Lübnan-Körfez krizi: Bölgesel krizin bir yansıması
Lübnan, Enformasyon Bakanı Kardahi’nin Yemen üzerine yaptığı açıklama sonrasında Körfez ülkeleriyle kriz yaşıyor. Analizler sürecin arkasında bölgesel çekişmelerin olduğuna dikkat çekiyor.
Görsel: Pixabay
Ağır bir ekonomik krizin pençesindeki Lübnan, bu sefer Enformasyon Bakanı George Kardahi’nin Yemen savaşı üzerine yaptığı açıklama sonrasında Körfez ülkeleriyle ve özellikle Suudi Arabistan’la diplomatik krizle karşı karşıya. Kardahi, “Husilerin silahlı bir örgüt olarak kendi toprağını savunduğunu düşünüp düşünmediğine” ilişkin bir soruya “Tabii ki toprağını koruyor. Şahsi görüşüm, Yemen’de bu savaşın sona ermesi gerekiyor. Savaş uçaklarıyla evler, binalar, köyler ve şehirler saldırılara maruz kalıyor” yanıtını vermişti.
Bunun üzerine Suudi Arabistan başta olmak üzere Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve ardından bu ülkelerin desteklediği ülkeler de Yemen’deki yönetim büyükelçisini çektiklerini duyurdular.
Lübnan siyasi sahnesi sahip olduğu çok parçalı yapı ve dış müdahaleler nedeniyle zaten hiçbir zaman durulmuyor. Hükümette yer alan siyasi hareketlerin bir kısmı İran’ın desteğine sahip Husileri desteklerken, diğer kısmı Suudi Arabistan’ın desteğine sahip ve kendini “meşru hükümet” olarak adlandıran kesimi destekliyor.
BÖLGESEL GELİŞMELER ÇATLAĞIN SEBEBİ
Ortaya çıkan diplomatik krizle ilgili yazılan makalelerin hemen hepsi sebebin “Sadece bir açıklama olmadığında” hemfikir. Lübnan’da yayımlanan al Modon gazetesinden Muhanned el Hac Ali; Lübnan’ın Körfez Arap ülkeleriyle ilişkilerindeki çatlağın bölgedeki ve Lübnan’daki siyasi çatışmadan bağımsız olmadığını yazdı. Hac Ali, “Çünkü Hizbullah, bir yanda Suriye, İran ve Irak ile özel ilişkileri, diğer yanda Çin ile ekonomik ve kalkınma bağlarını birleştirerek Lübnan’ın dış ilişkilerini yeniden inşa etme projesine sahip. Bu gerçekçi olmayan plan, Lübnan’ı İran’daki stratejik kararlara rehin tutmayı amaçlıyor” ifadelerine yer verdi. Hac Ali ayrıca Körfez ülkelerinin Lübnan’a uyguladığı diplomatik ve ekonomik boykotun ilişkilerde “niteliksel değişim” olarak anlaşılması gerektiğini vurguladı. Aynı gazeteden Sate Nureddin, “Lübnan ve Suudi Arabistan arasında… Kardahi’den daha fazlası var” başlıklı makalesinde Suudilerin Lübnan’a karşı aldığı kararı şok edici, acımasız, anlaşılmaz olarak niteledi. Alınan tavrın Lübnanlı bir bakanın yaptığı geçici bir hatayla orantılı olmadığı değerlendirmesine yer verdi.
SUUDİ-İRAN İHTİLAFI VE KRİZ
Lübnan’da yayımlanan ve İran’a yakınlığıyla bilinen al Ahbar gazetesinde Abdullah el Sanavi, Kardahi’nin Yemen savaşı hakkında söylediklerinin, uluslararası örgütlerin, düşünce kuruluşlarının, medyanın ve insan hakları platformlarının bir benzeri olmasına rağmen çöküşün eşiğinde olan bir ülkeye karşı çok sert önlemler alındığına dikkat çekti. Krizin bölgedeki birçok dosyaya, özellikle Yemen’de Suudi-İran ihtilaflarının hesaplarına uzandığını belirtti. Yine aynı eksene yakın olan Rai al Youm gazetesi başyazısında Lübnan Başbakanı Necip Mikati’nin Kardahi’ye istifa çağrısını yinelemesi eleştirildi.
