücadele edeceklerini açıkladılar. Öte yandan PYD’nin Başkanı Salih Müslim de, Doha’da oluşan muhalefet ile yazılı olamasa da Kürtlerin talepleri ve Suriye’nin geleceği ile ilgili, ana hatlarıyla bir “uzlaşmaya” vardıklarını açıklamıştı. Yani Türkiye, bir yandan Batı Kürdistan’da oluşan özerk bölgelerin ardından en fazla tehdit olarak gördüğü ve muhalefete karşı her fırsatta kışkırttığı PYD’nin yeni muhalefete fiilen dahil olması, öte yandan da en fazla desteklediği gruplardan olan El Nusra’nın ise muhalefetin dışına itilmesi ile Suriye politikasında iyice bataklığa saplanmıştır. Son “muhalefet” toplantısının ise Türkiye olmadan yapılması bunu doğrular niteliktedir.
BATAKLIĞIN DERİNLİĞİ
Peki bataklığın derinliği bu kadar mı? Elbette değil. Patriotlar çokça tartışıldı. İlk olarak “Suriye’nin elinde kimyasal silahlar var. Bunları da Türkiye’ye karşı kullanabilir” gerekçesi ile Türkiye halklarını ikna etmeye çalışan AKP, ardından füzelerin tetiğinin kimde olacağı tartışmalarında ve sonrasında ise bin civarında ABD ve Alman askerinin Türkiye’ye geleceğinin duyulması ile verdiği tavizlerin aslında “Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda olduğuna” halkı inandırmak için ne kadar çabaya girişse de başaramadı. Mesela NATO, füzelerin tetiğinin Almanya’daki NATO komutanlığında olacağı ve başına da bir Amerikalı generalin atandığını duyurdu. İkincil olarak patriotların nereye konulacağı konusu vardı. Türkiye her ne kadar da “Tabii ki yeri TSK belirleyecek. Bunun tartışılacak nesi var?” dese de NATO’dan gelen yer belirleme heyeti, füzelerin Malatya Kürecik’teki füze kalkanlarını ve İncirlik üssünü korumak üzere konuşlanacağını gösteren yerleri belirledi. Bu arada patriotları üreten silah firmasının, bu füzelerin etki alanının 15-20 km olduğunu açıklaması da aslında zaten patriotların Suriye’ye en uzun sınıra sahip olan Türkiye’nin korunması için getirilmediğini açıkça kanıtlamış oldu.
PİYESİN SONUNDAKİ SİLAH
Durun, bataklığın derinliği bitmedi daha! Putin’in Türkiye ziyaretini hatırlayalım. Türkiye’nin patriotları için Çehov’dan yaptığı alıntıyla, “Piyesin başında sahnede bir silah asılıysa, piyesin sonunda mutlaka silah patlar” demişti Putin ve Türkiye’nin “önlem amaçlı” diye nitelendirdiği patriotların aslında savaşa giden bir yol olduğuna dikkat çekmişti. Geçtiğimiz günlerde ise Türkiye’ye yapacağı ziyareti iptal eden İran Devlet Başkanı Ahmedinecad; “işi çıktı” gerekçesiyle gelmediği haberini ilk olarak İran basını ile duyurup daha sonra Türkiye’ye bildrdi. Diplomasi açısından pek de normal karşılanacak bir yöntem olmasa gerek. Bu tavır aslında Türkiye’nin Suriye politikasına karşı İran’ın açıkça bir protestosudur diyebiliriz. Bu protestoları şimdiye kadar Erdoğan’ın yandaş medyası “resmi olmayan açıklamalar” deyip geçiştirse de, artık İran açıkça Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği politikalara karşı resmi söylemlerde ve tehditlerde bulunmaktadır. Ki planlanan ziyaret öncesinde İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzbadi’nin patriotlar için “Bu patriotlar dünya savaşına neden olabilir. Bir dünya savaşı için plan yapıyorlar ve bu insanlığın geleceği için çok tehlikeli” ve İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi’nin, “füzelerin bölgede güvenliğin sağlanmasına yardım etmeyeceğini” söylemeleri gayet resmi bir dille Türkiye’ye mesajların verildiğini gösteriyor.
Evet yukarıdaki tablo, Türkiye’nin saplandığı bataklığın oldukça derin olduğunu ve her geçen gün daha da derinleştiğini göstermektedir. Hatırlayın, Suriye’ye çıkarılacak savaş tezkeresine halkın yüzde 70’i aşkın kesiminin karşı olduğunu gösteren anketler vardı. Bugünde sürüklendiğimiz savaş bataklığına karşı olan ama sessizliğini koruyan milyonlarca insan var. Bu sessiz tepkileri örgütlü bir güce dönüştürmediğimiz sürece hepimizi savaş bekliyor.