KRİZ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE KARŞI BİR SAVAŞ
Yine al Ahbar gazetesinden Esat Abu Halil, gelişmeleri Lübnan’da ifade özgürlüğüne karşı bir savaş olarak nitelendirdi. Halil makalede “Bu Lübnan’da ifade özgürlüğüne karşı ilk savaş değil. Bu hamleden önce iç savaş öncesi ve sonrasında da kampanyalar yürütüldü. Batı ve Körfez ülkeleri Lübnan medyasını iç savaş öncesi ve sonrasında para vererek etkiledi” dedi. Halil ayrıca Lübnan’a karşı açılan diplomatik ve ekonomik savaşı Arap Birliği içindeki Suudi-BAE ittifakının üyelerini artırma savaşı” olduğunu söyledi.
YEMEN’DE UZLAŞMA İÇİN BM GİRİŞİMİ
Öte yandan Yemen dosyası, sadece Lübnan sahasının değil dünyanın da gündeminde. Birleşmiş Milletler (BM) Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths ateşkes sağlanması için mayıs 2020’de bir girişimde bulunmuştu. Bugün bu girişim, içeriği değiştirilerek yeniden gündemde. Öngörülen ateşkes girişimi; “Husilerin Sana Havalimanını açma taleplerini karşılamayı, Hudeyde Havalimanına uygulanan kısıtlamaları kaldırmayı ve Arap koalisyonunun hava operasyonlarını durdurmasını içerirken, bunun karşılığında Husilerden, Marib vilayetindeki askeri operasyonlarını ve Suudi topraklarını insansız hava araçları ve balistik füzelerle hedef almayı durdurması” bekleniyor.
KARDAHİ KRİZİ... ARKASINDA NE VAR?
Abdullah el SANAVİ
al Ahbar
Krizin gerçekliği ve olası yansımaları düşünüldüğünde ne onun öznesi ne de “Yemen’deki savaşın beyhudeliği” konusundaki açıklamalar krizin merkezinde yer almıyor.
Yemen savaşı hakkında söyledikleri uluslararası örgütlerin, düşünce kuruluşlarının, medyanın ve insan hakları platformlarının aşırı öfkeye yol açmadan yayımlayıp teyit ettiklerinin bir kopyası. Ancak buna karşılık büyükelçiler geri çekiliyor ve çöküşün eşiğinde olan bitkin bir ülkeye yaptırım tehdidinde bulunmak gibi sert diplomatik ve ekonomik önlemler alınıyor.
“Kardahi krizi”nden kaynaklanabilecek en kötü şey, buna eşlik eden genel his, Lübnan’ın zayıflaması ve onun başına gelenlerin başka bir ülkede gerçekleşmesini tasavvur etmenin zor olması.
Açıklamalarda ve söylemlerde bazı göndermelerden kaçınılırken, Kardahi’nın adının krizin kendisi değil geçici bir adres olduğu teyit ediliyor. Gerçekleri ve hesapları hiçbir şekilde değiştirmiyor. Lübnan Başbakanı Necip Mikati’nin açıklamasıyla, “Kardahi’nin istifasını aşan bir kriz ve zemin kaymasıyla karşı karşıyayız”. Bu doğru bir sonuç, ancak bir sonraki satırda bakana “Suudi Arabistan ile gerilimi yatıştırmak için vatansever anlayışa öncelik vermesi” çağrısında bulunarak kendisiyle çelişiyor.
Kriz kişisel değil ve Suudi ve Lübnanlı dışişleri bakanları Kardahi’nin açıklamalarına atfedilenlerin kapsamı dışında kalan referanslarla derinliği hissettirdiler. Memnuniyet açısından kendisinden istenen istifası olsa bile, aslında itiraz tüm hükümet yapısına ve Hizbullah’ın Lübnan siyasi denklemindeki rolüne. Bu önermenin sorunu, pratikte Lübnan’daki genel durumun patlamasına ve ülkeyi iç çatışmaya sürüklemesine yol açmasıdır. Bu açık ve zımni referanslar krizin bazı yönlerini yansıtıyor, ancak burada bitmiyor. Bundan daha ziyade bölgedeki birçok dosyaya, özellikle Yemen’de Suudi-İran ihtilaflarının hesaplarına uzanıyor.
Lübnan’daki krizin tırmanmasına, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların çözümüyle ilgili, ilan edilmeyen Suudi-İran müzakerelerinin eşlik etmesi dikkat çekicidir. Her iki tarafta da resmi olarak açıklananlara göre müzakereler olumlu bir şekilde ilerliyor. Eğer durum buysa, şu ya da bu şekilde, şu ya da bu açıklıkla atlanabilecek açıklamalar zemininde Lübnan’la gerilimi tırmandırmaya ne gerek vardı?
Sükunet ve tırmanış yolu arasındaki kritik kesişme tarafından yaratılan gergin durumlarla karşı karşıyayız. Ne sakinlik güven verici bir çıtaya ulaştı ne de tırmanış tek taraflı bir karar.
KRİZ KARDAHİ’NİN AÇIKLAMALARIYLA İZAH EDİLEMEZ
Rai al Youm
Başyazı
Lübnan Başbakanı Necib Mikati, Bakan George Kardahi’nin Suudi Arabistan Krallığı ile olan krizi çözmek için görevinden istifa etme çağrısını yineledi. Onu, vicdanını yargılamaya, koşulları değerlendirmeye, alınması gereken pozisyonu almaya ve popülist sloganlardan daha çok ulusal çıkarlara öncelik vermeye çağırdı.
Sayın Mikati, bu davetle, Bakan Kardahi’yi krizden sorumlu tutuyor ve Suudi emirlerini tam olarak benimsiyor. Bu durum sadece durumu daha da kötüleştirecek ve Suudi yetkililer Lübnan’a imkansız koşullarının daha fazlasını dayatmakta ısrar edecekler.
Son kırk yıllık tecrübelerimize ve burada değinemeyeceğimiz benzer Filistin deneyimine dayanarak bildiğimiz cevap, “Önce o özür dilesin, hükümetten istifa etsin, sonra meseleye bakarız” olacaktır.
Başbakan Mikati’nin, Bakan Kardahi’nin istifa etmesi için yaptığı bu çağrıdan kendisini vazgeçirecek iki önemli ifadeyi dikkate alacağını umuyoruz.
Birincisi; Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal al Farhan’ın bu hafta başlarında Roma’daki G20 zirvesine katıldığında, oturum aralarında al Arabiya televizyonuna yaptığı açıklamada “Kriz, Kardahi’nin açıklamalarıyla izah edilemez. Çünkü sorun burada daha büyük ve Hizbullah’ın Lübnan siyasi sistemi üzerindeki hakimiyetinin devam etmesinde yatıyor” ifadelerini kullanması.
İkincisi; Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım’ın Suriye’deki al Ahbar adlı kanala yaptığı açıklamada, “Bakan Kardahi istifa edecek bir hata yapmadı, Suudi Arabistan’ın ne hükümetin oluşumuna ne de içinde bakanın kim olduğuna müdahale etmesini kabul etmiyoruz” cümlelerini sarf etmesi.
Bakan Kardahi’nin istifası olsun ya da olmasın, sorun, artık kendisiyle hatta başbakanla ilgili kişisel bir mesele olmaktan çıktı. Lübnan’ın ulusal onurunu ilgilendiren ve süreçlerin ne pahasına olursa olsun zorbalık ve dış müdahaleyle çözülmesine son verme ihtiyacının bir konusu haline geldi.
LÜBNAN’DA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE KARŞI SUUDİ-BAE SAVAŞI
Esat Abu HALİL
al Ahbar
Bu Lübnan’da ifade özgürlüğüne karşı ilk savaş değil. Bu hamleden önce iç savaş öncesi ve sonrasında da kampanyalar yürütüldü. Amerika, komünizme ve sola karşı acımasız ve haksız bir savaş yürütüyordu. Abbas Mahmud el Akkad’a göre, o zamanlar Lübnan hükümeti bu misyondan memnundu çünkü gericilerden oluşuyordu ve Amerika’nın, “yıkıcı” görüşleri yasaklama emirlerini uygulamanın bedelini üstleniyordu. İsrail işgali döneminde, Amin Cemayel Hükümeti medyaya katı sansür uyguladı. Ayrıca Suriye rejimi, kontrol ettiği yıllarda Lübnan medyasına politikalarını dayattı. Varlığına muhalefet edenler tarafından Saddam Hüseyin rejimine sadık gazetelerin karargahlarının bombalanmasının arkasında olmakla suçlandı.
Batı ve Körfez ülkeleri Lübnan medyasını iç savaş öncesi ve sonrasında para vererek etkiledi. Mısır Büyükelçiliğinin bazı gazetelere verdiği destekten ve yardımın baskı kağıdı makaralarıyla sınırlı olmasından şikayet ediyorlardı. Tek bir gazete sahibi Mısır maliyesinin parasıyla zenginleşirken, Körfez ve Batı maliyesinin parası, düzinelerce gazete sahibini (veya an Nahar gazetesi örneğinde olduğu gibi her ikisini) zenginleştirdi.
Bu hafta yaşananlar, bir dizi Lübnan krizine ışık tutuyor. George Kardahi: Konumunu savunmadaki inatçılığı birçok kişi tarafından takdir edilse de, o ulusal bir kahraman değil. Kardahi, Körfez’den Suriye’ye ve Mısır’a kadar iktidarları övdü. Yemen hakkında konuştuğunda muhafazakardı. Yemen’deki savaş “boşuna bir savaş” değil, hayır. Tıpkı Suudi Arabistan’ın 5. Filo’ya ev sahipliği yapan ve bir güvence ve destek kaynağı olan Bahreyn kolonisini kontrol etmesi gibi, Yemen’i de doğrudan egemenliği altına almayı amaçlayan kötü niyetli bir Körfez planıyla yürütülen bir savaş bu. Çatışmanın iki tarafı savaşın devamı için net hedeflere sahip. Suudi rejimi, Yemen halkının üzerindeki kuşatmayı kaldırmayı reddettiği için bir ateşkes anlaşmasına bile karşı çıkıyor. George Kardahi, Jad Ghosn’un kendisinden önce farkına vardığı gibi, Suudi medyasında aralarında ünlülerin de olduğu çalışanlarının, karşılığı kölelik olan itaatları için büyük para ödendiğini keşfetti.
Suudi Arabistan ve BAE tarafından devam ettirilen savaş, her şeyden önce bir boyun eğdirme savaşıdır. Bu, Arap Birliği içindeki Suudi-BAE ittifakının üyelerini artırma savaşıdır.
GRIFFITHS GİRİŞİMİ İÇİN ABD-UMMAN KOORDİNASYONU
Al Arab
Konuyu yakından takip eden diplomatik kaynaklar el Arabiya gazetesine Washington’un, Umman Sultanlığı ile koordineli olarak, BM’nin Eski Yemen Elçisi Martin Griffiths’in girişimini, siyasi ve askeri gelişmeler ışığında, içeriğinde yapılacak değişikliklerle yeniden canlandırmaya çalıştığını açıkladı.
Bu kaynaklara göre içeriği değiştirilen girişim, Husilerin Sana Havalimanını açma taleplerini karşılamayı, Hudeyde Havalimanına uygulanan kısıtlamaları kaldırmayı ve Arap koalisyonunun hava operasyonlarını durdurmayı içeren güven inşa etmek için bir geçiş aşamasını içeriyor. Bunun karşılığında Husilerden, Marib vilayetindeki askeri operasyonlarını ve Suudi topraklarını insansız hava araçları ve balistik füzelerle hedef almayı durdurması bekleniyor.
Siyasi uzmanlar, ABD’nin Yemen Elçisi Tim Lenderking’in bölgedeki gezisi ve Yemen’in geçici başkenti Aden’i ziyareti son örnek olmak üzere, Amerika’nın bu bağlamda hareket ettiğini ve müttefiklere güven verme ve kolay bir anlaşma arayışında olduğuna giderek daha fazla inanıyor. Ancak bu hedefe ulaşmak için Washington, sahip olduğu hiçbir güç ve baskı aracını kullanmak istemiyor.
Bölgedeki ve Yemen’deki çatışma dosyaları üzerindeki Amerikan kafa karışıklığı, Washington’a müttefikleri aleyhine İran etkisinin güçlenmesine katkıda bulunan büyük bir boşluk bıraktı. Husiler bunu Amerikalıların doğrudan hatta dolaylı askeri müdahaleyi reddeden yeni bir politika izleme arzusunun bir göstergesi olarak değerlendirdi.
Bu kasvetli manzara ışığında ve Husilerin ilerleyişine karşı koymaya katılan Yemen kabilelerinin tükenmeye devam etmesi ve Yemen hükümetine bağlı “ulusal ordunun” yokluğu ile birlikte, sürekli çöküşlerin bulaşmasına dair korkular artıyor. Husilerin Marib’i kontrol altına alması ve savaşı kazanması sonrası senaryo hakkında birçok soru ortaya çıkıyor.